« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 Eki

2009

AHİLİĞİN TARİHÇESİ

01 Ocak 1970

AHİLİĞİN ORTAYA ÇIKIŞINI HAZIRLAYAN SEBEPLER

Ahîliğin ortaya çıkışını ve Anadolu'da yayılışını kavrayabilmek için, Türklerin, İslâm'ı din olarak benimseme zamanına ve kabul yerleri olan Azerbaycan, Horasan ve Maveraünnehir bölgelerine bakmak gerekir.

751 yılında Çinlilerle İslâm orduları arasında yapılan Talas savaşından sonra, İslâmiyet Türkler arasında hızla yayılmaya başlamıştır. Türklerin, İslâm dinini kabul etmelerinde; önceki inançlarının bu dine yakın olması, yayılmayı kolaylaştırmıştır. O dönemlerde ortaya çıkan tasavvuf akımlarındaki "cihat" bilinci, İslam'ın Türkler arasında yayılmasını hızlandıran bir diğer neden olmuştur. Türler, İslâm'dan önce de savaşçı bir ruha sahiptiler. Yeni din, bunu yok etmediği gibi teşvik etmiştir.

İslâmiyet'ten önce Türkler arasında seçkin kişiler olarak görülen Ozan ve Kam'larla İslâm evliyaları ve dervişleri toplumsal konumları açısından birbirine yakın kişilerdi. Olağanüstü güçlere sahip ve gaipten haber verdileri kabul edilen kamlar ile İslâm evliyaları birbiriyle rahatlıkla kaynaştılar. Bu rahatlığın temelinde, İslâmiyet'in emrettiği cihat ile Türklerin savaşçılık eğilimleri arasındaki güçlü ilişkiydi(1). Türklerin İslâm'dan önceki ahlâk değerleri, onları İslâm'a yaklaştırmaktaydı. İyiliği, doğruluğu öğütleyen bu değerler İslâm'ın güzel ahlâk kurallarına uygundu.

İslâmiyet'in din olarak Türkler tarafından kabul edildiği asırda, sınır boylarını dolduran ribatlar, mücahid dervişlerin faaliyet üsleri olmuşlardır. Bu merkezler, tasavvufun Türkler arasında yayılmasını kolaylaştırmıştır. Yeni yaşayış tarzı, Türk'ün karakterine uygundu. Bu sebeple İslâm'ı benimseyen Türkler, "Derviş-gâzi" kimliğine bürünüyorlardı(2).

İlk müslüman Türk devletlerinin tasavvuf cereyanlarını desteklemeleri ve Derviş-gâziler için tekke, zaviye ve ribat inşa etmeleri, bu yaşantının yaygınlaşmasını kolaylaştırıyordu. Köprülü, bu konuda şunları yazar:

"... Şark İslâm dünyasına yeni bir nizam getiren Selçukîler zamanında yeni ribatların yapıldığını görüyoruz. Eskiden de olduğu gibi, büyük ve zengin ribatlar, bilhassa hükümdarlar, prensler, büyük devlet adamları, büyük tacirler tarafından yaptırılıp vakfediliyor ve masraflarını karşılamak üzere ehemmiyetli emlâk ve arazi tahsis olunuyordu.(3)"

Türk devletlerinin tekke, zaviye ve ribatları benimsemelerinin, bunların sayılarının hızla artmasına dayanak oluşturduğu söylenebilir. Devletin desteğiyle gelişen ve çeşitli isimlerle anılan bu kurumlar, başıboş bırakılmamış; devletin denetimi ve kontrolü altına alınmışlardır. Tekke, zaviye ve ribatlar devletin gösterdiği doğrultuda faaliyet göstermişlerdir. Bu merkezler zamanla devlet için sosyal yardım, imar faaliyetleri ve askerî üsler rolünü oynar duruma gelmişlerdir. Birer kültür ve eğitim yuvası olarak devletin genel amacına hizmet etmişlerdir(4).

Ahmet Yesevî gibi mutasavvıfların fikirlerini Türkçe ile ifade etmeleriyle Ahi birlikleri, büsbütün kuvvetlenmiş ve kitleleri harekete geçirecek güce erişmişlerdir.

