Rapora Rağmen Tuna Albay’dan Ne Dilekçesi İstendi?.. Cevabı Ne Oldu?..
Müyesser Yıldız 01 Ocak 1970
Emekli Korgeneral Vural Avar’ın Sincan Cezaevi’nde hayatını kaybetmesi, onu tanıyan tanımayan herkesin canını yaktı.
Ama sevincini gizlemeyenler de vardı.
28 Şubat döneminde hakkında verilen hükümlerden mahkemeleri değil, bu askerleri sorumlu tutan bir isim, Vural Paşa’nın cenazesinin kaldırılmasının hemen ertesinde şunları yazdı:
“Türkiye’de bir ilk oldu; 28 Şubat cuntasının askeri kanadında yer alan Korgeneral Vural Avar cezaevinde öldü. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de cezaevinde cezasını yatarken ölen ilk darbeci Vural Avar oldu. Mâlûmunuz ülkemizde darbe yapmayı becerenler, yüzbinlerce insanın hayatını karartmasına rağmen paşalar gibi yaşayıp ahirete intikal ediyorlardı. Kabre de şaşalı törenle konuluyordu. Bu sefer böyle olmadı. 28 Şubat darbe cuntasının askeri kanadında yer almaktan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çaptırılan Korgeneral Vural Avar 85 yaşında Sincan Cezaevi’nde emaneti sahibine teslim etti. Darbecilikten hüküm giyen Avar’ın rütbeleri de sökülmüştü. Bu sebepten Avar’a resmi uğurlama töreni yapılamadı… Darbeci Avar’ın arkadaşları cenazede ‘Mustafa Kemal’in Askerleriyiz’ diye slogan atmışlar, saygı nöbeti tutmuşlar. Yapacakları başka da bir şey yok!.. Vural Avar artık hakiki hesap yerinde; Makam ve rütbenin geçerli olmadığı, şahidin bizzat kendi uzuvlarımızın olduğu… İçine bulunduğu 28 Şubat cuntasının askeri kanadının komuta kademesi hâlâ cezaevinde. 3’ü ağır hasta olduklarından evlerine gönderildiler. Diğerleri de rapor alıp ahir ömürlerini evlerinde geçirmek istiyorlar… Türkiye’de darbe yapmayı düşünenlere Vural Avar’ın sonu ibretlik bir son. İbret alırlar mı bilemiyorum ama tabiî ki paşa gönülleri bilir!..”
Sanırsınız ki;
28 Şubat davası büyük bir kumpas değildi…
Sahte deliller kullanılmadı…
İddianameyi hazırlayan savcılar, tutuklama ve yargılamayı yapan hakimlerin tamımına yakını, Genelkurmay’dan istenen bilgi ve belgeleri gönderenler ile TÜBİTAK bilirkişileri “FETÖ”cü çıkmadı…
Yargılama boyunca Erdoğan’dan bakanlar ve milletvekillerine, sivil toplum örgütlerinden medyasına “adil yargılamayı etkileme” suçu işlenmedi…
TSK başta olmak üzere herkes, yargının önüne atılan o 103 askeri yalnız bırakıp üç maymunu oynamadı da, “adil yargılandılar ve hak ettikleri cezaya çarptırıldılar”!..
Ez cümle; o yazar, “Vural Avar’ın sonu ibretlik bir son… İbret alırlar mı bilemiyorum…” buyuruyor ya; ben de diyorum ki:
“28 Şubat davası ibretlik bir davaydı… İbret alırlar mı, bilemiyorum; ama paşa gönülleri bilir.”!..
28 Şubat’ta Bosna-Hersek’teydi
Derdim -hukuku ve adaleti değil de- şahsi mağduriyetlerini ve ideolojilerini esas alıp bu komutanları peşinen infaz edenlerle tartışmak değil; Vural Paşa’nın nasıl bir insan olduğunu anlatmak.
Soruşturma sürecinde gözaltına alınıp 20 ay Sincan Cezaevi’nde kalan Vural Paşa’nın önemli bir sırrı vardı.
“Genelkurmay’daki 28 Şubat toplantılarına katıldı.” dedikleri dönemde o, Bosna-Hersek’te görevliydi. Görev özel ve gizliydi. İki kez gidip gelmişti.
Duruşmalar başlayıp savunmalara geçildiğinde avukatı Ümit Kara, bu gerçeği anlatmaları gerektiğini söyledi; ancak Vural Paşa’nın tepkisi sert oldu. Hem kendisini kurtarmak amacıyla bir “Devlet sırrını” ifşa etmemek hem de yargılanan diğer silah arkadaşları karşısında, “Ben yapmadım, onlar yaptı.” şeklinde bir duruma düşmemek için, “Hayır” karşılığını verdi.
Av. Kara bu defa, “Siz anlatmayın, ben anlatayım.” dedi.
Vural Paşa son noktayı şöyle koydu:
“Ben kendi savunmamı kendim yaparım. Size gerek yok.”
Böylece o sır ikisi arasında kaldı ve Vural Paşa müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
Oysa kendisi söylese ya da avukatının söylemesine izin verse; 28 Şubat sürecinde yurt dışında veya başka görevlerde olduğu ortaya çıkan diğer isimler gibi belki kendisinin de beraatına karar verilecek, tekrar hapse girmeyecek ve 85 yaşında cezaevinde ölmeyecekti!..
İşte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve silah arkadaşlığına böylesine bağlı bir askerdi.
O Rapordan Sonra Neler Yaşandı?
