Havlamayan köpek- Kurumların ahlakı
İskender Öksüz 01 Ocak 1970
Bir kurum, bir grup, bir ülke öbüründen daha ahlaksız veya daha yalancı olabilir mi? Tek tek insanlar her şey olabilir. Ama bir grup insan… Mümkün mü?
Basın bir ülkenin en önemli kurumlarından biri. Hatta basına dördüncü kuvvet diyenler var. Gençler hatırlamazlar, anlatayım. Bir zamanlar Türkiye’de de üç kuvvet vardı. Yasama, yürütme, yargı. Bunlar devleti devlet yapan üç kuvvetti. Bu üçünün bir biriyle aynı seviyede olmasına, birinin diğerine hükmedememesine, kuvvetler ayrılığı denirdi. Hükmedemezlerdi ama denetim görevleri vardı. Yasama, yani TBMM, icrayı denetlerdi. Yargı, her ikisini de denetleyebilirdi. Basın o kadar önemliydi ki, bu üçünün yanına bir de basın eklenirdi. Kamuoyuna hitap eden ve kanunda yazmadığı halde dördüncü kuvvet sayılan basın da hepsini denetlerdi.
Basın, ahlâkın bekçi köpeğidir
Dördüncü kuvvet: Bu basını yücelten bir tarif. Bizzat basın mensuplarının yaptığı bir başka tarif, daha doğrusu benzetme var. Basın, bekçi köpeğidir. Şöyle: İşler yolundayken, eve, bahçeye yabancı biri girmezken, hırsızlık, uğursuzluk yok iken bekçi köpeği sessizdir. Ne zaman ki bir yabancı kapıya gelir, bahçeye girer, maazallah, destursuz eve girer, işte o zaman bekçi köpeği kıyameti koparır. Onun görevi budur.
Ne zaman ki ülkede işler yolundadır. Basın susar. Veya bilgilendirmeyle ilgili, genel olarak olan bitenle ilgili normal haberler verir. Bekçi köpeğinin susması gibi. Fakat!… Ne zaman ki bir yolsuzluk, bir hırsızlık, bir anormallik olur, basın havlamaya başlar; havlamalıdır. Eve hırsız girerken hava durumunu anlatan basın basın değildir; ahlâklı hiç değildir. Eve hırsız girerken havlamayan bekçi köpeğini barınağa verirler.
İnternet’in ABD’de yerel basını yok etmesiyle ilgili bir yazı okudum. Büyük basın, ağır toplar o kadar etkilenmemiş. Bir kısmı İnternet gazetesi olmuş. Bir kısmı hem İnternet üzerinden hem de gelenekteki yolla yayıma devam etmiş. Fakat yerel gazetelerin bu imkânı yokmuş. Hitap ettikleri kitleye İnternet üzerinden ulaşsalar, yeterli tıklama sağlayamayacaklarmış. O yüzden kapanmışlar. Peki, bu, ülkeye nasıl etki etmiş? Yerel düzeyde yolsuzluk, rüşvet artmış! Küçük yerleşim birimleri köpeksiz köy hâline gelmiş demek ki.
Havlamayan köpek
Türkiye’de rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, usulsüzlük olmadığı için basının bekçi köpekliği görevine de pek ihtiyacımız yok! Bu gerçeğe rağmen, Maliye Bakanımızın istifasından yazılı, sözlü, görüntülü eski büyük- şimdi pek büyük değil galiba- basınımızın hiç sesinin çıkmaması sorgulanıyor.
Sir Arthur Conan Doyle’un Gümüş Alev adlı bir Sherlock Holmes hikâyesi var. Gümüş Alev, pek değerli bir yarış atıdır. Ve bir gece ahırdan çalınır. Hiç delil yoktur. Fakat Sherlock’a göre bir delil vardır. Hikayeyi yazarından dinleyelim:
Gregory (Scotland Yard detektifi): “Dikkatimi çekmek istediğiniz başka bir nokta var mı? ”
Holmes: “Köpeğin gece boyunca garip davranışı. ”
Gregory: “Köpek gece boyunca bir şey yapmamış ki. ”
Holmes: “İşte garip olan da bu.”
Sonra Holmes devam ediyor: “Köpeğin sessizliğinin önemini kavramıştım. Bir doğru çıkarım, insanı devamına yönlendiriyor… Açıktır ki gece yarısı gelen misafir, köpeğin iyi tanıdığı biriydi. Gümüş Alev’i ahırdan çıkarıp kıra süren de oydu.”
Havlayan köpek delil olduğu gibi havlamayan köpek de delildir. Basının hâline, ülkenin hâline, köpeğin kimi tanıdığına, sahibinin kim olduğuna dair delildir.
Toplumların, kurumların ahlakı
Bu yazıyı yayımından biraz erken, 9.11 tarihinde yazıyorum. 31 yıl önce Berlin Duvarı’nın yıkıldığı tarih; basının talimat dışında yazamadığı bir rejimin sonunun başladığı tarih. Bir zamanlar Demirperde Fıkraları vardı. Bu da ikinci hikâye olsun: Uluslararası cerrahi kongresinde en zor ameliyatlar anlatılmaktadır. Biri beyin naklini, öteki kafa naklini anlatır. Sovyet cerrah kürsüye çıkar ve “Bademcik ameliyatı yaptım” der. Salonda bir gürültü yükselir. Başkan açıklama ister. Açıklama şöyledir: “Hasta sadık bir vatandaştı. Bütün çabalarımıza rağmen ağzını açtıramadık. Ameliyatı vücudun öbür ucundan girip yapmak zorunda kaldık.” Otuz küsur yıl sonra Demirperde Fıkrası anlatılması ve hâlâ anlamlı olması hazin.
Baştaki soruya dönelim. Bir ülkenin basını şöyledir, böyledir diye bir hükme varılabilir mi? Bir kurumun, bir grubun, bir ülkenin tamamı hakkında değer hükümleri verilebilir mi? Rüşvetçi, ahlâksız, yalancı, yağcı… Tek tek insanlar bunlardan her birini olabilir. Bu psikolojinin alanına girer. Peki, bir topluluk, birçok insan birden… Bakın Fuzuli ne diyor: “Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar“… Hem de bunu “muhteşem yüzyılda” söylüyor!
Demek ki topluluklar da, kurumlar da hastalanabiliyor. Topluluklar da yalancı, yağcı, rüşvetçi, ahlâksız olabiliyor. Bu sosyolojinin alanına girer her halde. Psikolojinin hastalığa bakan bölümüne psikiyatri diyoruz. Sosyolojinin hasta topluluklara bakan bir dalı var mıdır? Sosyiatri?