Selçuklu döneminde, devletin ileri gelenleri ve mutasavvıflar tarafından Anadolu, savaşçı ruha sahip Derviş-gâzilere ve göçebelere hedef olarak gösterilmiştir. Nişâbur'a gelen kalabalık bir Oğuz kütlesi İbrahim Yınal Bey'e yurtsuzluktan ve geçim sıkıntısından şikayet edince Selçuklu Beyi onlara şu öneride bulunmuştur:

"Memleketim sizin oturmanıza kifayet edecek kadar geniş değildir. Bu sebeple doğrusu şudur ki, Rum (Anadolu) gazâsına gidiniz, Tanrı yolunda cihat yapınız ve ganimet alınız, ben de arkanızdan gelip size yardım edeyim.(5)"

Bu teşvik sonucunda, içerisinde her toplum kesitinden (esnaf, tüccar, din âlimi) insanın bulunduğu kitleler Anadolu'ya yoğun bir göç hareketi başlatmışlardır. Göç dalgaları kısa zamanda insan seline dönüşmüştür. Gerek ilk göç döneminde ve gerekse Moğol istilasının etkisiyle meydana gelen XIII. ve XIV. Yüzyıllardaki ikinci göç dalgasında Anadolu'ya gelenlerin büyük bir kısmını Türkmenler oluşturmuşlardır(6).

Özellikle ikinci göçte, Anadolu' ya çok kalabalık bir sufî kütlesi gelmiştir. Oğuz Türklerinin Anadolu'yu fethettiği asırlarda tasavvuf merkezli yaşam tarzı, etkin ve yaygın bir biçimde İslâm dünyasının her tarafını kaplamıştı. Kuvvetli siyasî bir merkezîyetin bulunmayışı, hâkimiyetin küçük emirlere geçmesine ve karışıklıkların doğmasına sebep oluyordu. Karışıklıkların mânevî otoriteye dayanan tasavvufî bir yaşam tarzıyla giderilmeye çalışılması, emirlerin ve sultanların şeyhlere yönelmesi ve tarikatların devlet tarafından resmen tanınması gibi sonuçlar doğurmuştur. Tarikatların, sultanların ve devlet hayatı üzerinde etkin rol oynadıkları bir dönem başlamıştır(7).

Selçuklular güçlendikten sonra Anadolu, Türk ve İslam kültür merkezî haline geldi. Anadolu Selçukluları da, tekke ve zaviyeler kurdular. Buralarda yetişen dervişler ve şeyhler, Anadolu'da kuvvetli bir tasavvuf fikrinin oluşmasına ortam hazırladılar. Selçuklu sultanlarının, şeyhlere saygı göstermeleri nedeniyle, büyük mutasavvıflar, cihat ve yerleşime elverişli olan Anadolu'ya yönelmeye başlamışlardır(8).

Anadolu Selçuklu saltanatının genişlemeye başladığı devirde, Abbasî halifesi Nasır, siyasî otoritesini güçlendirmek ve İslâm ülkelerini bir merkezî otorite etrafında toplamak amacıyla Selçuklu sultanına "fütüvvet şalvarı" göndermiştir. Halife Nasır Lidinillah tarafından Anadolu Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev'e gönderilen heyet içinde fütüvvet libasını kendisine takdim etmek üzere Evhad'ud-Din Kirmanî ve damadı Ahî Evren' de bulunmaktaydı(9). Sultan 1. Gıyaseddin Keyhüsrev'in halife tarafından gönderilen elçileri kabul edip, fütüvvet libasını giymesi, fütüvvet anlayışının devletin himayesi altında Anadolu'da hızlı bir şekilde yayılmasına sebep olmuştur.

Fütüvvet Anadolu'da, kendine has isim ve özelliklerle yayılmıştır. Bunun başlıca sebebi Horasan bölgesinden Bağdat yolu ile Anadolu'ya gelen ve halifenin elçiliğini yapan Evhad'ud-Din Kirmanî ile damadı Ahî Evren'dir. Fütüvvet, Anadolu'da Ahîlik adı ile ve tamamen sufî bir karakterle yayılmıştır(10). Bu isim, daha önce Horasan ve Azerbaycan'da da kullanılmıştır. Horasan'dan gelen Evhad'ud-Din Kirmanî ile halife ve müridlerinin bu yayılışta etkin oldukları şüphesizdir.

Tasavvuf fikirlerinin Anadolu'ya yerleşmiş olması, Ahîliğin tarikat görünümünde çok geniş alanlara yayılmasına ortam hazırlamıştır. Bunda, Ahîliğin örgütlenme ve yayılma biçiminin tarikatlara benzemesinin önemli rolü vardır. Ahîlik, şehirlerde, köylerde, kasabalarda, hattâ dağ başlarında, geçitlerde zaviyeler kurarak varlığını sürdürmüştür. Bu durum, Anadolu'yu karış karış gezmiş olan İbn Batuta'nın seyahatnâmesinde de belirtilmektedir(11).

