Elde var, dayanışma…
Murat Sevinç 01 Ocak 1970
Her açıdan büyük bir felaket yaşıyoruz, Türkiye’nin 10 şehrinde, daha küçük bir bölgede olmakla birlikte Suriye’de… Pırıl pırıl ortaokul öğrencilerini ve öğretmenlerini Adıyaman’da, fazla beton harcamamak için taşıyıcı kolonlarının içine tuğla sıkıştırılmış bir otelin enkazında yitiren Kıbrıs’ta ve memleketin her evinde…
Evet, her açıdan. Türkiye gibi ülkelerde bir doğal afet yalnızca doğal afet olarak karşılanamıyor, tartışılamıyor; zira herhangi bir afetin neden ve sonuçlarını doğal sıfatıyla ele alamadığımız koşullarda geçiyor ömrümüz. Halihazırda, bilim insanlarının söylediğince birkaç yüzyıldır biriken enerjinin bir günde iki büyük depreme neden oluşuna yapacak bir şey yok, buna mukabil sonuçları üzerine yapacak, düşünecek, söyleyecek çok şey var.
Kaç deprem yaşandı bu memlekette, kaç insan can verdi, kaç insan ömrünü o dakikaların huzursuz uğultusuyla yaşadı… bir süre konuşulup tartışıldı, ilk yıllarda o gün geldiğinde anacak kadar hatırlandı, sonrasında yalnızca yaşayanların ve yakınlarını kaybedenlerin hafızasında yer etti olup biten. Ölen öldüğüyle kaldı, ateş düştüğü yeri yaktı. Burada, Türkiye’de, bu sistemin devamından yarar görenlerle yaşamak zorunda bırakıldığımız için.
50 küsur yaşındayım, ailem, sevdiğim insanlar var herkes gibi ve İstanbul’da, bilim insanlarının “Olacak” dediği bir depremde yaşamımı, yakınlarımı kaybetme ihtimaliyle yaşıyorum. Bunu bilerek, düşünerek, dillendirerek.
İnsanın aklı almıyor bu saçmalığı ve işte kamucu siyaset bu nedenle var, insanlar akıl almaz işlerle sınanmasın ve başa gelme ihtimali olanlar, kamu yararını gözeten bir siyasetle önlenebilsin diye.
1970’ler sonundan itibaren devletlerin ve 1980’le birlikte Türkiye’nin önce alıştıra alıştıra, ardından hızla kamuculuğu terk edişi, devletin çekilmemesi gereken alanlardan çekilip görünmemesi gereken her yerde gölge edişi, kamu hizmetleri hızla özelleşirken devletin giderek güvenlik aygıtına dönüşmesi, bu somut gerçeği dile getirenlerin maharetle itibarsızlaştırılması, yok sayılması, eski kafalılıkla ithamı… Varılan yer ortada.
Şu anda sonuçlarını kestirmekte zorlandığımız öyle bir acı yaşanıyor ki buradan ya yeni, eşitlikçi ve insancıl bir sistem kurarak çıkılacak ya da… Aklı başında herkes, çökenin ne olduğunu görüyor ve yeni bir siyasal düzenin kurulabilmesi ancak içtenlikli bir kamucu anlayışa mümkün; bir partiyi destekleyen müteahhitlerin gidip yerine diğer partiyi destekleyen müteahhitlerin gelmesiyle değil.
Kamuculuğun altını özellikle, kalınca çiziyorum ki devlet tapıncıyla karıştırılmasın. İnsanım, kamunun bir parçasıyım ve kamuculukla kastedilen, yurttaş katılımıyla yurttaş yararına siyasa belirlemektir. Devlet, hepi topu 5 bin yıllık bir yönetim aygıtı, insanlık tarihinin çok küçük bir dilimi. İnsan, devletten önce vardı.
Biz toplumuz ve kamuculuk bir avuç sömürgenin değil, bizim, toplumun menfaati için çabalamaktır. Bir binada oturuyorsam, o binanın yapım aşaması ve sonrasının denetimi kamu yararına, yani bizlerin yararı için yapıldığında güvende hissederim kendimi. Kamu yönetimindeki o kamu, bizlerin yaratığı olan kurumlarının yönetimini anlatır; içinde senin benim yer almadığımız, insansız, yurttaşsız bir kamu mevcut değil.
İnsanlar enkaz altındayken şu satırları yazmak istememin tek bir nedeni var. Günlerdir tanık olduğum(uz) yurttaş dayanışmasının olağanüstülüğüne yeniden dikkat çekmek. İnatla ve ne güzel ki her şeye rağmen birbirine düşmeyen halkın, yekdiğerinin elinden tutma, yarasına merhem olma çabasına. İyi, insancıl, sağaltıcı olanı görelim diye, başka türlü ayakta kalamayacağız. Süflî olana, faşiste, yardım için gelen yabancıdan dahi rahatsızlık duyan sosyopat ırkçıya, ahlaksıza, uğursuza aşinayız; güçlendirip çoğaltmamız gereken ise zaman zaman varlığını unutuverdiğimiz dayanışma duygusu, dürüst insanların dayanışması.
Eşitlikçi değerler ve dayanışma da her şey gibi öğrenilir, tecrübeyle edinilir. İnsanlar günlerdir caddelerde, sokak aralarında, pasaj kapılarında, irili ufaklı salonlarda zincir oluşturdu, sabahtan akşama yardım paketi taşıyor. Görüyorum, sokaktan geçenler durup şöyle bir bakıyor, anlamaya çalışıyor yapılanı ve ardından zincire ekleniyor. Dayanışma, toplum olma ve toplum gibi davranma isteği, azmi. Sayısız yurttaş, partisinde, derneğinde, mahallesinde, bilgisayarının başında, deprem alanında, elini uzatanın yanı başında, sosyal medya hesaplarında canhıraş bir çaba içerisinde.
Yaşadığımız, çoğu zaman olduğu gibi göz göre göre gelen felaketin yarattığı haklı öfke ve çaresizlikle birleşen tarifsiz bir acı. Ve bir kez daha, evet, herkes bu toprakta çürüyenin, çökenin, iflas edenin ne olduğunun farkında. Hal böyleyken bizi, hiç olmazsa çoluk çocuğumuzu neyin kurtaracağı da açık. Ahlaklı, eşitlikçi, insancıl bir hukuka saygılı, birlikte yaşamın asgari gereklerinin farkında yurttaşın sergileyeceği dayanışma arzusu, örgütlenme yeteneği, el uzatma istek ve becerisi. Söz konusu niteliklerin kamu yararı güden siyasetin hizmetine sunulması ve bir yönetim şekline dönüşmesi. İnsandan, halktan umut kesmemek gerek.
Ağır günler bunlar ve görünen o ki elde var, yurttaş dayanışması