Keçecizade Fuad Paşa
17.01.1815 – 12.02.1868 01 Ocak 1970
Mehmed Fuad Paşa bilim adamlarından meşhur şair Keçecizade İzzet Molla’nın büyük oğludur. Âli Paşa’nın doğduğu 1230-1814 yılında İstanbul’da doğmuştur. Cami derslerine ve Tıbhane adıyla açılan Tıbbiye okuluna (Tıb Fakültesi) devam ederek öğrenim yapmıştır. Tıp okulumuzun ilk öğrencilerindendir. O zamanın doktorluk dili Latince olduğundan ve öğretmenleri Meternich’in yardımıyla Viyana Üniversitesinin gözde öğretmenlerinden (Bernar, Rigler, Watbichler) getirildiğinden dolayı eski doktorlarımız gibi Fuad Efendi de latin dilinin fen kısmını öğrenmişti. Tophane doktorluğuna atanan ve bu görevle Çengeloğlu Tahir Paşa maiyetinde Trablus Seferine giden Fuad Efendi doktorluğu ve askerliği bırakıp politikayı tercih etmişti. Tercüme kalemine girişi 1253-1837’dedir. Reşit Paşa, Âli Efendi gibi Fuad Efendi’yi de takdir ederek 1254-1838’de birinci tercüman ve Londra elçiliği başkâtibi, 1260-1844’te Madrid geçici elçisi ve ertesi sene Divan-ı Hümayun tercümanı 1263-1847’de Âmedci tayin ettirmiştir.
Macar İhtilâlinin genişleyerek Memleketeyn’e sıçramasından korkulduğundan ve Bâb-ı Âli ihtilalcilerden Osmanlı ülkelerine sığınacaklara kapıları açtığından Fuad Efendi komiserlikle Bükreş’e gönderilmiş(1265-1849) Rusya’nın işe karışması ile ihtilâl bastırıldıktan sonra bazı hususların görüşülmesi ve düzeltilmesi için Osmanlı hükümeti tarafından oradan Petersburg’a(5) gönderilmiştir. Bâb-ı Âli’nin, Avusturya harp divanları tarafından idama mahkûm edilen ve hiçbir kurtuluş yolları kalmayan Macar ihtilalcileri hakkında gösterdiği koruyucu tutum ile Reşit Paşa Avrupa nazarında bir kat daha prestij kazandığı gibi Fuad Efendi de görevlendirildiği işte sağlam bir tutum ve etraflı bir anlayışla başarı göstermişti.
Petersburg’ta iken Bâlâ rütbesi ile sadrazamlık müsteşarı olan Fuad Efendi, Âli Paşa sadrazam olunca (Şevval 1268-1852) dışişleri bakanı olmuş, Mençikof’un olağanüstü elçilikle İstanbul’a gelmesi dolayısıyla bakanlıktan ayrılmış (1269-1853) ve elçi ile yüz yüze gelmemiştir. Rus savaşından faydalanmak maksadıyla kımıldanmaya başlayan Yunanlıların durumunu incelemek üzere 1270-1854’te Yanya’ya gitmiş ve Yunan çetelerinin bastırılmasında çoğu kez orduya kendisi kumanda ederek idari işlerdeki akıllı tedbirlerine ek olarak askerlik alanında da üstünlük göstermiştir. Bir onbaşı, askerler namına kendisine bir ferahi takdim etmiş ve paşa da bunu fesine takarak bir tarihi hâtıra olarak saklamıştır. Dönüşünden sonra Tanzimat meclisi başkanlığı üzerinde olarak vezirlik rütbesiyle ikinci defa dışişleri bakanı olmuştur(1271-1855).
Üçüncü defa dışişleri bakanlığında iken Şam Olayı meydana gelmiş, Fuad Paşa resmen askeri komutanlık görevini de alarak tam yetki ile olağanüstü delege tayin edildiği Şam’a gönderilmiştir. Mahalle çocuklarının kavgası ile başlayan olayın ne yazık ki genişleyerek çıban haline gelmesi Müslüman ve Müslüman olmayan halk arasında kanlı çatışmalara dönüşmesi üzerine Napoleone III. nın atak politikası Fransa’yı olaya karışmaya şevketmiş otuz bin kişilik bir ordu hazırlanmasına başlanmış ise de Fuad Paşa’nın çabuk hareket etmesi ve buna Paris Büyükelçisi Ahmet Vefik Paşa’nın gayretinin eklenmesi ile Fransa’nın olaya karışma eylemi tavsamış ve mesele giderilmiştir. Fuad Paşa’nın yaptığı işlerden birisi Arabistan Ordusu Müşiri (Mareşali) ve Şam Valisi Nazır Ahmet Paşa’yı azil ve İstanbul’a iade ile muhakemesinden sonra Şam’da kurşuna dizdirmesidir(1277-1860). Bu Ahmet Paşa Harp Okulunun yetiştirdiği ilk kurmay subaylardan olup dürüstlüğü ve temizliği ile tanınmış, namazında, abdestinde Allah’tan korkan birisi idi. Geçen Rus savaşında(1853 Osmanlı-Rus Savaşı) Tuna boyu hareketlerinde yararlık göstermiştir. Bir süre Harb Okulu nazırlığında (müdürlüğü) bulunduğundan nazır lakabı buradan kalmıştı. Şam olayında karışıklığı süratle bastıramamak suçundan yargılanmış, idam hükmü kendisine bildirildiğinde “eğer devletin derdi benimle giderilecek ise kanım helâl olsun” demişti. Şam’da Muhiddin-i Arabî türbesine gömülmüştür. Şam halkı bu kurbanı manevi değerler(evliya) rütbesine çıkarmıştır.