Anadolu Ahîliğini mistik bir tarikat olarak kabul eden Barkan, şunları yazmaktadır:

"Bu mistik tarikat ve teşkilatın ne büyük bir kuvvet temsil ettiğini, aralarına aldığı halk kütlesini muayyen sosyal nizamlar için nasıl harekete getirerek zamanlarının olaylarında büyük roller oynamış olduklarını tarih esasen kaydetmektedir.(12)"

ANADOLU'DA YAYILIŞI


Anadolu Selçukluları döneminde, Anadolu'da yayılan ve Osmanlının kuruluşunda çok önemli rol oynayan Ahîler, sadece şehirlerde değil; kasaba, köyler ve dağ başlarında da faaliyette bulunmuşlardır. Şehirlerde kurdukları tezgahlar ve iş merkezleriyle devletin ekonomik ve ticari hayatına hakim olan Ahiler, dağ başlarında kurdukları derbent ve zaviyelerde de askerî faaliyetlerde de bulunmuşlardır.

Ahîlerin ıssız yerlerde kurdukları zaviyelerde gelen-geçene hizmet edildiğini anlatan İbn Batuta, buraların masraflarını karşılamak üzere vakıflar kurulduğunu da bildirmektedir(1). Bu örgütlenme şeklinin, Anadolu'ya göç döneminde kurulan ribat örgütlerinden kaynaklandığı sanılmaktadır. İbn Batuta'nın tanımladığı ettiği zaviye tipi ve bu zaviyelerde gösterilen faaliyetler daha önce ribatlarda gösterilmiştir(2).

Ahîler hizmet edebilecekleri her yere zaviye kurup, kurumlarını en ücra köşelere kadar yaymışlardır. DİPNOTLAR
1. İbn Batuta, a.g.e., 1971, s. 61.
2. Köprülü, M.F., a.g.e., 1942, s. 275.
DİPNOTLAR
1. Turan, O., "Selçuklular ve İslâmiyet", İstanbul, 1971, s. 14.
2. Köprülü, M.F., "Abu İshak ve Kazrunî ve Anadolu'da İshakî Dervişleri", Belleten, Cilt. 33, Ankara, 1969, s. 223-234.
3. Köprülü, F., "Ribat", Vakıflar Dergisi, Cilt II, Ankara, 1942, s. 273.
4. Turan, O., a.g.e., 1971, s. 20.
5. A.g.e., s. 35.
6. Okhan, M.A., "Hacı Bayram Veli Münakaşaları Münasebetiyle", Ankara, 1950, s.36-37.
7. Köprülü, F., "Türk Edebiyatı'nda İlk Mutasavvıflar", Ankara, 1976, s. 197.
8. Ahmet Eflakî, a.g.e., Cilt 1, 1973, s. 122.
9. "Kadın Ansiklopedisi", Tercüman Gazetesi yay., Cilt II., İstanbul, 1984, s. 516.
10. Taeschner, F., a.g.e., 1972, s. 229-230.
11. İbn Batuta Seyahatnâmesi, (Çev. İ. Parmaksızoğlu), ist. 1971.
12. Barkan, Ö.L., "İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler", Vakıflar Dergisi, Cilt: II, Ankara, 1942, s. 283.

AHİLİK’İN OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞUNDAKİ ETKİLERİ

Ahîler, cihat anlayışları gereği, sürekli olarak savaş yapılan "uç" bölgelerine yönelmişlerdir. Bu duygu onları, Osmanlı Beyliği'nin kuruluş bölgesine doğru harekete geçirmiştir. Çünkü, oralar savaşa uygun yerlerdir. Dönemin istikrarsızlığı, Anadolu Selçukluları'nın yönetim zayıflığı ve Moğol baskısı, "uç"lara yönelişi hızlandıran diğer faktörler olmuştur.

