HİRAM ABAS’I KİM ÖLDÜRDÜ? / Ünal İnanç
01 Ocak 1970
26 Eylül 1990 günü o dönemde çalıştığım Sabah Gazetesi Ankara bürosunda telefonla Mehmet Eymür tarafından arandım. Mehmet (Eymür), Hiram Ağabey’in öldürüldüğünü kendisinin havaalanına doğru yola çıktığını, İstanbul’a gideceğini söyledi. Ardından ilave etti; Korkut (Eken) da senin oraya gelmek üzere, hemen aşağı in. Toparlandım, büro haber sorumlusu Süha Örtülü’ye ‘İstanbul’u uyar, Hiram Bey’i öldürmüşler Bağdat Caddesinde’ dedim. O dönemde Hilton Otelinin karşısındaki büroda çalışıyorum. Aşağı indim, o sırada da Korkut geldi. O dönemde İstanbul’a karayoluyla ancak E5’den gidiliyordu. Üç buçuk saatte Hiram ağabey’in evine geldik. Eşi, kızı, oğlu ve Eymür’ün yanı sıra evde bir çok insan daha vardı. Son derece üzüntülüydüm. Hiram Ağabey, çok okuyan, fazlasıyla lisan bilen bir insandı. Özellikle organize suç, espiyonaj, kriminoloji (suç bilimi), psikoloji ilgilendiği sahalardı. Bu konular benim de hobimdi. Yeri doldurulmaz bir dost, bir hoca kaybetmiştim. Ölü evinde bir kenarda düşünürken aklıma geldi, bir ay kadar önce konuşurken;
‘Cumhurbaşkanı’na bir memorandum sundum. Bana son derece ters gelen bir yapılanmayı gözlemledim. Bu ülke için felaket olur. Gereğini yapmazsa basına vereceğim. Dün Uğur Dündar ve Erol Simavi ile atıcılık kulübündeydim. Uğur bir silah almış, ilgilendim, kullanmaya yatkın. Erol’a bahsettim, yayınlarız dedi.’ dedi.
Aklıma birinci MİT raporu ve Hiram ağabeyin istifası geldi. Ankara’dan İstanbul’a kadar uğurlamıştım. Öndeki arabada Hiram ağabey, eşi ve kızı bulunuyor, arabayı da oğlu kullanıyordu. Arkadaki arabada Korkut, Mehmet ve Ben vardık. Hiram ağabeyin bir basın toplantısı düzenleyeceğini söylediler. Ben de bunu son derece yanlış olacağını, söylemesi gereken bir şey varsa bunu tek bir gazeteciye anlatması gerektiğini vurguladım. Bana ‘sen söyle’ dediler. Korum otelde mola vermiş yemek yiyorduk. Konuyla ilgili fikrimi açtım. Düşündü, ‘kiminle konuşmamı önerirsin’ diye sordu. Ben de ‘Güngör Mengi’yle’ dedim. Muammer Beye de bir sözüm vardı dedi. Bense, ikisinin kardeş gazetelerin yazarları olduğunu, birinin Yeniasır, diğerininse Sabah’ta çalıştığını söyledim.
Mengi’yle konuştuktan sonra Ankara’dan Muammer ağabeyi aradım. Muammer ağabey de İstanbul’a gelecekti. Buluşma günü Muammer ağabey bir kalp krizi geçirdiği için gelemedi. Güngör ve Hiram Bey’in söyleşisi iki gün Sabah’da yayınlandı. Büyük ilgi çekti. Hiram Bey ‘bu basında çıkmadan duyulursa canıma kast edebilirler’ diye bir şey söylemişti ve irkilmiştim. Hiram ağabey bana ‘sayın Mengi’yle konuş yine onunla konuşayım’ dedi. Güngör beyi aradım. Üstü kapalı anlattım. Güngör bey ‘benimle hangi sıfatla konuşacak. Emekli MİT müsteşar yardımcısı olarak mı yoksa Cumhurbaşkanı’nın güvenlik danışmanı olarak mı’ diye sordu. Ona hangisinin cazip geleceğini sordum, güvenlik danışmanı deyince, Hiram bey kabul etti. Güngör’le buluştuğunu ve konuştuğunu anlatmıştı. Ben oradaki arkadaşlara Hiram ağabeyle geçen bu olayı anlatınca hemen meseleyi anladılar. Sen solcusun, şüpheleri başka tarafa mı çekmek istiyorsun dediler.
Hiram ağabeyin ölümünden iki üç gün önce Güngör eşini kaybetmiş ve bir arkadaşıyla dinlenmek için tekneyle dolaşmaya çıkmıştı. Hiram ağabeyin defnedildiği gün beni aradı, denizde olduğunu söyleyerek olayı sordu.
İSVİÇRE CİTİBAM FİRMASI, ANDROTTİ VE ROCHİLD BANK
Aradan kısa bir zaman geçti. Öldürülen bir DEV-SOL militanında Hiram ağabeyi öldüren silah bulundu. Zaman akıp giderken İsviçre’de federal savcının yaptığı bir operasyonu öğrendim. Federal savcı Rochildbank’ı basar. Genel müdür Jurkher’in zimmetinde Rochild’e ait 140 milyon, başka birilerine ait 100 milyon İsviçre frangı görünmektedir. Genel müdüre bu konuda sorular yöneltir. 140 milyonun sahibi Rochild, aman efendim. Benim genel müdürümle böyle bir konuda anlaşmazlığım olamaz. Çok daha büyük paralar defaten onun zimmetinde görünebilir der. 100 milyonun sahipleri de aynı şekilde konuşur. Nahif bir zat olan genel müdür savcıya papuç bırakmaz ve şunları söyler; Sen bir şey yapmak istiyorsan bana şöyle sorular sor, yüce papanın vallessaya aracılığımla gönderdiği 35 milyon doları anlatayım. (bundan önceki Polonyalı papa JeanPaul). Hadi onu sormuyorsan İtalyan mahkemeleri dönemin başbakanı Andriotti’nin rüşvet olayını soruyor. Aracılığımla citibam firmasının agusto helikopterler için yaptığım ödemeleri anlatayım. Hadi onları sormuyorsun şu Londra’da köprüye asılı banker Calvi vardı. Onun katiline ödediğim beş milyon doları anlatayım.
Bu olay benim dikkatimi çekti. İsviçre’de hükümlü bulunan Abdullah Çatlı ne tesadüf ki bu sıralarda hapishaneden kaçmayı başarabilmişti. Yine ne tesadüf ki Rochildbank’ın adı geçen genel müdürü Türkiye’ye gelmiş, bir oto galerisinin yanı sıra altın ve zirkonla da uğraşan Sivaslı bir işadamının yanında görünmüştü. Yine ne tesadüftür ki büyük bir kulübün başkanının çiftliğinde Haluk Kırcı, Abdullah Çatlı ve bizim genel müdür bir arada görülmüşlerdi. Ha sonra ne oldu derseniz; Ataköy’de bir daireden genel müdür birileri tarafından alındı. Azerbaycan’a götürüldü. Devir Muttalibov devriydi. Başsavcı Ramazanov muydu neydi adı ülkenin en etkin adamıydı. Eldeki fidyenin gidişine hiç kimsenin sesi bile çıkmadı. Dolanan laf KGB aldı götürdüydü. Ama bu başka bir KGB idi.
İnsanın aklına neler geliyor. Aradan kaç yıl geçti. Hiram ağabey, Vatan gazetesinin baş yazarı Güngör Mengi ile acaba neler konuşmuştu.