Fuad Paşa Şam’da bulunduğu sırada Meclis-i Vâlâ ve Tanzimat Meclisi Başkanlığı ve dördüncü defa Dışişleri Bakanlığı ile değerlendirildikten sonra Serkurena aracılığı ile Mühr-ü Hümayun kendisine gönderildi. (1 Cumadiyülûla 1278-1861). Ertesi sene recebinde (23 Aralık 1862) ileri gelen bakanlarla sözbirliği ederek meşhur istifa mektubunu sunmuş ise de(ll) bakanlar sözlerinde durmadıklarından Fuad Paşa sadrazamlıktan düşmüş, ertesi hafta Meclis-i Vâlâ-i Ahkâm-ı Adliye Başkanlığı’na (22 Recep 1279-1863) ve bir ay sonra seraskerlik makamına ve padişahın Mısır gezisinde Yaver-i Ekremlik unvanına ve döndükten sonra da ek olarak ikinci defa sadrazammlık görevine kavuşmuştur (15 Zilhicce 1279-1867) İki sene sonra azledilerek (21 Muharrem 1283-1866)(12) beşinci defa Dışişleri Bakanı olarak Avrupa gezisinde padişahın yanında bulunmuştur (1284-1867). İkinci sadrazamlığından uzaklaştırılmasına Padişah Abdülaziz’in Mısırlı Prenses Tevhide Hanımla evlenme arzusuna kesin karşı koyması sebep olmuştur. Kalp hastalığından rahatsız olduğundan geziden dönüşte hastalığı arttığından hava tebdili için Yakacığa ve sonra doktorların tavsiyesi üzerine İtalya yolu ile Güney Fransa’da bulunan Nice şehrine götürülerek “devlet işlerinin bilgili doktoru ve millet gönlünün şifası iken kalp (hastalığına) çare bulunamayarak” orada sonsuzluk evine göçmüştür (1285-1868). Fransa’da parlak bir anma merasimi yapılarak cesedi bir devlet vapuruna bindirilerek İstanbul’a getirilmiştir. Ölüsünü yıkayan ve cenazesini İstanbul’a getiren Paris büyükelçiliği imamı meşhur Tahsin Hocadır. İstanbul’da büyük merasimle Fazlı Paşa’da Üçler Camii mezarlığına gömülmüştür.
Fuad Paşa esprili konuşması ve hazır cevaplığı ile şöhret kazanmış olup “bir ayağı üzerinde bin lafın belini bükerdi”. Neşeli konuşması, ataklığı ve becerikliliği Reşit Paşa’dan üstündü. Aşağıda birkaç tanesini söyleyeceğimiz nükteler ve gelişi güzel konuşmaları halk arasındaki atasözleri gibi İstanbul ileri gelenlerinin ağızlarında dolaşırdı. Parlak bir zekâsı olduğundan devlet işlerinde sıkılmaz ve amaca ulaşmak için çapraşık yollara sapmayarak saldır saldır cadde de yürürdü. Memleket ve millet yararına uygun gördüğü önlemleri ve eylemleri uygulamaya koymak için arkadaşı Âli Paşa gibi yer ve zamanın uygun olup olmadığını uzun uzadı düşünmeyi ve ezilip büzülerek ince eleyip sık dokumayı sonuçsuz ve çıkmaz yola sapma sayardı. Böyle yapacağı şeyleri derhal uygulamaya koymasından dolayıdır ki bazı önemli ve büyük işlerde başarı kazanmış, fakat birkaçı yarım kalmıştır. Bir gün Sultan Abdülaziz kendisi ile Âli ve Mütercim Rüştü Paşa arasında ne fark olduğunu sormuş, Fuad Paşa “bir ırmak kenarına indiğimizde karşı yakaya geçmek için bir köprü kurulduğunu görsem ben hemen köprüye saldırırım, Âli Paşa köprünün sağlam olup olmadığını incelemeye başlar ve geçit arar, Rüştü Paşa bir alay asker geçmedikten sonra köprüye ayak basmaz” cevabını vermiş. Bu kıyaslama üçünün karakterini hakkıyla açıklamaktadır.
