Batı’nın Yeni Sömürge Aracı: Sivil Toplum Kuruluşları…
Gülenay B. PINARBAŞI 27 Mart 2007
ÖZGÜVENİMİZ BATI’NIN BESLEMESİ KİŞİLİKSİZ AYDIN ZÜMRE ELİYLE YIKILMAYA ÇALIŞILIYOR
Ben bu ülkenin gazetecisiyim, diyorum… “Tarafsızlık” diye bir “durumun” da söz konusu olamayacağını söylüyorum. Beni “taraflı gazeteci” diye suçlayanlara cevap olarak “taraflıyım” dedim. Çünkü bazı meslektaşlarım, bu ülkenin değil, başka ülkelerin gazetecileri gibi davranıyorlar, yazıp çiziyorlar… Ben de diyorum ki, ben bu ülkenin gazetecisiyim… Taraflıyım… Bu ülkenin tarafındayım... “Tarafsızlık” bir masaldır… Herkes bilerek ya da bilmeyerek taraflıdır…
Hedef ülkelerde sivil toplum marifetiyle güya demokratik seçimler örgütlendi. Küresel sermayenin işine gelenler hükümet edildi. Kısacası Batı, kendi ayakları üzerinde sağlam durmayanların ayaklarını yerden kesti…
Dünyanın çeşitli bölgeleri ve ülkelerinde azınlık hakları, insan hakları diye çığlık atan sivil toplum örgütleri, Batı’nın işine gelmeyen yerlerde ağızlarını açamıyor.
Batı kendisi için vazgeçilmez önemdeki bu coğrafyada hedefine ulaşmak için, ekonomik saldırıyı psikolojik ve kültürel saldırıyla aynı anda yürütüyor, ve Türk halkının özgüvenini içeride beslediği işbirlikçi kişiliksiz “aydın” zümre eliyle yıkmaya çalışıyor…
AB’nin Türkiye’yi nasıl gördüğü en iyi İngiliz The Guardian gazetesi manşetinden yansıdı. “Türkiye Avrupa’nın metresi!” idi manşet... Hiç evlenilmeyecek, ama vazgeçilmesi düşünülmeyen bir metres konumunda bırakılmalıydı Türkiye…
Geçen yıl Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, sohbetinin sonunda “Türkiye Batı’ya baktığının yarısı kadar Doğu’ya baksa, kazancı büyük olur!” demişti. Aklı selim sahibi herkes bugün “Gelecek Asya’da!” diyor…
İran’ la Türkiye ’nin arasını bozmak için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar. Bu işin bir yanı… Diğer yanı daha ilginç… Kendi giremedikleri, denetimin fazla olduğu ülkelere Türkiye’deki STK’ları kullanarak girmeye çalışıyorlar.
Batı kendisi için vazgeçilmez önemdeki bu coğrafyada hedefine ulaşmak için, ekonomik saldırıyı psikolojik ve kültürel saldırıyla aynı anda yürütüyor, ve Türk halkının özgüvenini içeride beslediği işbirlikçi kişiliksiz “aydın” zümre eliyle yıkmaya çalışıyor…
Banu Avar, “alışılmışın dışında” “taraflı bir gazeteci”… Batı hakkında bildiğimiz ezberleri cesurca bozan bir isim… TRT 1’de yayınlanan “Sınırlar Arasında” haber programı ile İsveç ve İsrail başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin tepkisine yol açan Banu Avar, son yılların popüler konusu STK’lar hakkındaki sorularımıza cevapladı. Bütün yoğunluğuna rağmen bizi kırmayıp vakit ayırdığı için kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz…
***
Amaç, tüm dünyayı sivil toplum örgütleriyle yönlendirmekti
- Banu Hanım, Türkiye’de STK’lar öncülüğüne bir değişim yaşanıyor. “Sivil toplum düşüncesi” Türkiye’ye yeni ufuklar açabilecek mi? Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- STK’ları soruyorsunuz ya, aklıma sendikalar geliyor. Ne oldu bu sendikalara?! Artık kimse onlardan söz etmiyor. Varsa yoksa “sivil örümcek ağları”! Oysa sendikalar, demokrasinin temel dayanaklarından biridir. Çalışan kesimin öncü örgütleri artık yok gibi ya da uluslararası “küresel” yani “emperyalist” örgütlerin denetiminde… Artık sadece sivil toplumdan söz ediyoruz. İşte bu, Batı’nın ünlü “demokrasi projesi”yle gerçekleşti.
