Babam Abdülkadir Sezgin'in Ardından
Mehmet Emin Sezgin 01 Ocak 1970
Çocukken, ulaşım araçları bu kadar hızlanmamış ve henüz çok daha rahatsız iken, şehirlerarası yolculuklarda beni kullandığımız vasıtalar tutardı. Midem bulanır ve yolculuklar pek rahatsız edici olurdu. Bu davranışımın değişmesi babamın din adamı olması ile açıklayabileceğim bir oyun icat etmesi ile geçti. Yol boyunca kim daha fazla minareyi ilk görüp sayarsa oyunu kazanıyordu. Bu, daha çocuk yaşlarda iken babamın önemli bir özelliğini anlamamı sağlamıştı. Babam bir çözüm adamıydı.
Babam vefat edeli henüz 3-5 gün oldu. Cenaze merasimi oldu, toprağa defnettik. Eşi, dostu, aile efradı herkes hakkında güzel şeyler söyledi. Kalabalık biraz azalınca soğuk ve ürpertici gerçekle baş başa kaldım. Babam artık yoktu. Bu, kolayca baş edebileceğim, yokluğunu doldurabileceğim bir şey değil benim için. Babam yerimde olsa ne yapar diye düşündüm, çok iyi bir çözüm adamı olarak.
Hayatı pek çok alanda mücadele ile geçmişti babamın. O nesilden insanların hayat hikâyeleri üç aşağı beş yukarı bu açıdan benzerdir. Hayat o nesli çocukluktan itibaren mücadele etmek için hazırlamak istemiş. Onlar da bu mücadelenin hakkını vermişlerdi. Babamın hayattaki bu mücadelesi benim açımdan bir ders olabilir miydi?
Ailesinin din adamı olarak 3. nesliydi babam. Babası ve büyük babası din adamıydı. Kendisi de din adamı olarak kariyerine oldukça kuvvetli bir giriş yapmıştı, İstanbul’un en bilinen camilerinden olan Şehzadebaşı Cami hatibi olarak. Hayatı boyunca hatiplik yaptı babam. Saatler süren konferanslar verdi, vaazlar verdi. Gençliğinde hem hatiplik hem de tiyatroculuk yapması, çok ciddi meselelerde bile insanları sıkmadan saatlerce konuşabilmesini sağlamış olmalı. Bunu sonuna kadar kullandı. Kim, nereye çağırırsa çağırsan, az çok demeden gider ve onlarla bildiklerini paylaşırdı. Hayatın farklı alanlarındaki tecrübelerin insanların değerine ve amaçlarına nasıl hizmet ettiğinin şahsi tarihim açısından çok önemli bir göstergesidir bu.
Sadece hatiplik yapmadı babam, yazdı da. Bulabildiği her mecrada yazdı. Yüzlerce makale yazdı. Yetmedi üzerine 12 kitap yazdı. En önemlisi de bunların hepsini kendi ismi ile yazdı meydan okurcasına. Yazdıkları yüzünden başı oldukça sık derde girdi. Geçirdiği soruşturmaların evrakları 3-5 klasör dolduracak kadar vardı. Sadece soruşturmalar olsa neyse, ölüm tehditleri aldı. DHKP/C ve Hizbullah terör örgütlerinin ölüm listesindeydi. Tahsis edilen polis korumasını ise hiç kabul etmedi. Başmüfettişken Mersin iline vaiz olarak Hizbullah tarafından öldürülmesi kolaylaşsın diye sürgün edildiğinde bile geri durmamıştı. Üstelik bu, hayatını verdiği davanın partisi iktidar ortağı iken olmuştu. Kırgındı, o zamanlar anlamamıştım. Ben de aynı dava için hayatımı vermeye kararlı bir gençtim. O zaman bile benim hevesimi kırmadı.
Bir dava ve misyon adamıydı babam. Hem Alevilik konusundaki çalışmalarında hem de Azerbaycan’daki çalışmalarında bunun örnekleri çokça var. Alevilik çalışmalarında babamın amacı Türk Milletinin birliğinin bir Alevi-Sünni çatışması ile bozulmamasıydı. Çok mayınlı bir alanda çok titiz ve dürüst bir çalışma yaptı. Bunun için gereken bütün meziyetlere de sahipti açıkçası. Hatta Alevilik çalışmalarında başka kimseye nasip olmayacak bir terkibe sahipti. Aldığı eğitimler, hayatı, ailesi, millet ve milliyetçilik kavramına verdiği anlamlar bakımından Alevilik çalışmalarındaki yaklaşımı onu öne çıkardı. Çalışmalarının yanında sahip olduğu hitabeti ile kitlelere mesajını iletebiliyordu. Çoğu zaman ne İsa’ya ne de Musa’ya yarandı. Bir kısım insanlar onu Alevileri Sünnileştirmeye çalışmakla suçladılar, bir kısım insan ise onu bir Alevi dedesi sanıyordu. Hatta bu suçlamalar bazen kitap boyunda eleştirilere, iftiralara, hakaretlere döndü. Hiçbirisine dönüp bakmadı bile.
Azerbaycan’a Din Hizmetleri Müşaviri olarak tayin olmuştu. Henüz bıyıklarım terlememişti. Yazın birkaç aylığına babamı görebiliyordum. Babamı ne kadar çok kişinin tanıdığını ve sevdiğini ilk o zaman keşfetmiştim. Diğer elçilik çalışanları gibi değildi. Odasında nadiren otururdu. Sürekli bir planı ve projesi olurdu. Azerbaycan’da Menim Dinim adında bir kitap neşretti. Haftalık TV programı yaptı. Azerbaycan’ın o sıralarda yolları bozuktu, babamın da çok iyi araba kullanabildiği söylenemezdi. Ama kullandığı arabasının tek parça halinde değil de parçalanarak satılmasının sebebi Azerbaycan’ı köy köy gezmesiydi. Sıradanlık babama göre değildi. Bir ahbabı babamın vefatının ardından “Bakü Belediye Başkanlığına adaylığını koysa kazanır” derlerdi onun için diye yazmıştı. Şimdi daha iyi anlıyorum.
Adını anmak istemediğim hastalık onu bulana kadar okudu, yazdı, konuştu, çalıştı. 70 yaşında Ankara’dan otobüse binip İstanbul’a ders anlatmaya gitti. Hayatı boyunca hiç şikayet ettiğine şahit olmadım desem yeridir. Çünkü karşısına çıkan her derde, meseleye bir çözüm bulabileceğine inanırdı. Bulamasa da ne gam, inançlı birisiydi. Hayata esprili yanından bakmayı, latife yapmayı severdi. Zaman zaman bu konuda anlaşamazdık, ne güzeldi…
Babamın yeri dolmayacak ama anıları ve bize bıraktıkları da unutulmayacak. Hayatımda bir yol ayrımına geldiğimi hisseder gibiyim. Ümit ederim ki hayata ve onun karşımıza çıkardıklarına onunki kadar iyi çözümler bulabilirim.
“Menim atam süfreli bir kişiydi
El elinden tutmak onun işiydi
Gözellerin ahire kalmışiydi
Ondan sonra dönergeler dönüpler
Muhabbetin çerağları sönüpler"
Mehmet Emin Sezgin
Beğendim
Alkış
Sevdim