Vural Paşa’nın vefatından sadece 1 ay önce verilen, “Ağır bir hastalığı yok. Cezaevinde kalabilir.” raporu çokça tartışılıyor.
Bugün Hürriyet’ten Sedat Ergin’in de dikkat çektiği rapordaki bir maddeye değinmeden önce anlatacaklarım var.
Hatırlarsınız; geçen yıl bu komutanlar hapse girdikten kısa bir süre sonra, adeta 28 Şubat davasının önce savcı ve hakimliğini, ardından “Adli Tıp uzmanlığını” yapan iktidar medyasının büyük bölümü, “Asla affedilmemeliler.” çağrısında bulunurken kimileri, “Erdoğan’ın af yetkisini kullanmasının -onlara- en büyük ceza olacağını” kaydetti. Bu tartışmalar sorulduğunda da Erdoğan, “Yargı kararını verdi. Bu karar sonrasında bizim kapımızı çalan olmadı.” demekle yetindi.
Geçtiğimiz Eylül’de kulağıma gelen bir iddiayı, “Hapisteki Komutanlardan Saray’a ‘Af Dilekçesi’ Yazmaları mı İstendi?” başlığıyla aktardım.
Hiçbir yetkilinin bugüne kadar yalanlamadığı iddiaya göre; cezaevi yetkilileri, komutanlarla tek tek görüşüp Cumhurbaşkanlığı’na “af dilekçesi” yazmalarını istemişti… Beraberinde, dilekçeyi yazdıkları takdirde Adli Tıp kurumu raporlarının “uygun” şekilde hazırlanacağı vaadinde de bulunulmuştu… Ancak tüm isimler, “Bu, bizlerden bir tür özür dilemedir. Evet, özür dilemek bir erdemdir, ama bunun yolu af değildir. Çünkü biz herhangi bir suç işlemedik. Demek ki, TSK’dan emekli olunca görev bitmiyormuş. Bu da bizim için bir nöbettir, nöbete devam edeceğiz.” diyerek sözkonusu teklifi reddetmişti.
Teklifi reddedenler arasında merhum Vural Avar da vardı. Reddetmekle kalmamış, sonrasında durumu ağırlaştığı halde hastaneye gitmeyi de kabul etmemişti.
Tabir-i caizse, zorla götürülmüştü.
Bunun sonucunda da şimdilerde tartışılan o rapor verilmişti. Evet raporda, “cezanın infazının cezaevinde infazı halinde hayati bakımdan bir tehlike arz etmeyeceği, maruz kaldığı ağır bir hastalık olmadığı, hayatını yalnız idame ettirebileceği, ceza tehiri gerektiren bir hastalık olmadığı” yazılmıştı; ama en son maddede şöyle denilmişti:
“T.C. Anayasası’nın 104/2-b maddesinde yazılı kocamışlık hali olduğu tıbbi kanaatine varılmıştır.”
Bu ise, Sedat Ergin’in vurguladığı gibi, Ankara Şehir Hastanesi Kurulu’nun, “Sorun Avar’ın kocamış olmasıdır. Bu durumda ceza tehirine biz yetkili değiliz. Konu Cumhurbaşkanlığı makamının takdirindedir” mesajını verip topu Cumhurbaşkanlığı’na atmasıydı.
Normalde merhum Vural Paşa -veya eşi- kabul etse de etmese de olması gereken neydi?
O raporun işleme konulup “Anayasa’nın 104/2-b” maddesi uyarınca ceza tehiri için yetkili makamlara gönderilmesiydi, değil mi?
Ama bunun yerine ne yapıldı, biliyor musunuz?
Vural Paşa’nın “bilinci yerinde olmadığı” için, önce avukatı Ümit Kara’dan, “kocamışlık hali sebebiyle ceza ertelemesi yapılmasına” ilişkin bir dilekçe vermesi istendi.
Av. Kara, bunu yapma yetkisi bulunmadığını bildirince bu defa eşi emekli Albay Tuna Avar’a aynı teklifte bulunuldu.
Eşine böylesine aşık bir kadının nasıl zor bir tercihle karşı karşıya bırakıldığına bakar mısınız?
Tuna Avar’ın tercihi şu oldu:
“Kendimizi kullandırtmayız… Kimseden af istemiyoruz… Kimseye yük olmak istemiyoruz…”
Mustafa Kemal’in Askerleriyle Hesaplaşmanın Muhasebesi
Sedat Ergin yazısını şöyle bitirmiş:
“Vural Avar ölüme sessizce gitti. Başına gelen haksızlıklar ve ölüme giderken yaşadıkları, toplumun çok geniş bir kesiminde vicdanlarda büyük bir kırılma yarattı. Vural Avar, şimdi hatırasıyla içinden geçtiğimiz dönemin vicdan ve adalet ölçüleri üzerinde özlü bir muhasebeye davet ediyor hepimizi. Bu da sessizce yerine getirdiği son görev galiba…”
Ben de diyorum ki;
Hayır. Vural Avar’ın ölümü, sadece “içinden geçtiğimiz dönemin vicdan ve adalet ölçüleri üzerinde özlü bir muhasebeye davet” değildir.
Vural Paşa’nın ölümü, bundan evvel, on yıllardır savaş meydanlarında yenemedikleri Mustafa Kemal’in askerlerini mahkeme salonlarında ve cezaevlerinde yenme projesinin muhasebesine de davettir!..
Size söz Vural Paşam; yenemediler, yenemeyecekler!..
Mekânınız cennet olsun.