Uç'ta faaliyet gösteren Osman Gazi'nin amacı, basit bir toprak kazanma ve orada egemenlik kurmadan ibaret değildi. Onun ideali, İlâ-yı Kelimetullah'ı, yani "Allah'ın adı"nı her tarafa yaymaktı. Bu nedenle, diğer Derviş gaziler gibi Ahîler de Osman Gazi'nin etrafında oluşan halkaya katıldılar. Osman Gazi'nin kuvvetlerine katılan derviş gaziler ve Alperenler, pirlerinin "şu ata bin, batıya git, atın durduğu yerde in ve hemen hizmete başla" emrinin gereğini yaptılar. Akıncı derviş-gaziler, Türk'ün "Gökyüzünü vatanının çadırı yapma" idealini İslâm'ın "yeryüzünü secde yapmaya uygun duruma getirme ve zamana ezan sesiyle hâkim olma" anlayışı doğrultusunda harekete geçtiler(1).



Orta Anadolu'da Selçuklu-İlhanlı Devleti hâkim olurken, uçlarda, sınır bölgelerinde ve dağ kesimlerinde Türkmenler egemen durumdaydı. Doğudaki asayişsizlik ve istikrarsızlık, baskı ve zulüm yüzünden göçen bir çok din âlimi, şeyh ve Türkmen babası da uçlarda sığınak bulurken, aynı zamanda kitleleri peşlerinden sürüklüyorlardı. Osman Gazi'nin çevresinde toplanan şeyh ve Türkmen babaları peşlerinden sürükledikleri; "... yarı Şamanî olan bu Türkmenleri İslâmlaştırıyor; Uçlarda İslâm kültürünü ve gaza mefkûresini kuvvetlendiriyor; bu sebeple de bu Türkmen istilaları gaza ve Türkmen beyleri de uç gazileri sıfatını kazanıyordu. Bu uçların dervişlerle ve zaviyelerle dolmuş olmasının sebebi budur.(2)"

Ahîlerin uçlarda, yani Osmanlı Beyliğinin kurulduğu bölgelerde çok önemli roller oynadıkları, fetihlerin gerçekleşmesinde büyük gayretleri olduğu bilinmektedir. Ahîler, fütühatı başarmak için Osmanlı ordularına yalnız örgütlü ve imanlı savaşçı sağlamakla kalmayıp, halk arasında dinî ve sosyal fikirleri propaganda etmekle de uğraşmışlardır. Onlar, faaliyete geçtikleri ülkelerin sosyal yapısında ve siyasî örgütlerinde büyük yenilikler yaparak, yeni gelenlerle yerli halkın kaynaşmasını sağlayarak fütühat işlerini kolaylaştırmışlardır. Rum ilini, İslâmlaşmasında, derviş-gazilerin, alperenlerin ve Ahîlerin büyük rol oynadıkları bilinmektedir.

Barkan, derviş kütlesinin fetihlerde oynadıkları rolü şöyle anlatmaktadır:

"... bazı delillere göre diyebiliriz ki, orta zaman hukukiyatına karşı yeni bir sosyal nizam ve adalet telakkisi taşıyan ve esrarengiz bir din propagandası şekline bürünen misyoner Türk dervişlerinin telkinatı ordularla birlikte ve hatta ordulardan evvel fütühata çıkmış ve karşı tarafı daha evvel manen fethetmiş bulunmaktadır.(3)"

Osmanlı Beyliği'nin kuruluşu sırasında dervişlerin etkinliklerinden o dönemin bütün kaynakları bahsetmektedir(4). Hatta Beyler ile derviş pirlerinin her zaman beraber hareket ettiklerini de bu kaynaklardan öğrenmekteyiz. Osman Gazi'den başlayarak beyler derviş pirlerinin birlikte hareket ettikleri söylenebilir. Osman Gazi'nin, Ahî olan Şeyh Edebali'nin kızı ile evlenmesi, bunun göstergelerinden birisidir.

Osman Gazi ile kızını evlendiren Şeyh Edebali'nin; nüfûzlu, varlıklı ve mütevazı bir Ahî olduğunu bütün tarihçiler belirtmektedir(5). Edebali'nin, Kırşehir'de yaşanan Ahî katliamından önce Ahî Evren ile görüştüğü ve Kırşehir'den Söğüt tarafına gittiği tarihi kaynaklarda anlatılmaktadır(6).

Edebali'nin aynı zamanda Vefâî'ye tarikatının muridi ve Baba İlyas'ın halifelerinden olduğu da ileri sürülmektedir(7).

