Kınalızâde Ali Efendi
Hasan Aksoy 01 Ocak 1970
916’da (1510) Isparta’da doğdu. Babası çeşitli kadılıklarda bulunan Mîrî mahlaslı Emrullah Efendi, dedesi Abdülkadir Hamîdî’dir. Hamîd-ili’nin merkezi Isparta’da oturan Abdülkadir Efendi kına kullandığından dolayı ahfadı da Kınalızâde (Hınnâvîzâde) lakabıyla tanınmıştır. Abdülkadir Efendi’nin bir müddet Fâtih Sultan Mehmed’e hocalık yaptığı ve onun çok yakını olduğu, daha sonra bir ara kazaskerlikte bulunduğu, ardından Isparta’ya dönerek orada vefat ettiği söylenirse de İbrahim Kutluk, Abdülkadir Efendi’nin Kanûnî Sultan Süleyman devrinde kadılık ve kazaskerlik yaptığını bildirerek Fâtih’in hocası olamayacağını belirtir (Kınalızâde, neşredenin girişi, I, 8).
Ali Efendi, ilk öğrenimini Isparta’da yaptıktan sonra İstanbul’a giderek akrabası Kazasker Kadri Efendi’nin nezaretinde tahsiline devam etti. Mahmud Paşa Medresesi müderrisi Mâlûl Emîr Efendi’den, Dâvud Paşa Medresesi müderrisi Sinan Efendi’den, Ali Paşa Medresesi müderrisi Merhaba Efendi’den ders aldıktan sonra Fâtih Medresesi’ne girip orada Kara Sâlih Efendi’den ve devrin meşhur âlimi Çivizâde Muhyiddin Mehmed Efendi’den istifade etti, ardından da ona muîd oldu (945/1538).
Kınalızâde Ali Efendi’nin müderrisliğe ilk tayini, hocası Çivizâde ile Ebüssuûd Efendi’nin aralarının açık olmasından dolayı biraz zaman aldı (Aksoy, MÜİFD, sy. 5-6 [1988], s. 126). 950’de (1543) Edirne Hüsâmiye Medresesi’nde görevlendirildikten sonra 953’te (1546) Bursa Hamza Bey, iki yıl sonra yine Bursa’da Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa, 957’de (1550) Kütahya’da Rüstem Paşa, bir yıl sonra İstanbul’daki Rüstem Paşa, 960’ta (1553) Haseki, üç yıl sonra Sahn-ı Semân, 966 Muharreminde (Ekim 1558) Süleymaniye Medresesi’ne tayin edildi. Ardından Şam (970/1562), Kahire (974/1566), Halep (Zilhicce 974 / Haziran 1567), Bursa, Edirne (Receb 976 / Ocak 1569) ve İstanbul (978/1570) kadılıklarında bulundu. Son olarak Abdülkadir Şeyhî Efendi’nin yerine Anadolu kazaskeri oldu (Muharrem 979 / Haziran 1571). Uhdesinde Anadolu kazaskerliği bulunduğu halde II. Selim’in maiyetinde Edirne meştâsında muhtemelen bir sefer hazırlığı esnasında nikris hastalığının nüksetmesi neticesinde vefat etti (6 Ramazan 979 / 22 Ocak 1572). Ölümüne, “Elin Hınnâlızâde yudı gör âb-ı hayâtından” ve, “İrtihâl eyledi kutb-ı ulemâ” mısralarıyla tarih düşürülen Ali Efendi, İstanbul yolu üzerindeki Seyyid Celâlî Türbesi civarında Nâzır Mezarlığı’na defnedildi. Atâî onu bir yahudi doktorun kasten öldürdüğünü belirtmektedir (Zeyl-i Şekāik, I, 168). Uzunçarşılı, Ali Efendi’nin ölümüyle ilgili olarak iki ayrı eserinde diğer kaynaklardan tamamen farklı tarih ve yerler belirtmektedir (Osmanlı Tarihi, II, 675; İlmiye Teşkilâtı, s. 234). Tayyib Gökbilgin de kabrinin Lala Şâhin Paşa Mezarlığı’nda bulunduğunu ileri sürmektedir (DİA, X, 428). Kaynaklarda hepsi de âlim ve şair olan Hasan Çelebi (meşhur tezkire sahibi; ö. 1012/1604), Mehmed Fehmi Efendi (ö. 1004/1596) ve Hüseyin Fevzi Efendi adlarında oğulları bulunduğu bildirilmektedir (Kınalızâde, II, 779-783; Sicill-i Osmânî’de oğulları olarak iki ayrı isimden daha bahsedilmektedir; bk. III, 501).