CIA eski direktörü Colby, demokrasi projesi için “CIA’nin örtülü yaptıklarını şimdi açıktan yapacağız”demişti...Amaç, tüm dünyayı sivil toplum örgütleri marifetiyle yönlendirmek ve bunu göze batmadan yapmaktı...
- Peki, bu süreçte AB’nin Türkiye’de muhatap olarak STK’ları seçmesini ve onlara ciddi fonlar aktarmasını nasıl okumalıyız?
- Bu proje kapsamında Ulusal Demokrasi Fonu (NED) yani sıcak dolarlar, çeşitli merkezler tarafından gerekli yerlere akıtıldı. Böylece partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri, basın yayın kuruluşları, üniversiteler vesair büyük güçlerin çıkarları doğrultusunda yönlendirildi.
Mustafa Yıldırım’ın “Sivil Örümceğin Ağında” kitabında ayrıntılarıyla yazdığı gibi, Batı’nın fonları öncelikle çeşitli ülkelerin aydınlarını hedef aldı. Önce onlar devşirildi. İnsan hakları dernekleri kurduruldu. Kamuoyu oluşturmak için medya tamamen denetim altına alındı. Tırnak içinde, özgür sendikalar kurduruldu, işçi hareketi böylece öldürüldü. Dinsel, cinsel, bölgesel etnik haklar öne çıkarıldı. Kadın, gençlik ve çevre örgütleri ele geçirildi. O arada hedef ülkenin tüm kaynakları özelleştirildi. Stratejik iş kolları ve alanlara el konuldu…
Bu Yugoslavya’da da Sovyetler’de de tüm Balkan ülkelerinde, Kafkas ülkelerinde ve dünyanın birçok ülkesinde uygulamaya konuldu.
Hedef ülkelerde sivil toplum marifetiyle güya demokratik seçimler örgütlendi. Küresel sermayenin işine gelenler hükümet edildi. Kısacası Batı, kendi ayakları üzerinde sağlam durmayanların ayaklarını yerden kesti… İşte Türk halkı, o nedenle ayaklarını yere çok sıkı basmak zorunda…
Batı her konuda kendilerine yontan çifte standart uygular
- Biz STK’ları lale, kadife, turuncu devrimlerde gördük. Batı’nın kendi işleyişinde STK’ların yeri nedir gerçekte?
- Batılı süper güçlerin her konuda kendilerine yontan bir çifte standart uyguladıkları artık aşikâr. İşte balkanlar!..
Batı, 20 yıldır, kendi dışındaki ülkelerde işçi örgütlenmelerini, sendikaları yani bir sınıfın örgütlü temsilini yok sayıyor. Onun yerine bilinçli olarak başka bir kavramı, sivil toplum örgütlerini koyuyor. Daha önce anlattığım sıcak dolar akıtma merkezleriyle onları yönlendiriyor, istediği gibi kullanıyor.
Dünyanın çeşitli bölgeleri ve ülkelerinde azınlık hakları, insan hakları diye çığlık atan sivil toplum örgütleri, Batı’nın işine gelmeyen yerlerde ağızlarını açamıyor. İşte Batı Trakya!..
Orada içinde Türk sözcüğü geçen hiçbir dernek kurulamaz ya da yaşamaz.
Eğer Yunanistan’a konser ya da film festivallerine değil de Batı Trakyalılarla sohbete giderseniz, başınıza basına hiç yansımayan olaylar geliverir. Tutuklanırsınız… Kasetlerinize el konur. Ve demokrat Batı böylesi onlarca olayı görmez, duymaz… Batı Trakya’da onlarca yıldır hiçbir siyasi, dini sosyal özgürlüğü olmadan yaşayan insanlar yok sayılırlar... Turuncu bayraklı turuncu gömlekli, şık turuncu çadırlı kalabalık böyle yerlerde yoktur!...
Batı’nın en önemli silahlarından biri psikolojik harekâttır
- Kendimizi Batı ve kurumları karşısında değersiz ve güvensiz hissetmemizin size göre asıl sorumlusu kimler?
