Ebû Medyen
Tahsin Yazıcı 01 Ocak 1970
515 (1121) yılı civarında Endülüs’te İşbîliye (Sevilla) yakınlarındaki Katniyane (Cantillano) kasabasında doğdu. Küçük yaşta yetim kaldı. Ağabeylerinin koyun sürüsünü güttüğü sıralarda çevresindekilerin ibadet edip Kur’an okuduklarını gördükçe bilgisizliği yüzünden bu tür dinî vecîbelerini yerine getiremediği için büyük bir eziklik duymaya başladı; bu şekilde içinde tahsil arzusu doğdu. Kardeşleri başlangıçta tahsil için ayrılmasına engel oldularsa da onun son derece istekli ve kararlı olduğunu görünce anlayış gösterdiler. Bunun üzerine Katniyane’den ayrılan Ebû Medyen önce Tanca’ya, daha sonra Sebte ve Merakeş’e gitti. Merakeş’te iken Endülüs’e giden bir askerî birliğe katıldı. Dönüşünde, kendisini ilim ve ibadete verecekse Fas’a gitmesi gerektiği tavsiye edilince Fas’a geçti. Daha sonra Karaviyyîn Camii’nde fıkıh okumaya başladı, Ali b. Gālib’den Mâlikî fıkhı dersleri aldı; İmam Mâlik’in el-Muvaṭṭaʾını ve Tirmizî’nin el-Müsned’ini okudu. Öğrendiği nazarî bilgilerin yanı sıra derslerde geçen âyet ve hadisleri günlük hayatta ve nefsinde uygulamaya büyük çaba gösteriyor, bunların derunî mânalarını iyice kavramaya çalışıyordu. Zâhir ulemâsında aradığını bulamayınca mutasavvıf Ebü’l-Hasan İbn Hirzihim’in sohbetlerine devam etmeye başladı. Hâris el-Muhâsibî’nin er-Riʿâye li-ḥuḳūḳı’llâh adlı eseriyle Gazzâlî’nin İhyâʾü ʿulûmi’d-dîn’ini ondan okudu. Tarikat hırkasını Ebû Abdullah ed-Dekkāk ile Ebü’l-Hasan Ali es-Selevî’den giydi. Daha sonra kerametlerini duyduğu Ebû Yaizzâ Yelennûr b. Meymûn’un meclisine katıldı. Bir müddet sohbetlerine devam ettikten sonra onun iznini alarak Bicâye’ye gitti. Ebû Yaizzâ’ya büyük hayranlık duyduğunu ifade eden Ebû Medyen, şeyhi hakkındaki yakışıksız söylentileri reddederek ona olan bağlılığını devam ettirdi (İbnü’z-Zeyyât, s. 323).
Ebû Medyen hac için gittiği Mekke’de birçok âlim ve sûfî ile buluşup kendilerinden faydalandı. Arafat’ta görüştüğü Abdülkādir-i Geylânî’den hadis dinledi, hırka giydi, feyiz aldı. Bâdisî, Bağdat’ın bu büyük sûfîsi ile görüşmüş olmayı büyük nimet sayan Ebû Medyen’in Ahmed er-Rifâî ile de görüştüğüne dair bir rivayet kaydeder. Ancak bunun muhtemelen ruhanî bir görüşme olduğunu söyler (el-Maksadü’ş-şerîf, s. 64).
Hac dönüşü o sırada Muvahhidler’in hâkimiyeti altında bulunan Bicâye’ye yerleşen Ebû Medyen, Ebû Zekeriyyâ ez-Zevâvî Camii’nde ders vermeye başladı. Kekeme olmasına rağmen sabah namazlarından sonra yaptığı tasavvufî sohbetler büyük ilgi görüyor, halk kendisinden fetva sormak ve duasını almak için uzak beldelerden onu ziyarete geliyordu. Halk arasındaki şöhret ve nüfuzunun gittikçe artması devlet adamlarının da dikkatini çekti. Bu arada bazı zâhir ulemâsı onun mehdîlik iddiasında bulunan İbn Tûmert’e benzediğini ileri sürerek devlete baş kaldırabileceği yolunda söylentiler çıkardı. Bunun üzerine Muvahhid Hükümdarı Ebû Yûsuf Ya‘kūb el-Mansûr Bicâye valisinden Ebû Medyen’i Merakeş’e göndermesini istedi, ancak kendisine saygıda kusur edilmemesi gerektiği tâlimatını da verdi. Bu emir karşısında yaşı bir hayli ilerlemiş olan Ebû Medyen birkaç müridiyle birlikte Merakeş’e gitmek üzere yola çıktı. Tilimsân bölgesine varınca hastalandı. İsser vadisindeki çok beğendiği Ubbâd köyünde vefat etti; vasiyeti gereğince aynı köyde toprağa verildi.