Bütün bu bilgiler, Aşık Paşazade'nin varlığından bahsettiği; "Ahiyân-ı Rum, Bacıyân-ı Rum, Abdalân-ı Rum ve Gaziyân-ı Rum zümrelerinin(8) beraber hareket ettiklerini gösterir. Nitekim, Bacıyan-ı Rum teşkilatının kurucusu kabul edilen kişinin Ahî Evren'in hanımı olduğu, Abdal Musa ile görüştüğü(9) ve Bacıyân-ı Rum mensublarının tezgahlarında dokunan malzemenin yeniçerilere "külah" olduğu görüşü hâkimdir(10). Uzunçarşılı, Osmanlı-Ahî ilişkisini şu şekilde açıklamaktadır:

"Osman Bey'in faaliyeti esnasında, Orta Anadolu'da Ahîlik ve Babaîlik olarak iki mühim tarikat vardı. Ahî Reislerinden olup, Eskişehir civarında İtburnu mevkiînde tekkesi bulunan Şeyh Edebali, o havalinin en itibarlı ve sözü geçen ulularındandı. Tahsilini Mısır'da yapmış olan Edebali'nin kızı Malhatun'u Gazi Osman Bey almış ve bu suretle Ahîlerin nüfûzundan istifade temin etmişti. Nitekim, Şeyh Mahmut Gazi, Ahî Şemseddin ve oğlu Ahî Hasan ve sonra da Osmanlılarda Kadı, Kazasker ve Vezir olan Cendereli (meşhur tabir ile Çandarlı) Kara Halil de Ahîlerden olup, bunların hepsi Osmanlı Beyliğinin kurulmasında ve büyümesinde hizmet etmişlerdi.(11)"

Bütün bunlar; Ahî Evren'in Anadolu'ya gelmesiyle birlikte Ahilerin örgütlenmeye başladıklarını, ahi kurumlarının çok geniş bir alana yayıldığını, Selçuklular zamanında ekonomik ve ticârî faaliyetlerinin yanı sıra, askerî ve siyasî faaliyetlerde de bulundukları, Osmanlı Beyliği'nin kuruluşunda ve güçlenmesinde etkin rol oynadıklarını ortaya koymaktadır.

DİPNOTLAR
1. Kara, M., "Din, Hayat, Sanat Açısından Tekke ve Zaviyeler", İstanbul, 1977, s. 105.
2. Turan, O., a.g.e., 1971, s. 58.
3. Barkan, Ö.L., a.g.e., 1942, s. 283.
4. Hoca Sadeddin Efendi, "Tacüt't-Tevârih", (Çev. İ. Parmaksızoğlu), Cilt I, Ankara, 1974, s. 28-29.
5. A.g.e., s. 28.
6. Bayram, M., a.g.e., 1982, s. 540.
7. Ocak, A.Y., "Babaîler İsyanı", İstanbul, 1980, s. 164.
8. Aşıkpaşazade, "Aşıkpaşaoğlu Tarihi", (Çev. N. Atsız), İstanbul, 1970, s.
9. Bayram, M., a.g.e., 1982, s. 540.
10. Kadın Ansiklopedisi, Cilt: II., 1984, s. 606.
11. Uzunçarşılı, İ.H., "Osmanlı Tarihi", Cilt 1, Ankara, 1972, s. 105.

AHİLİK’İN ÇÖZÜLÜŞÜ VE LONCALARA DÖNÜŞMESİ

Osmanlı Beyliği'nin kuruluşu sırasında önemli görevler yüklenen Ahîlik kurumunun, Beyliğin devlete dönüşmesinden sonra, bazı fonksiyonlarını yitirdiği görülür. Özellikle askerî faaliyetler içinde olan, orduya yardım eden, ona ikmal ve lojistik destek sağlayan Ahîlik, bu faaliyetlerini daha sonraları yürütememiştir.
I. Murat döneminden itibaren, Ahîlik kurumunun "eli bayraklı, beli kuşaklı" kısmı, yeniçeriliğin temelini oluşturarak, bu faaliyetini sona erdirmiştir(1). Devletin silahlı gücü oluştuktan sonra, bu faaliyetin son bulması normal bir sonuç olarak değerlendirilebilir.

II. Murad ve Fatih dönemlerinden sonra ise, pek çok fonksiyonlarını kısmen veya tamamen kaybeden Ahilik kurumu, bir esnaf teşkilatına dönüşmüştür(2).

DİPNOTLAR
1. Gündüz, İ., "Osmanlılara Devlet-Tekke Münasebetleri", İstanbul, 1984, s. 105.
2. Gürata, M., "Unutulan Adetlerimiz ve Loncalar", Ankara, 1975, s. 79.

Ziyaret -> Toplam : 125,19 M - Bugn : 77212

ulkucudunya@ulkucudunya.com