« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

16 Oca

2023

Kelimeler, eserler...

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

Sevgi ruhumuzun canı; dil, ruhumuzun sesi. O sese önem verenler, kelimeleri de önemsemek durumdadırlar. Kelime kıtlığı oksijen azlığına benzer; çabucak tıkanırsınız. Ağzını bozanların hepsi çabuk takınanlar zümresindendir! Kelime olmayınca söz biter, ifrazat başlar; yahut şiddet içgüdüleri hareketlenir. Tıkananlar düşünemez; düşünemeyenler de öyle yapar. Edebiyatın edeple ilgisini bir etimolojik tesadüf veya yakıştırma gibi görenler kötü aldanıyor.
Değerli sözlükler yayınlanıyor. Hiç şüphesiz bunların içinde Ötüken Türkçe Sözlük ayrı bir öneme sahip. Beş cilt, 5700 küsur sayfa, büyük bir iddiayı ifade eder. Neresinden baksanız büyük bir emeğin mahsulü olduğu açıkça görülüyor.

Sözlükler diğer kitaplar gibi değerlendirilemez. İster istemez uzun zamana bağlı kullanım şartlarına havale etmek durumunda kalırsınız; hemen bir kanaat sahibi olamazsınız. Hakkı Devrim’in yaptığı gibi “bakıp göreceğiz” demek ihtiyacı doğar.

Evet bazı hususlar zamana kalır. Ama o zamanın iyi değerlendirilmesi için de, konuyu kullanım ihtiyaçlarına havale etmenin dışında bazı incelemeler ve yoklamalar yaparak eksiklerin gediklerin tamamlanmasına katkılar sunmak gerekir. Özellikle Ötüken Sözlük gibi büyük bir çalışma için böyle bir katkı sunma yardımlaşmasının gerçekleşmesi lüzumludur.

Bazı eserler beni şaşırtmıştır. Mesela Pars Tuğlacı’nın Okyanus adlı sözlüğü böyledir. En azından fiziki şartlar itibariyle tek başına yapılacak iş değildir. Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Ansiklopedisi de öyledir. Bütün gününü vereceksin ve bir ömür harcayacaksın; her şeyden önce insanın gözleri tahammül etmez… Ayrıca bir başka mesele daha var. Ben oturup, müsvedde serbestliğiyle saatlerce yazı yazabilirim. Ama o sayfalardan birini temize çekmek, işkence gibi geliyor! Bir öğrencinin yapabileceğini yapmak durumunda kalıyorsunuz. Ağır geliyor, zor geliyor. Hep demişimdir ki, “Asıl icad, ben konuşayım (okuyayım) o yazsın özlemine cevap verecek olan icaddır!” Ne kadar güzel olurdu. Bu icat henüz gerçekleşmediğine göre, büyük hacimli çalışmalar için mutlaka bir yardımlaşma gerekir. Hamâliye yönü ağır basan kısmını gençler üstlenecek; telif yönünde, bilgi ve düşünce sorumluluğunu üstlenen kişi lüzumsuz yorgunluklara maruz kalmadan verimli bir tempoyla çalışacak. Doğru olan budur. Hatta sözlük tipi çalışmalarda telif yönüyle ilgili istişareler ve yardımlaşmalar da gerekebilir. Şunu hemen tasrih etmeliyim ki, söylediklerimin heyetle komisyonla hiç ilgisi yok. O daha çok, sorumluluğu havada bırakan derleyip kotarma kolaycılığıyla ilgilidir.

Önce bir kapsam belirlemesi yapılmalı. Osmanlı Türkçesi var olacak, değil mi? Osmanlıca lügatler ortada. Onlardaki ihmaller, pürüzler bilinmelidir ki; farklılık değeri doğsun, zahmete değsin. Bizim Osmanlıca lügatler üzerinde, benim bazı ufak tefek tespitlerim vardır. Mesela bazılarında “mütehalli” kelimesi yer almaz. Bazılarında, örnek vermek ihtiyacı dikkate alınmamıştır. Bir tarihte “rayegân” kelimesi sorulmuştu, “Develioğlu’na bakın” demiştim mizahi bir atlatma tavrıyla. “Şefaatın rayegândır…” beytinden haberdar olunmazsa, rayegân’ın bir yönü karanlıkta kalır. Lügatten çıkaramazsın o manayı.

Ötüken Sözlük’te “kudûret” yok, “müftâbih” yok. Bunun karşılığı; “tasavvufi-fıkhi” terimlere, kullanım şartlarını elbette dikkate alarak, yeterince ağırlık verilmeyişi keyfiyetidir.. İnternete girince bile karşılaşabileceğiniz kelimeler, dev bir sözlükte var olmalıdır. Esasen kaynak eserler listesinde, bir tasavvuf sözlüğüne, bir Hukuku İslamiye Kamusu’na yer verilmemiş.

