İmam-ı Ahmed Rabbani
01 Ocak 1970
İmam-ı Ahmed Rabbani hazretleri Hindistan'da yetişen en büyük veli ve âlim. Ariflerin ışığı velilerin önderi İslam’ın bekçisi müslümanların baş tacı müceddid müctehid ve İslam âlimlerinin gözbebeğidir. Silsile-i aliyyenin yirmi üçüncüsüdür.
1563 yılında Hindistan'ın Serhend (Sihrind) şehrinde doğdu. İmam-ı Rabbani ismiyle tanınmıştır. İmam-ı Rabbani Rabbani âlim demek olup kendisine ilim ve hikmet verilmiş ilmi ile amel eden ilim ve amel bakımından eksiksiz ve kâmil olgun âlim demektir. Hicri ikinci bin yılının müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı Müceddid-i elf-i sani ahkam-ı İslamiye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle Sıla ismi verilmiştir. Hz. Ömer'in soyundan olduğu için Faruki nesebiyle anılmış Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle Serhendi denilmiştir.
Bütün bu vasıflarıyla birlikte ismi imam-ı Rabbani Müceddid-i elf-i sani Şeyh Ahmed-i Faruki Serhendi'dir.
Babası ve dedelerinin hepsi zamanlarının büyük âlimleri salih ve faziletli kimseleri idiler. Babası Abdülehad Efendi din ve fen ilimlerinde yetişmiş tasavvufta da en son mertebeye ulaşmıştı.
İlk tahsiline babasından ders alarak başladı. Babasından okuyup Arapçayı öğrendi. Küçük yaşta Kur'an-ı kerimi ezberledi. İlminin çoğunu babasından bir kısmını da zamanının meşhur âlimlerinden öğrendi. Babasından ders aldığı sırada çeşitli ilimlere ait küçük kitapları ezberledi. Babasından aldığı dersleri tamamlayınca Siyalkut şehrine gidip orada Mevlana Kemaleddin Keşmiri'den ilim öğrendi. Mevlana Kemaleddin meşhur âlim Abdülhakim-i Siyalkuti'nin de hocası olup zamanının en yüksek âlimi idi. Bazı hadis kitaplarını da Şeyh Yakub-ı Keşmiri'den okudu.
Kadı Behlul-i Bedahşani'den; hadis tefsir ve bazı usul ilimlerinde icazet diploma aldı. On yedi yaşında iken tahsilini tamamlayıp bütün ilimlerden icazet aldı. Tahsili sırasında Kadiri ve Çeşti büyüklerinin kalblerindeki feyz ve lezzeti babasından aldı. Babası hayatta iken talebelere ilim öğretmeye başladı.
Bu sırada; Risalet-üt-Tehliliyye Redd-i Revafid İsbat-ün-Nübüvve adlı eserlerini yazdı. Edebiyata çok meraklı olup fesahatı ve belagatı sürat-i intikali zekasının şiddeti herkesi hayrette bırakıyordu.
Bu kadar ilmi ve herkesin üstünde olgunluğu tevazusu ile birlikte kalbi Ahrariyye Nakşibendiye büyüklerinin aşkı ile yanıyor bu yolda yazılmış kitapları okuyordu. Babasının vefatından bir sene sonra hacca gitmek üzere Serhend'den yola çıktı. Bu yolculuğunda Delhi'ye varınca orada tanıdıklarından ve Muhammed Bakibillah hazretlerinin talebelerinden olan Mevlana Hasan Keşmiri ile görüştü. Mevlana Hasan Keşmiri onu hocasının huzuruna götürüp tanıştırmak istedi ve; "Bugün Ahrariyye yolunda bu ülkede başka böyle büyük bir zat yoktur. Taliblerin onun bir nazarıyla bakışıyla kavuştukları manevi derecelere günlerce çekilen çileler ve çeşitli riyazetlerle nefsin istediklerini yapmamakla kavuşmak mümkün değildir" dedi.
