İran bu yıl kızışabilir
Bahadır Kaynak 01 Ocak 1970
Şimdiden belli, bu yılın en sıcak konularından biri İran olacak.
Kısa süre önce rejim karşıtı gösteriler ve Azerbaycan’la gerginlik üzerine iki yazı yazmıştım. Önce Tahran’daki Azerbaycan elçiliğine silahlı saldırı düzenlendi. Bunun gerginliği bitmeden İsrail’in hava saldırılarını izledik.
Birkaç gündür durum daha sakinleştiğinden Çinlilerin ABD üzerinde uçurduğu istihbarat balonları gibi konular öne çıkmış görünüyor. Fakat biz dikkatimizi yeniden uluslararası siyasetin en kritik meselelerinden İran’daki krize çevirelim.
ABD
Her ne kadar İran bölgesel dengeler açısından 1979’daki devrimden sonra sorun oluşturmaya başlasa da şah zamanında da belli bir gerilimin nüveleri görülmekteydi. 1973’teki petrol şoku sonrası gelirleri katlanan şahın bölgesel hakimiyet hevesi kabarmıştı. Nixon doktriniyle Ortadoğu’da jandarmalık görevini de üstlenen İran, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkeler için en azından bir soru işareti haline gelmişti.
Bunun üstüne mollaların iktidarı ele geçirmesi ve tamamen Batı karşıtlığı üzerinden şekillendirmesi, küresel siyasetin 20’nci yüzyıldaki en büyük alt üst oluşlarından biriydi.
O tarihten beri İran, ABD ve Ortadoğu’daki müttefiklerinin baş düşmanı. Araya Saddam’ın Irak’ı, 11 Eylül sonrası Afganistan veya IŞİD gibi dönemsel başka öncelikler girse de düşman listesinde en uzun süre kalan aktör konumunu kimselere kaptırmadı.
Obama döneminde gerilimin en azından kontrol edilebilmesi için varılan nükleer anlaşma önemli bir adımdı ama kalıcı olamadı. Trump’la birlikte uzlaşının rafa kaldırılması bugünlere kadar tırmanarak gelen gerilimde yeni bir sayfa açtı.
Suudiler
İran belki de hegemonik güç ABD’den daha fazla bölgesel aktörlerin rahatını kaçırıyor. Her şeyden önce Suudi Arabistan’la ölümcül rekabet en uzlaşılmaz görünen. Irak, Suriye, Lübnan’da vekaleten sürdürdüğü mücadele Yemen’de neredeyse doğrudan karşı karşıya gelme noktasına doğru ilerliyor.
Basına sızan gizli yazışmalarda Suudi yönetiminin Amerikalıları İran’a saldırı için teşvik ettiğini okumuştuk. Nükleer anlaşma imzalandığında da rahatsızlığını en açıktan belli eden Suudilerdi. Bu gelişmeden dolayı Obama en nefret ettikleri ABD başkanıydı. İşi bozan Trump ve damadı Jared Kushner’e sempatileri de bir o kadar açıktı. Cam kürenin önünde kral Salman, Mısır lideri Sisi ve Trump’ın verdiği o unutulmaz pozun en önemli çıkarımlarından birisi de İran karşıtlığıydı.
Suriye
Suriye’de 10 yılı aşkındır süren boğuşmanın en önemli boyutlarından biri de Tahran’la ilgili. Daha Rusya sahaya inmeden önce, Esad yönetimi içinde Türkiye’nin de bulunduğu ittifakın baskısıyla bunalırken Şam’a ilk destek çıkan güç Tahran’dı. 1970’lerden beri süren ittifak ilişkisine sahip çıkarak Akdeniz kıyısındaki bu önemli müttefikinin düşmesine karşı durdu. Elbette ancak Rusya’nın fiili müdahalesiyle Esad ayakta kalabildi fakat neticede İran’ın direnci de not edildi. Karşılığında da nihayet bileğini büktüğü Ankara’nın Astana Süreci ile kendi çizgisine meyletmesini sağladı.
Öte yandan Esad ile İran arasındaki bu özel ilişki başka bir önemli aktör İsrail’i çatışmanın içine çekti. Doğrudan Rusya ile bir sorunu bulunmayan İsrail, konu ne zaman bölgedeki İran yanlısı unsurlar olsa şiddetle karşılık vermeyi sürdürdü. Senelerdir de Suriye’nin içerisindeki farklı gruplara İran yanlısı olduğu gerekçesiyle saldırıyor.
Şam’ın egemenlik haklarının açıktan ihlali bu davranış biçimini İsrail kendi güvenliğini sağlamak için terörle mücadele amaçlı müdahale olarak açıklıyor. Rusya da Suriye’deki rejimi ayakta tutmak için gösterdiği bütün çabaya karşın İsrail’in saldırıları karşısında bir tepki göstermiyor. Dolayısıyla İran’ın kontrol ettiği unsurlar Suriye toprakları içerisinde ‘açık av‘ olarak görülüyor.