Âli Paşa Girit’te iken kendisi Rikâb-ı Hümayunda sadaret kaymakamı idi. Fransa elçisinin Girit hakkında Bâb-ı Âliye resmî şekilde başvurduğu vakit kesin bir dille verdiği bilinen red cevabı her yiğidin kârı değildir.
Hareketlerinde, alışkanlıklarında ve davranışlarında keyfine göre serbest hareket etmeye alışmış olan Sultan Abdülaziz Avrupa gezisinde filan saatte giyinmek, filan saatte, filan davete uymak gibi dakikasında yapılması gerekli olan resmi merasimlerden sıkılmıştı. Özellikle Osmanlı soyundan gelen padişahların Avrupa’ya ilk gezisi olması dolayısıyla Paris ve Londra’da pek parlak hazırlıklar yapılmış olması merasim cenderesini daha da sıkıcı bir hale koymuştu. Padişah hazretleri bazen karşı koymak ister, inandırmak ve razı etmek için Fuad Paşa da fazla yorulurmuş. Bu manevi yorgunlukların hastalığının artmasını etkilediği söylenir. Deniz komutanlarımızdan rahmetli Rasim Paşa’dan işittiğime göre İngiltere’ye geçmek için Calais(Kale)’ye geldiklerinde padişah hazretleri deniz tutmasına dayanamadığından Manş Denizi’nin dalgalı olduğunu bahane ederek İngiltere’ye gitmekten vaz geçilmesini ve geri dönülmesini Fuad Paşa’ya söylemiş. Fuad Paşa Rasim Paşa’yı çağırtarak padişahı razı etmesini rica etmiş. Rasim Paşa Manş Denizi’nde birçok kereler gidip geldiğini (okuldan mezun olduktan sonra yedi sene İngiliz Deniz Kuvvetlerinde çalışmıştı) ve fırtına denilen şeyin karşı yakaya yakın biraz çırpıntıdan ibaret olduğunu ve Prens Dö Gal’in donanma ile karşılamaya geldiğini, İngiltere’de milyonlarca halkın padişahın gelmesini ve onun yüce yüzünü görmeyi büyük bir arzu ile beklediklerini, sözünü tutmamanın ileride politika bakımından büyük olumsuz etkiler yapacağını anlatarak razı etmeyi başarmıştı. Gerçi makamı cennet olan padişah denizden hayli rahatsız olmuş ise de Londra’da yapılan olağanüstü parlak karşılama törenlerinden memnun kaldığından sonra Rasim Paşa’ya “paşa iyi ettik de Londra’ya geldik, gelmemezlik olmayacakmış” demiş.
Bu Avrupa gezisine az insanla çıkılmamış, bir gemi dolusu maiyet ile gidilmişti. Kebabcıbaşı, Hamurcubaşı, Pilavcıbaşı, mutfak kâtibi ve benzeri kişiler grupta bulunmakta idi. Toulon’a varıldığı zaman ağalar rıhtıma çıkarlar; padişahı rıhtımda karşılayacak olan kurulda Toulon deniz komutanının karısı da bulunuyormuş. Bizim periyor saatli ve gümüş köstekli aşçılar dekolte madamın etrafını çevirerek bıyık burmaya başlamışlar, kadının sıkılmaya başladığını gören Fuad Paşa hemen rıhtıma atlayarak ağaları uzaklaştırdıktan sonra takdim ve görüşe sırasında madama “geçen sene kolera baskınına uğradınız (bir sene evvel güney Fransa’da kolera çıkmıştı) bu sene de Türklerin hücumuna uğruyorsunuz” demesi üzerine kadın “Ekselans bu onun yerini doldurur” karşılığını vermiş.
Yabancı bir lokalde büyük devletlerin gücünden ve büyüklüğünden bahsedilirken Fuad Paşa “en kuvvetli devlet Osmanlı Devleti’dir. Siz dışardan ve biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz yine yıkamıyoruz” demişti.
Hocapaşa büyük yangınından sonra sokakların düzeltilmesine ve caddelerin genişletilmesine ön ayak olduğundan yola rastlayan türbe ve medreselerin yıkılması lazım gelmiş, halk her zamanki gibi söylenmeye ve paşaya lânet okumaya başlamış; Divanyolu’nda türbeleri yıkılan “Köprülü Mehmet Paşa ile Firuz Ağa’nın ululuğundan korkmalıdır” diye uyarmalarda bulunan birine Fuad Paşa “Köprülünün gönlünce hareket ettiğimden dolayı onun ruhunun şad olacağından eminim, Firuz Ağa’ya gelince, onun gibilerini benden evvel gelen sadrazamlardan katledenler olduğundan ondan da çekinmem” cevabını verdiği gibi yeni açılan caddelerin kaldırımlarını öven bir başkasına da “evet, o kaldırımlar bize atılan taşlarla yapılıyor” demiştir.