- Batı’nın en önemli silahlarından biri, psikolojik harekâttır. Özgüvenini kaybetmiş bir halk, savaşa yenik başlar. Türkiye’yi yönetenler Mustafa Kemal’in ölümünden sonra Batı’yı kendine Kâbe seçmişlerdir. Oysa O, çağdaş uygarlık terimini diyalektik bir mantık içersinde görmüş ve kullanmıştı. Çağdaş uygarlık neredeyse, onun “üzerine çıkmalıyız!” demişti. “Batılı gibi olalım, Batı’yı taklit edelim, Batı’ya yamanalım…” dememişti. Hatta kendi döneminde de gözleri Batı’yla kamaşmış aydınları uyarmış, “Hangi uygarlık başkalarının nasihatlarıyla yükselebilmiş ki?!” demişti. “Geleceğimizi kendi içimizden çıkarmamız gerektiği”nin altını çizmişti.
Batı kendisi için vazgeçilmez önemdeki bu coğrafyada hedefine ulaşmak için, ekonomik saldırıyı psikolojik ve kültürel saldırıyla aynı anda yürütüyor, ve Türk halkının özgüvenini içeride beslediği işbirlikçi kişiliksiz “aydın” zümre eliyle yıkmaya çalışıyor… Bu işe yaramayacaktır…
İngiliz The Guardian: “Türkiye Avrupa’nın metresi!”
- Batı’nın bütün ikiyüzlülüğüne karşın bizim de bazı kurumlarımızın iç dinamikleri tarafından yıpratıldığımız aşikâr. AB projesinin alternatifi var mı?
- AB’nin Türkiye’yi nasıl gördüğü en iyi İngiliz The Guardian gazetesi manşetinden yansıdı. “Türkiye Avrupa’nın metresi!” idi manşet... Hiç evlenilmeyecek, ama vazgeçilmesi düşünülmeyen bir metres konumunda bırakılmalıydı Türkiye… Eğer bu konumda tutulursa istekleri yerine getirir, gümrük birliğiyle tüm ekonomisi bağlanır, AB dışındaki ülkelerle ticareti ambargolanır, büyümesi ve üretimi kontrol altına alınır, Kıbrıs, Ege ve güneydoğu gibi hayati konularda Batı’nın çıkarlarına göre yönlendirilebilirdi…
Şimdi gelelim yine Mustafa Kemal’in stratejisine… O kendi kendimizin efendisi olmaktan söz etmişti. En başında uzağı görüp Sadabad ve Balkan Paktları’yla doğu ve batısını sağlama almıştı. O yüzyıllardır bu topraklara saldırıların hep Batı’dan geldiğini ve buna karşı önlem almak gerektiğini en iyi bilendi.
Bakın, bugün Doğulu hiçbir ülke ne Ermeni soykırımı için üzerimize gelmekte, ne de “Kürt Meselesi”ni dayatmaktadır. Doğu’dan hiçbir ülke Patriğin Ekümenikliğini bize dayatmamaktadır. Doğudaki ülkeler Türkiye’ye kriterler konusunda sorgulamamakta, ekonomik yaptırımlar uygulamamakta, kültürel değişim istememektedirler.
Geçen yıl Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, sohbetinin sonunda “Türkiye Batı’ya baktığının yarısı kadar Doğu’ya baksa, kazancı büyük olur!” demişti. Aklı selim sahibi herkes bugün “Gelecek Asya’da!” diyor…
Türkiye’deki STK’ları dışarıya karşı kullanıyorlar
- Biraz da “dünyada kadın” diyelim...
- Ortadoğu kana bulanırken en büyük acıyı çekenler kadınlar… Batı’nın o demokrasi havarisi STK’larını hiç Türkmen kadınının yanında görüyor musunuz.? Filistin’de en çok ölen çocuklar… Afrika bugün Batı’nın açgözlülüğü nedeniyle yok ediliyor. En çok can kaybı yine kadın ve çocuklar arasında… Bir de tehdit altında olan, üzerinde Batı’nın sopası sallanan komşularmız var. Mesela İran!... Son günlerde Batılı liderlerin sözlerini dikkatle izleyin. İran’ la Türkiye ’nin arasını bozmak için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar. Bu işin bir yanı… Diğer yanı daha ilginç… Kendi giremedikleri, denetimin fazla olduğu ülkelere Türkiye’deki STK’ları kullanarak girmeye çalışıyorlar.