Kaynaklarda Ali Efendi’nin hemen her mevzuda mâlûmat sahibi, bilhassa tefsir, fıkıh, felsefe, riyâziyyât, belâgat ve inşâdda önde olduğu belirtilmektedir. Kâtib Çelebi onun hakkında, “Gerçekleri araştırıp bulan ulu Türk âlimi, dünyaya bir gelenlerdendir” ifadesini kullanmaktadır (Mîzânü’l-hak, s. 19). Ayrıca fazilet sahibi, güzel ahlâklı, kâmil bir insan olduğu kaydedilmektedir. Üç dilde şiir söylemesi onun Arapça ve Farsça’ya olan vukufunu gösterir. Şiirleri sanatkârane bulunduğu kadar ifadesi serbest, lafızları da son derece sağlam ve yerindedir. Öte yandan Ali Efendi şair Emrî’nin etkisiyle muammaya merak sarmış, bu türün edebiyatımıza girmesini ve yayılmasını sağlamıştır (Tarlan, s. 4-5; Kam, I/4 [1332], s. 364). Kaside ve gazel tarzında epeyce şiir yazan Ali Efendi’nin çok sayıda başka manzumesi de vardır (Aksoy, MÜİFD, sy. 5-6 [1988], s. 128-144).
Eserleri. A) Türkçe Eserleri. Ahlâk-ı Alâî*. Türkçe yazılmış ahlâk kitapları arasında önemli bir yere sahip olan eserin (Bulak 1248) sadece İstanbul kütüphanelerinde yetmişten fazla nüshası bulunmaktadır. Kaynaklarda Ali Efendi’nin bir divanı olduğu bildirilmekle beraber yazma nüshası tesbit edilememiştir. Sadettin Nüzhet Ergun da onun divanını görmediğini, şiirlerine çeşitli şiir mecmualarında rastladığını belirtmektedir (Türk Şairleri, I, 420). Bunların dışında Münşeât-ı Kınalızâde (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3300, 3314), Muammeyât (Nuruosmaniye Ktp., nr. 4289) ve Târîh-i Kınalızâde (Râgıb Paşa Ktp., nr. 984) adlı eserleri de vardır.
B) Arapça Eserleri. 1. el-Esʿâf fî aḥkâmi’l-evḳāf. İstibdâl ve istîcarla ilgili fıkhî hükümlerden bahsetmektedir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 185; Hacı Mahmud Efendi, nr. 1076). 2. Risâle fi’l-vaḳf (Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 446/9; Âtıf Efendi, Ktp., nr. 1778/6). 3. Ḥâşiye ʿalâ Envâri’t-tenzîl. Beyzâvî’nin eserinin hâşiyesidir (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 81; TSMK, III. Ahmed, nr. 1541/47). 4. Ṭabaḳātü’l-Ḥanefiyye. Eserde fakihler dinde, mezhepte ve meselede müctehid olmak üzere üç tabakada değerlendirilmektedir (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4662; İstanbul Arkeoloji Müzeleri Ktp., nr. 411). Bu eser Ahmed Neyle tarafından yanlışlıkla Taşköprizâde’ye nisbet edilerek yayımlanmıştır (Musul 1954, 1961). 5. Ḥâşiye ʿale’d-Dürer. Molla Hüsrev’in eserinin hâşiyesidir (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1107, 1115). 6. Ḥâşiye ʿale’l-Keşşâf. Zemahşerî’nin meşhur eserine hâşiyedir (Süleymaniye Ktp., Mihrişah Sultan, nr. 3913; Esad Efendi, nr. 1556/1). 7. Ḳaṣîde-i Mülemmaʿ. Altmış üç beyitlik bir na‘t olup Hasan Aksoy tarafından yayımlanmıştır (bk. bibl.). Ali Efendi’nin bunların dışında da hâşiye ve ta‘lîkātları bulunmaktadır (eserlerinin tamamı ve diğer nüshaları için ayrıca bk. Aksoy, Kınalızâde Ali Çelebi, Hayatı, İlmî Edebî Şahsiyeti Arapça Eserlerinin İstanbul Kütüphanelerinde Mevcut Yazma Nüshaları, s. 8-43; MÜİFD, sy. 5-6 [1987-1988], s. 129-130).