Osmanlı Türkçesi’nin de kendine göre aktüel bir tarafı var. Tahdis kelimesinin aktüalitesi “tahdis-i nimet”tir. “Bunu övünmek için değil, tahdis-i nimet olarak söylüyorum” cümlesine sık rastlanır. O halde tahdis’e yer verince “tahdis-i nimet”i de zikredeceksiniz… Girîve kelimesinin kullanım misali olarak “girive-i aşk” verilmiş. Girive mezmum anlam taşır. Bu özelliğini vurgulamak için “girive-i idlal” örneği seçilmeliydi; aktüel metinlerde var olan da budur. Ben bu kelimeyi lisedeyken biliyordum ve Prof. Necati Akder gibi isimlerin yazılarından öğrenmiştim. Aktüelliği vardır deyişimin sebebi bu…

Türkçede kullanılan yabancı kelimeler bahsinde Okyanus çok zengindir, çok da sağlamdır. Onun metodundan yararlanılması ciddi bir ihtiyaç olarak telakki edilmeli. Sosyal bilimlerle ve teknik terminolojiyle ilgili yabancı kelimeler alanında, rüküşlük diyebileceğimiz çapta hafiflikler, laubalilikler vardır. Üstelik yazı dilinde de öyledir. Bunları düşünerek, disipline edici bir tatminkârlık hissinin telkinine ulaşacak seviyede dikkat gösterilebilirdi. Panteizmin panenteizmin nüansları bizdeki karşılıklarıyla işaretlenebilirdi… Lisedeyken, Akder’in bir yazısında “dilemma” kelimesine rastlamıştım. Dilemmâ diye de telaffuz edip zihnimde Osmanlı hanesine iliştirmiştim. İsmail Hilmi Soykut hocama “bu ne demek efendim, lügatte yok” diye sorunca, “yok öyle bir kelime bizde” cevabını aldım. Hiç düşünmedi bile! Osmanlıca’da yok, İngilizce’de yok, peki nedir bu?! Sonradan Latince hocası anlattı. Aslı Yunanca, Osmanlıca’sı “kıyası mukassem” yeni Türkçesi “ikilem”… Râsi uzatmasıyla demokrasi, la’yı uzatarak laiklik diyenler; ince k sesiyle ekönömi diyenler, sürec’i (proses) süre yerine kullananlar, organizasyonu yerine organizesi deyip duranlar; daha nice savrukluklar… Türkçe’de kullanılan yabancı kelimeler bahsinin kuşatılması, ölçülü ve ayarlı bir kapsam tespiti ile özlü tarifler yahut tanıtımlar vererek ortalığın aydınlatılması, büyük bir Türkçe Sözlük için gereklidir. Seçim iyi yapılmış fakat daha iyi işlenebilirdi. Bu çapta bir sözlük, en büyük hasretlerimden biri olan mazbut bir kavramlar sözlüğünün özetini tazammun edebilirdi. (Tazammun, “zımnen içermek” gibidir. Var olanların içine, yedirerek dahil etmek nüansını da taşır. Örnek olsun diye kullandım.)

Bu kadar büyük bir emeğin ürünü olan büyük bir sözlük için eleştirel cümleler yazmak belki nahoş karşılanır. Fakat bütün heyecanımın, onu layık olduğu yerde görmek hassasiyetiyle ilgili bulunduğuna inanılmasını isterim. Bu gerekçe izahının takviyesiyle bir iki şey daha söylemek istiyorum. Kütüphanedeki rafına koyduğunuz zaman, ne isim okunuyor, ne de cilt numaraları. Grafik sanatı uzmanlığına tamam. Ama, zaruri ihtiyaçları veri kabul etmek, o ustalığa mani değil ki. “Ötüken Sözlük” yazısı ve cilt numarası, munis; ama bariz bir biçimde görülebilmeliydi… Birinci ciltte bazı sayfalar karışmış; gözden kaçırılmamalı ve sonraki baskılarda tashih olunmalı… Çağdaş görüntüye önem verilmiş, sunuş cümlelerinde “olanak” kelimesi bile kullanılmış. Ama “Kürt” kelimesi atlanmış. Olmaz… Bir cümlede üç tane “olmak” fiili hoş değil. (Önsüz’ün ilk paragrafı)

Eser, teşbih caiz ise, Kırat’ın taylık zamanını andırıyor. Hani Bolu Beyi anlamamış da, Köroğlu’nun babasına zulmetmiş. Hayır, bu eser yerini bulacak. Yalnız biraz beslenmesi lazım. En geç ikinci baskıda bunun gerçekleşeceğinden eminim.

* * *

Kelimeler değerli ve önemlidir.

Bir kelimeyi bilmek, onun kullanılışını bilmektir; sözlük anlamını ezberlemek değil.