- Nasıl yani? Dış odaklar bizim STK’ları dışarıya yönelikte mi kullanıyorlar?
- Evet… Batı, komşularımıza içimizdeki “Batılıları” Truva atı olarak yolluyor. Son yıllarda hedef ülkelerde muhalefeti örgütleme işi, Türkiye’deki yandaşlara tevdi edilmiş durumda… Buna çok dikkat etmeliyiz. Çünkü bu hareketler, hem o ülkelerdeki muhalefete yanlış bir “Türk” damgası vuruyor, hem de o ülkelerde “yanlış” adamlar nedeniyle Türkiye’ye karşı güvensizlik ve nefret oluşuyor…
Bu gibi hareketlerde daha çok kadın ve gençlik örgütlerine öncelik veriliyor. İlk adımlar genellikle sinema, müzik festivalleri kullanılarak atılıyor. Bir başka alan, sağlık ve çevre… Türkiye’den örgütlenen devşirilmiş bir grup komşu ülkelerde “kadın sineması” ya da “kadın sağlığı”, “aile planlaması” “çocuk ölümleri” gibi konularında “ortak” çalışma yapmaya gider ve bu çalışmalar belirtilen sınırların çok ötelerine kadar devam eder.
Batı’da kadının adı yoktur
- İsveç programınızda “kadın hakları”nın darmadağın olduğunu vurgulamıştınız. Gerçekte nedir Batı’da kadın haklarının durumu?
- Sadece İsveç değil, tüm Batı ülkelerinde sadece kadın hakları da değil, tüm İnsan hakları yerlerde sürünmekte… Bunlara bizzat şahit oldum. Tüm istatistikleri biliyorum. Esas Batı’da kadının adı yoktur… Fransa’da her 4 dakikada bir kadın tacize uğramaktadır… |Kadın ölümleri Batı’da çok fazladır… Çocuklara cinsel taciz had safhadadır… Kendi bilim adamlarının belirttiği gibi aile yok olmaktadır. Nüfus yaşlıdır ve azalmaktadır. Eşcinsellik olağanlaşmıştır ve kanunları zorlamaktadır… Merak eden biraz araştırsın ya da “Sınırlar Arasında”yı izlesin. Somut örnekleri göreceklerdir…
Batı’nın özgürlük anlayışı tek taraflıdır
- Danimarka, malum, karikatürleri yayınladığında basın özgürlüğü
oluyor, Türk Dışişleri Roj Tv için başvurduğunda basın özgürlüğünden dem vuruluyor. Sizin programlarınızın yayınlanmaması için de
İsveç ve İsrail, TRT’ye baskı yapmaya kalkıyor…
- Bu çok tipik bir durumdur. Şaşılacak bir şey yoktur. Batı’nın özgürlük anlayışı tek taraflıdır, sadece kendi içindir!
- “Ben taraflı gazeteciyim” derken, gazeteciliğin taraflı bir meslek
olduğunu mu kastediyorsunuz yoksa bütün gazeteciler tarafsız, ama ben taraflı mıyım demek istiyorsunuz?
- Ben bu ülkenin gazetecisiyim, diyorum… “Tarafsızlık” diye bir “durumun” da söz konusu olamayacağını söylüyorum. Beni “taraflı gazeteci” diye suçlayanlara cevap olarak “taraflıyım” dedim. Çünkü bazı meslektaşlarım, bu ülkenin değil, başka ülkelerin gazetecileri gibi davranıyorlar, yazıp çiziyorlar… Ben de diyorum ki, ben bu ülkenin gazetecisiyim… Taraflıyım… Bu ülkenin tarafındayım... Ve iddia ediyorum ki, “tarafsızlık” bir masaldır. Herkes bilerek ya da bilmeyerek taraflıdır…
- Bize gelecek günlerde nerelerden seslenecek, hangi gerçekleri bizimle paylaşacaksınız?
- Bu yıl Avrupa’dan raporlarla ekrana geliyoruz. Ve Türk halkına birileri tarafından çok abartılan Batı’nın iki yüzlülüğünü göstermeyi hedefliyoruz. Bize ekonomik, siyasal ve sosyal olarak dayatılan kriterlerin hiç birinin Avrupa ülkelerinde uygulanamadığını somut olarak ekrana getiriyoruz.
