Seçim ekonomisi ve bağımsız kurumlar
Fatih Özatay 01 Ocak 1970
24 Ocak tarihli bir haber (T24). Sağlık Bakanı şöyle demiş: “İlaç eksikliği hasta sayısının fazla olmasından kaynaklı.” Kısacası, hastalara yetecek sayıda ilaç olmadığını söylemiş oluyor Bakan. Aynı tarihli bir diğer haber Türk Tabipleri Birliği Aile Hekimliği Kolu Başkanı’nın dile getirdiği sıkıntı ile ilgili (Diken): “Elimizde tek olan tetanos aşısını 13 yaşındaki çocuğa mı yoksa gebeye mi yapsak diye zorlanıyoruz.” Bu tür haberler yeni de değil. Şu ya da bu ilacın bulunmasında sıkıntı çekildiğine dair başka haberler de sık sık yer aldı son aylarda basında.
İlaç bulunamaması tek başına çok önemli. Ancak bu haberleri bu köşeye taşımamın temel nedeni bir başka dizi haber ile ilgili. Son zamanlarda hem bir dolu harcama hem de bir seri (gelir azaltıcı) af kararı alındığını öğreniyoruz. Mesela ehliyet cezalarının büyük kısmı affedildi. Keza ödenmeyen vergi borçlarına ilişkin af söz konusu. Yakında imar affı –çıktıysa, gözümden kaçmış- haberi duyarsak şaşırmam. Aflar bir tarafa bir de kamu harcamalarının büyük ölçüde artırılmakta olduğu anlaşılıyor. Sadece seçime kadar değil, seçim sonrasını da kapsayacak şekilde gerçekleşiyor bunlar (mesela EYT).
Gereken miktarda ilaç ve aşı bulunmasında sıkıntı yaşanırken maşallah kamu harcamalarında artış ya da kamu gelirlerinden vazgeçmekte hiç zorluk yaşamıyoruz. Alınıyor bir karar; oluyor, bitiyor. Tarihimiz mümtaz seçim vaatleri ile dolu. Rahmetli Demirel’in “kim ne veriyorsa beş lira fazlasını vereceğim”den tutun da Tansu Çiller’in “her aileye iki (ev ve araba) anahtar”ına ya da rahmetli Turgut Özal’ın seçimden önce on bir ay kamunun ürettiği ya da fiyatını belirlediği mal ve hizmetlere hiç zam yapmayıp, hemen seçimden sonra yıllık enflasyon kadar zam yapmasına kadar.
Örneğini verdiğim vaatler ya da uygulamalar yapılırken ilaç sıkıntısı yaşanıyor muydu bilmiyorum. Bildiğim şu: Siyasiler doğal olarak seçimde alacakları oy miktarını artırmak istiyorlar. Onların bu davranış biçimi ülkelerin ekonomilerindeki dengeleri tahrip etme potansiyeli taşıyor. İlk başlarda geniş halk kesimlerin yararına gibi görünen bu uygulamalar bir süre sonra önemli zararlar doğuruyorlar. İşte merkez bankalarının bağımsızlığı ya da kamunun borçlanmasının kurala bağlanması (mali kural) ve benzeri kurumsal düzenlemeler siyasilerin zararları sonradan ortaya çıkan bu tür uygulamalarını kısıtlamak için öneriliyor. Bu kısıtlamaları hayata geçirecek olanlar, yapacakları yasal değişiklikle yine siyasiler. Bu anlamda demokratik biçimde oluşturulan kısıtlamalardan söz ediyorum.