Ebû Medyen’in müridleri tarafından sık sık ziyaret edilen Tilimsân şehrinin güneydoğusundaki Ubbâd köyü zamanla gelişerek bir kasaba halini aldı. Şeyhin vefatından kısa bir süre sonra Muvahhid Sultanı Muhammed Nâsır-Lidînillâh b. Ya‘kūb el-Mansûr’un yaptırdığı türbe, Merînî Sultanı Ebü’l-Hasan tarafından onarılıp genişletilmiştir. Kare bir plan üzerine yeşil kiremitli, dört köşeli bir çatı ile örtülü türbe içten kubbelidir. Kapı kemerleri çevresi Türk hâkimiyeti döneminde tezyin edilmiş olup önünde bir avlu ve şadırvan bulunmaktadır. Daha sonra yapılan ve bugüne kadar oldukça iyi korunan cami, medrese, kasır ve hamamla türbe ve çevresi bir külliye halini almış, birçok ziyaretçinin uğradığı, pek çok öğrenci ve dervişin eğitim ve öğrenim gördüğü bir müessese durumuna gelmiştir. Bir ara inzivâya çekilen İbn Haldûn da bir süre burada kalmıştır (et-Taʿrîf, s. 145). Ebû Medyen bugün de Tilimsân ve çevresinin mânevî sahibi ve koruyucusu olarak kabul edilmekte, bütün Kuzey Afrika’da büyük bir saygı görmektedir. Mağrib halkı çok defa çocuklarına onun künyesini (Ebû Medyen) ve unvanını (Gavs) ad olarak verirler.
Ebû Medyen’in oğullarından Medyen, Mısır’da Deştûtî Camii hazîresindeki türbede medfundur (Şa‘rânî, I, 133). İbnü’l-Arabî, Ebû Medyen’in âmâ fakat kalp gözü açık bir oğlu olduğunu belirtir (el-Fütûhât, III, 349).
Şeyhü’ş-şüyûh, üstâdü’l-evliyâ, sultânü’l-vârisîn, Ebü’n-Necât ve Sîdî gibi unvanlarla anılan Ebû Medyen’in özellikle Kuzey Afrika ve Endülüs mutasavvıfları üzerinde güçlü ve kalıcı etkileri olmuş, tesiri Yemen’e kadar yayılmıştır. Kendisine nisbet edilen ve Şuaybiyye adıyla da anılan Medyeniyye tarikatının yirmiden fazla şubesi vardır. Onun Batı İslâm dünyasındaki yeri genellikle Abdülkādir-i Geylânî’nin Doğu İslâm dünyasındaki yerine benzetilir. Bununla beraber Abdülkādir-i Geylânî’nin üstünlüğünü Ebû Medyen de kabul etmiştir (Câmî, s. 528).
Şer‘î hükümlere ve ibadetlere hassasiyetle bağlı kalan Ebû Medyen, “şeytanın bile baştan çıkaramayacağı derecede” kâmil bir velî, bir kutub ve gavs kabul edilir. “Bunca insan sana saygı gösterip elini öpüyor, bu seni hiç değiştirmiyor mu?” diyenlere, nebî ve velîler öptüğü halde kendisinde bir değişiklik meydana gelmeyen Hacerülesved gibi olduğunu söylemesi (Câmî, s. 528), onun tevazu ve mânevî mertebesini ifade etmesi bakımından önemlidir.
Kuşeyrî’nin er-Risâle’sini elinden bırakmaması (Makkarî, VII, 141), incelediği tasavvuf kitapları arasında Gazzâlî’nin İhyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i gibi bir eser görmediğini söylemesi, hocası İbn Hirzihim’den Hâris el-Muhâsibî’nin er-Riʿâye li-hukūkı’llâh’ını okuması, onun sahip olduğu tasavvuf anlayışı konusunda yeterli fikir vermektedir.
Ebû Medyen’den “şeyhimiz” diye söz eden İbnü’l-Arabî, onun kâinatta Allah’tan başkasını görmeyen ve zuhûr* ehli denilen bir zümreden olduğunu söyler (el-Fütûhât, II, 134, 519; III, 169). Ebû Medyen fakrı, “O’ndan başkasını görmemektir” şeklinde tarif eder (Şa‘rânî, I, 134). “Gerçek fakir almaktan çok vermeye hevesli olur” der (Münâvî, II, 84). Tevhid ve tevekkül konusundaki görüşleri özellikle kayda değer bulunan Ebû Medyen kerametlere fazla önem verilmesini tehlikeli bulmuş (İbnü’z-Zeyyât, s. 323), ihlâslı ve gerçek müridin halktan ve şöhretten sakınması lâzım geldiğini (İbnü’l-Arabî, el-Fütûhât, IV, 105), vaazda halka ümit ve müjde vermenin daha doğru olacağını söylemiştir (İbnü’z-Zeyyât, s. 428).
Ebû Medyen melâmet ehlinin tam tersine müridlerine açıktan ibadet etmelerini öğütlemiş, “Günahkârlar nasıl hiç çekinmeden açıkça günah işliyorlarsa siz de öylece açıkça ibadet ediniz” demiştir. Bu sebeple İbnü’l-Arabî onu ve çevresindekileri “aleniyet ve cehr ehli” olarak nitelendirmiştir (Münâvî, II, 83).
Câmî, İbnü’l-Arabî’nin Ebû Medyen’in sohbetlerine katılıp hizmetinde bulunduğunu söyler (Nefehât, s. 527). Fakat onun Ebû Medyen’le görüştüğünü doğrulama imkânı yoktur. İbnü’l-Arabî Ebû Medyen’in halifelerinden faydalanmış, ona hayran olmuş ve tesirinde kalmış, söz ve menkıbelerini çeşitli eserlerinde zikretmiştir (Keklik, s. 91-97).
Ebû Medyen’in el-Vasıyye ve el-ʿAkīde adlı iki risâlesi bulunmaktadır (bk. Brockelmann, I, 784). Kendisine nisbet edilen bazı kasideler ve şiir parçaları Dîvânü Ebî Medyen adıyla yayımlanmıştır (Dımaşk 1938). İbn Kunfüz’ün Ünsü’l-fakīr ve ʿizzü’l-hakīr adlı eseri Ebû Medyen’in menâkıbnâmesi sayılır.