Irak
Saddam rejiminin yıkılması sonrası Şii grupların bazıları üzerinden etkinliğini artıran İran, Irak’ta en etkin oyunculardan biri. Burada da ABD ve Suudi Arabistan’la olduğu kadar Türkiye ile de gözlerden nispeten daha uzakta bilek güreşi sürüyor.
Kafkaslar
Öte yandan İran’ın son zamanlarda en çok dikkat çeken müdahaleleri Ukrayna ve Kafkaslarda gerçekleşti.
Rusya’nın Batı tarafından silahlandırılan Ukrayna karşısında zorlandığı anlarda Moskova’ya yaptıkları kamikaze drone satışlarıyla gündeme gelmişlerdi. Bu hava araçlarının ciddi etkisi olduğunu, hem Ukrayna hem Batılı müttefiklerinin tepkisini çektiğini biliyoruz.
Azerbaycan cephesi
Kuzeybatıda ise Azerbaycan’ın Ermenistan karşısında 2020 Eylül ve Ekim aylarında başarıyla yürüttüğü harekattan beri İran’ın rahatsızlığı artıyor. Dağlık Karabağ’dan Ermeni güçlerinin çıkarılması Bakü’nün ve onun en yakın destekçisi Türkiye’nin özgüvenini katladı. Bununla yetinmeyen iki başkent Ermenistan’ın güneyinden Nahçıvan’a uzanan Zengezur koridoruyla doğu-batı aksında aracısız, kesintisiz bir akış sağlamayı hedefliyor.
Bu projenin gelişmesi halinde İran, Kafkasya’dan yalıtılacağını düşünüyor. Nüfusu içerisinde önemli bir ağırlığı bulunan Azerilerden kaynaklanan bölünme korkusu da hesaba katılınca Irak’ta, Levant’ta veya Yemen’de giriştikleri mücadelelerden çok daha varoluşsal bir sorunla karşı karşıya olduklarını düşünüyorlar. Dahası Azerbaycan’ın sadece daha kontrollü bir rekabet yürüttüğü Türkiye ile değil aynı zamanda İsrail’le de kapsamlı işbirlikleri var.
İsrail faktörü
İşte bu koşullarda İsrail’in, İran’a yönelik ABD destekli müdahalesi ve Türkiye’nin takınacağı tavır önem kazanıyor. Bu haftaki saldırılar daha geniş kapsamlı bir hazırlığın ilk perdesi olabilir.
İsrail Hava Kuvvetleri’nin bir direnişle karşılaşmadan İran’a ait askeri üs, üretim tesisi ve rafineleri vurabilmesi önemli bir gösterge. Bu, hamleyi sadece politik olarak yapabileceklerini göstermiyor, aynı zamanda askeri teknolojilerinin de böyle bir saldırıya uygun olduğunu ortaya koyuyor.
Geçen haftaki saldırılara üçüncü bir ülkenin katıldığına dair ilk beyanlarla daha sonra ABD’nin doğrudan yer almadığı açıklaması çelişkili. Saldırılarda insansız hava araçları kullanıldığı söyleniyor ama İsrail’e ait F-35’lerin kullanıldığına dair iddialar da var. Bu, F-35’lerin imkanlarının ve bundan Türkiye’nin çıkarması gereken derslerin ayrıca tartışılmasını gerektiriyor ama şimdilik konumuza dönelim.
İsrail’de siyasetin giderek daha sertlik yanlısı bir çizgiye savrulmasına rağmen bunun bölgesel konumlarını sarsmaması, ABD ile uyumun sürmesi, Netanyahu hükümetine İran konusunda oyun alanı sağlıyor.
2023’te işler kızışabilir
Filistin meselesi, İbrahim Anlaşmaları’ndan da anlaşılacağı gibi pek kimsenin gündeminde değil. Türk hükümeti bile uzun bir inadın sonunda Tel Aviv’le ilişkileri düzeltme yoluna gidiyor.
Hedefteki İran ise birçok konudan dolayı Batı ile sorun yaşıyor. Ukrayna çatışmasına dahil olması, Azerbaycan’ı tehdit eder hale gelmesi ise bardağı taşırmış olabilir.
Nükleer müzakerelerin de bir yere varmadığından hareketle 2023’te işlerin kızışması gayet olası görünüyor.
Türkiye’nin pozisyonu
Sayılan hemen bütün maddelerde Türkiye’nin de İran’la ciddi anlaşmazlıkları olduğu görülüyor. Hele Azerbaycan’la gerginlik Ankara’yı iyice huzursuz etmiş olmalı.
Öteden beri İran’a yönelik bir saldırıya karşı çıkan Ankara’nın şu andaki yaklaşımı daha muğlak gibi gözüküyor. Astana ortaklarından Rusya konusunda daha titiz olan Türkiye’nin, İran’a bakışının farklılaştığı ve daha olumsuz hale geldiği hissediliyor.
Önümüzdeki aylarda işlerin daha kızışması halinde Ankara’nın ne tavır takınacağını şimdiden düşünmesinde fayda var.
İsyan ateşiyle kavrulan İran’da rejimin diğer yanda hızla aleyhine dönen bölgesel dengelere ateşle karşılık vermesi uzak ihtimal değil.