İmam-ı Rabbani hazretleri daha önce mübarek babasından da Ahrariyye yolunun ve bu yolda bulunanların üstünlüklerini ve kıymetini duymuştu. Bu yolun büyüklerinin kitaplarını okuyup onların güzel hallerini bildiği için; "Bu Hicaz yolunda böyle büyük bir âlimden bu büyükler yolunun zikir ve usullerini almaktan daha iyi ne olur?" diyerek Muhammed Bakibillah hazretlerinin huzuruna gitti. Huzuruna girince kalbinde bir nur parladı. Mıknatıs iğneyi çeker gibi çekildi. Kalbi şimdiye kadar hiç duymadığı bilmediği şeylerle doldu. Hacdan sonra uğrayıp istifade etmeyi niyet etti ise de kalbindeki sevgi ve arzu kendisini bırakmadı. Ertesi gün huzuruna gelip Ahrariyye feyzine kavuşmak şevkini arzusunu bildirdi ve hizmetinde kaldı. Edeple ve can kulağı ile sözlerine ve hallerine bağlandı. Üstadının da lütuf ve himmeti ile iki ay içinde kimsede görülmeyen hallere kavuştu.
İmam-ı Rabbani hazretleri Muhammed Bakibillah hazretlerini tanıdıktan sonra edeple ve can kulağı ile bu hocasının sözlerine ve hallerine bağlandı. Birkaç ay sonra hocası ona icazet verdi. Böylece tasavvuf ilminde ve hallerinde de yüksek dereceye kavuştuktan sonra memleketi olan Serhend'e dönmesi emrolundu. Hocası talebesinden çoğunun yetiştirilmesini de ona bırakıp onları da arkasından Serhend'e gönderdi. Hocası onun için şöyle buyurdu: "Kalblere deva ruhlara şifa olan bu tohumu Semerkand ve Buhara'dan getirip Hindistan'ın bereketli toprağına ektim. Taliblerin yetişip kemale gelmesi için uğraştım. O her dereceyi aşıp üstünlüklerin sonuna varınca kendimi aradan çekip talebeyi ona bıraktım."
İmam-ı Rabbani hazretleri memleketine gelince ilim ve edep öğretmeye isteklileri yetiştirmeye ve yükseltmeye başladı. Şöhreti her yere yayılıp her taraftan aşıkları onun ilminden ve feyzinden faydalanmaya geliyordu. Talebelerine Beydavi Tefsiri Sahih-i Buhari Mişkat-i Mesabih Avarif-ül-Me'arif Üsul-i Pezdevi Hidaye ve Şerh-i Mevakıf gibi bazı din kitaplarını ders olarak mükemmel bir şekilde okuturdu. Ömrünün son zamanlarında dahi talebelerine ilim tahsilini sıkı sıkı emreder buna çok önem verirdi. Herkesin kalbini ilim ve nur ile dolduruyor Muhammed aleyhisselamın dinini canlandırıyor ve kuvvetlendiriyordu. Zamanının padişahlarını vali kumandan âlim ve hakimlerini çok tesirli mektupları ile dine sünnet-i seniyyeye teşvik ediyor çok âlim ve veli yetiştiriyordu.
İmam-ı Rabbani hazretleri bir müddet Serhend'de talebe yetiştirmekle meşgul olup insanlara doğru yolu anlattıktan sonra hocasını ziyaret için Delhi'ye gitti. Bir müddet hizmetinde kaldı ve hocası ile çok hoş sohbetleri oldu. Hallerini bulunduklarından daha yukarıya götürdüler. Bütün bu lütufları ile çok yüksek hallere faziletlere kavuşmasına rağmen hocasına yapılması mümkün olmayan bir edeple davranıyordu. Muhammed Haşim-i Keşmi şöyle anlatmıştır: "Hace Hüsameddin Ahmed'den işittim. Hocam imam-ı Rabbani'yi methedip övdükten sonra; "Mertebesi yüksek fazileti çok olmakla beraber edebe riayette hocamız Muhammed Bakibillah hazretlerinin talebelerinden hiçbiri İmam-ı Rabbani gibi değildi. Bunun için bereketler herkesten önce ona nasip oldu" buyurdu.
İmam-ı Rabbani hazretleri şöyle buyurmuştur.
"Biz dört kişi hocamız Muhammed Bakibillah hazretlerine hizmette diğerlerinden ilerdeydik. Hepimizin ayrı bir bağlılığı ayrı bir düşüncesi vardı. Bu fakir yakînen biliyorum ki böyle bir sohbet ve cemiyyet terbiye ve irşad kaynağı Peygamber efendimizin zamanından sonra dünyada çok az görülmüştür. Gerçi insanların en hayırlısı olan Resulullah efendimiz zamanında bulunamadık sohbetine kavuşamadık ama Muhammed Bakibillah hazretlerinin saadetli sohbetinden de mahrum kalmadık. Bunun için bu büyük nimetin şükrünü yerine getirmek lazımdır. Onun huzurunda herkes kendi bağlılığına muhabbetine göre bir şeylere kavuştu."