Utanç
Ahmet Bican Ercilasun 01 Ocak 1970
Ordu millettik biz. Ordu millet diyorduk ve göğsümüz kabarıyordu. Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadı idik. Tarihteki kahramanlarımız, devlet kurucularımız hep askerdi. Er kelimesi hem asker, hem de yiğit anlamına geliyordu. Hepimiz yiğit askerlerdik. Öyle olmasak da öyle hissediyorduk.
En güzel hatıralarımız askerlik hatıralarıydı. Askerliğimizi tamamladıktan sonra adam oluyorduk. Askerlik yapmazsak kız vermiyorlardı bize.
Milletimiz askeriyle gururlu, askeriyle onurluydu. Başı dik subaylarımıza imrenerek bakardık. Onlar bizim güvencimiz, onlar bizim sevincimizdi.
Bugün başımı eğerek yürüyorum. Utanıyorum. Ben bu ülkenin yurttaşı mıyım? Bu milletin ferdi miyim? 80 küsur yaşındaki generallerini cezaevinde ölüme terk eden bu toplumun üyesi miyim ben? Başımı eğiyorum, utanıyorum.
Önemli bir tecrübeyi yaşıyoruz. Din gibi yüce ve kutsal bir kavramı siyaset işine alet edenlerin ne kadar şefkatsiz, merhametsiz olduklarını gördük. Ne kadar insanlıktan uzak olduklarını görüyoruz. Bu tecrübe, dine yaklaşımımızda önemli bir kırılma noktası olacaktır.
Dinler, tabiat üstü kavramlarla ilgili olduğu için bir kutsallık halesi içindedirler. Tanrı, melekler, cennet… Bu kavramlar yüreğimizi ısıtır, içimizi ürpertir. Tarih boyunca insanlık böyle kavramlara kutsallık yüklemiştir. Tek tanrılı dinlere doğru ilerledikçe kutsallık, akıl ve bilimle uzlaşarak daha da anlaşılır hâle gelmiştir.
Hele bizim dinimiz Müslümanlık… Doğmamış, doğurmamış, zamandan, mekândan, cisimden münezzeh tek Tanrı anlayışıyla modern insanın aklına ve gönlüne en uygun bir din olarak öne çıkar. Böyle bir dine mensup olmak bizi rahatlatır, bize huzur verir. Bir de ritüellerine estetik kazandırabilsek diye düşünür, bir gün bunun da olabileceğini umarak avunuruz.
Böyle bir dinin mensupları acımasız, şefkatsiz olabilir mi? Böyle bir dinin mensupları intikam ve nefret duygularıyla dolarak insanlıktan uzaklaşabilir mi? İşte bugün bunun tecrübesini yaşıyoruz. Din siyasete alet edilirse, siyaset için, çıkarlar için kullanılırsa insanların ne hâle gelebileceğini görüyoruz. İnsanların nasıl merhametsiz küfürbazlar hâline dönüşebileceğini görüyoruz.
Ahseni takvim, en güzel kıvam üzere yaratılmış olan insanın nasıl esfeli sâfilîne, sefillerin en sefiline doğru yuvarlanabileceğini görüyoruz. Dinimizi, bulunduğu yüce ve soyut makamdan alıp şaşaalarının, şatafatlarının, kibirlerinin, acımasızlıklarının gerekçesi hâline getirenlerin içine düştükleri sefalet çukurunu görüyoruz. Belki onlar ışıltılı ve parıltılı tepelerdeki yaşayışlarının gözlerini kamaştıran ihtişamı yüzünden nasıl bir çukura yuvarlandıklarının farkında değildirler. Ancak acımasızlık ve zulüm gözlerden kaçmaz. Yaşadıklarımız, ışıltılı tepelerdeki insanlık dışı ruhları bize fark ettirir.
Başımı eğiyorum, utanıyorum. Hazırola geçerek selam durduğum komutanlarımıza bu muameleleri reva görenlerle ben aynı milletten miyim, diye soruyorum. Ancak bu tecrübenin önemli bir kırılma noktası olacağına, zalimlerin zulmünün açığa çıkacağına ve her şeyin yerli yerine oturacağına da inanıyorum.