Sözlük sadece bilmediğimiz bir kelimeyle karşılaşınca başvurulacak bir kaynak değil, kelimelerin kökleriyle ve sülaleleriyle aşinalık kurmak için arasıra ziyaret etmemiz gereken bir botanik bahçesi gibidir.

Yahya Kemal’de şöyle bir cümle okumuştum: “Zâikamızı Garblılar terbiye ettiği için…” şaşırdım. Ne güzel kelimeydi bu böyle! Zâika’nın ne demek olduğunu hemen anlamak mümkün, lügate bile bakmak gerekmiyor. Hayretim böyle bir kelimenin nasıl ihmale uğradığını düşünmem yüzündendi. Hâfıza nasıl var olmuşsa, zâika da öyle var olmalıydı ve kadük hale gelmemeliydi.

Tezat, tenakuz, tearuz, mübayenet… Hepsinin üstünü çizip çelişki demek, fukaralıktır. Hepsini ayrı bir cümlede kullanırım, hiçbirini diğerinin yerine taşıyamazsınız. Nüansları yok etmek, düşüncenin kolunu kanadını kırmak anlamına gelir. Yalnızca bir düşünmeyi ifade etmek için değil, üretmek için de kelimelere ihtiyacımız vardır. Kelime sadece ağzımızdaki dilin değil; beynimizin ruhumuzun malı ve imkanı sayılmak gerekir.

Sevgi, ruhumuzun canı; dil, ruhumuzun sesi. O sese önem verenler, kelimeleri de önemsemek durumundadırlar.

Dergâh’ın Türk Edebiyatı Ansiklopedisi’ne her bakışımda hazırlayanlara duyduğum minnet şöyle bir dalgalanır. Şu güne kadar, en sarp tasavvufi kavramlar dahil, bir tek bilgi hatasına rastlamış değilim. Ne yazık ki yeterince hakkı verilmiş bir eser sayılamaz. Birçok edebiyat ansiklopedisi incelemişimdir; Dergâh’ınki yanında hepsi sınırlı tecrübeler mesabesindedir. Bizim böyle bir yanımız vardır; adeta zımnî bir mutabakat teessüs etmiş gibi bazı eserleri yorumsuz bırakırız. Mesela Yılmaz Öztuna’nın Türkiye Tarihi hakkında keyifsizlik emaresi gösteren kişilere rastlamışımdır, fakat hiçbirinden herhangi bir eleştiri açıklaması alamamışımdır. Sadece birinden bazı bilinmeyen şer’î cezalar uygulandığının bilgisine itiraz sesi duydum; ona da ta’zir faslından haberdar olmadığını hatırlatıp geçtim. Şunu fark eder gibi oldum ki “Abdülhamid’i över, İttihatçı’ları yerer” gibi görünen değerlendirmelere sağ’da da özel tahammülsüzlük var! Ne kadar ciddi bir hata, ne kadar derin bir zaaftır bu. Âkif’in Abdülhamid hakkında yazdıkları, benim ne Âkif sevgime ne Abdülhamid saygıma küçücük bir gölge düşürmez. Onlar sıcak ve mazur yorumlardır; tarihe bugünden öyle bakılmaz. Abdülhamid’in ardından Talat Paşa bile tombul elleriyle yüzünü kapatarak “anlayamamışız” nedameti içinde gözyaşı dökmüştür.

Türkçe’nin yapısında, fiilin sonda oluşuyla alakalı olarak, konuşurken ve yazarken düşünmeyi zorlaştıran, önce mana sentezini kurup ona göre konuşup yazmayı gerektiren bir özellik vardır. Yani Türkçe konuşup yazabilmek için daha yoğun ve hızlı düşünmek gerekir. Bazı yabancı televizyonlarda nefes almadan konuşulduğunu görürsünüz! Türkçede (saçmalamadan) onu yapamazsınız. Yazılarımızdaki tashih götürmez cümle kamburlarının sebebi de budur. Türkçe’de islim sonradan gelemez! Bu onun düşünce ve felsefe dili olamayacağını değil, ki bazıları böyle olduğunu iddia ediyor; tam tersine, muğalatayı ve filodoksiyi engellediğini gösterir. Saçmalarsan hiç saklamaz, hemen ifşa eder. Bunu bazı tercüme eserlerde çok açık görüyoruz: ünlü bir sosyal eser tercüme edilmiş, ama bir tuhaf! Onun aslı da tuhaf ama, kendi dili Türkçe kadar ele vermiyor! Hele kıt kelimelerle bir şeyler yapabilmeyi, Türkçe kendi iç disipliniyle derhal cezalandırır!

… Ötüken’in Türkçe’ye hizmetini kutluyor eleştiri notlarımın hoş karşılanacağına da inanıyorum.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,39 M - Bugn : 68920

ulkucudunya@ulkucudunya.com