Eylül’de Almanya’dan başladık, Haziran’da Belçika’da bitireceğiz ve Avrupa’nın 20 ülkesinden raporları sizlere sunmuş olacağız.
---------------------------
Banu Avar kimdir?
Gazetecilik hayatına Süreç dergisinde başladı. Londra City Üniversitesi’nde televizyonculuk alanında yüksek lisans yaptı. BBC’nin belgesel kurslarına katıldıktan sonra BBC Türkçe Yayınlar Bölümü’nde programcı ve spiker olarak çalıştı.
Ardından TRT Londra muhabirliğini üstlendi. Günaydın, Vatan, Dünya, Politika gibi gazetelerde muhabir olarak çalıştı ve birçok dizi yazıya imza attı. Mozaik ve Kaleideskop gibi yapımcılığını, yönetmenliğini ve sunuculuğunu üstlendiği programları TRT 1 ve TRT 2’de yayınlandı.
İlk yayınlandığı yıllarda 32. Gün programının Londra muhabirliğini yaptı. Kıbrıs Belgeseli ve Demirkırat gibi belgesellere imza attı. I Ceasar, Crimean War, The Great Game ve Troy gibi BBC ve Discovery Channel belgesellerinin Türkiye yapımcısı olarak yer aldı. 1999’da TV 8’in belgesel bölümünü kurdu ve 2004’e kadar 30’dan fazla belgesele imza attı. Denizciler, Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, Artık Biz De Varız, Devlerin Savaş Alanı Afganistan, Türkiye Sevdalıları gibi belgesellerinden Ohri Güzel Ohri adlı belgeseli Makedonca’ya çevrildi ve Makedon Ulusal TV Kanalı’nda 13 kez gösterime girdi. Bu belgesel Macaristan’da da izlendi. Aliyev belgeseli ise Azerbaycan devlet kanalında 2 kez gösterildi.
2004 yılının Haziran ayında TRT 1’de Sınırlar Arasında adlı programın yapımına başladı. Bugüne kadar Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu, Orta Asya, Çin, Hindistan, Güney Amerika’dan dosyalarla ekrana gelen program, özellikle Avrasya coğrafyasında birbirine kardeş halkların benzer özelliklerinin vurgulanmasını ve bu coğrafyada yer alan ülkeler arasındaki ilişkilerin artmasını hedeflemektedir. İlk kitabı “Sınırlar Arasında” 2006 yılının Nisan ayında çıktı.
-------------------------
SINIRLAR ARASINDA AVRASYALI OLMAK
TRUVA YAYINLARI
Bu kitapta, 2005 sonbaharıyla 2006 yazı arasında TRT’de yayınlanan Sınırlar Arasında adlı programda işlediğim 14 ülkeden gözlemleri, 14 ülkenin anılarını, acılarını ve masalsı kavuşmaları bulacaksınız… Bu ülkelerde mazlumların ve zalimlerin, küresel oyunların ağındaki duruşlarına şahit olacaksınız.
Küresel imparatorluk hayali kuran efendilere kulluk edenlerle tanışacak, geleceğin aydınlığını yüreklerine sarmış halkları kucaklayacaksınız…
Türkiye çevresinde yapılan yolculukların derlemesinden ibaret değil okuyacaklarınız… Dağıstan ve Azerbaycan’dan Balkanlara, Kıbrıs’tan turuncu darbelere sahne olan ülkelere, Ukrayna’ya, Kırgızistan’a uzanıyor yolumuz. Küresel güçlerin ikiyüzlülüğü en çok Batı Trakya’da, Filistin’de, Cezayir’de belgeleniyor… Sonra Asya’nın derinliklerinden Pakistan, Hindistan ve Kazakistan’dan geçip, okyanuslar aşıp yepyeni heyecanlarla buluşuyoruz. Avrasya’yla yakın bağlar kuran iki ülkeyle Venezuela ve Küba’yla umuda yelken açıyoruz.
Gelin Kafkasya’dan Küba’ya, gerçek insanlarla ve dünya seçkinler kulübünün maskeli cemaatiyle tanışalım… Tarih boyunca birincilerin kalıcılığı, ikincilerin geçiciliği şaşırtıcıdır!
Yelkenlerimizi ufkun ötesine doğru umutla dolduralım…
(Banu Avar)