Derin bunalım
Ahmet Selim 01 Ocak 1970
Bir tarafta bile bile hata yapmanın icazetini kendi nefsinden alan inat tavrı var, diğer tarafta "itidal insanı", "gönül insanı" olmanın düşünce ufuklarına açılan aydınlığı. Birincisi nefsaniyetin ve düşünce esaretinin; diğeri aklın ve hürriyetin yolu. Derin bunalım ise, ikisi arasında mütereddid kalmanın ifadesi.
Zaman'da temas ettim, biraz daha açmak istiyorum.
Her düşünce kendi antitezini içinde barındırır, denmiştir.
Sağlam bir doğruluk payı var.
Ne demek bu? Şu demek:
Bir sistematik düşünce, belli ihtiyaçlara bağlı olarak belli şartlarda doğmuştur. O ihtiyaçlara ve şartlara uygun bir cevap bulma çabası da, elbette ki beşeridir; insan'ın, 'farklı birey'in aklî sınırlarıyla ve malum zaaflarıyla ilgidir. Elbette ki ihtiyaçlar ve şartlar değiştikçe, "farklı insan" daha da farklılaştıkça; oluşan sistematik düşüncenin özünde sıkıntılı bir dinamizmin var olduğu ve onun farklı cevaplara doğru hareketlendiği görülecektir. Hayat durmuyor, gelişme bitmiyor. Sürekliliğe boyun eğeceksiniz.
Peki bu gerçek karşısında benimsenmesi gereken tavır nedir? O sistematik düşüncenin özündeki potansiyel enerjiyi canlı bomba gibi patlatma dialektiğini mi seçeceksiniz; yoksa, bir tekamülün, bir evrilmenin yolunu aydınlatan eleştiriler mi sunacaksınız?
Doğru olan, ikinci tavırdır.
Birinci tavır ise, "sıfırlama ve kavga" tercihinin, bir yanlışın yerine bir başka yanlışı koyup sahiplenme nefsaniyetinin tavrıdır.
İkinci tavır, aklın, akl-ı selimin düşüncenin tavrıdır; birinci tavır, aklı aciz bırakan nefsaniyetin, ideolojik öfkenin, kolaycılığın tavrıdır.
İşte mesele burada.
"İnsan aklı" bu kadar büyük tutarsızlık çelişkilerini üretecek yapıda değildir. Onu üreten, insanın içindeki problemdir; aklını aciz bırakan ve çeşitli sapmalara sürükleyen nefsânî tutkulardır.
"Ben insanları çok severim, hayvanları ve bitkileri bile severim. Hümanistim, iyinin iyisiyim" demek kolay. Ben o zaman sorarım: niçin bu kadar öfkelisin, inatçısın, sertsin, darsın, keskinsin, sivrisin? Niçin sun'i bir medenilik ve şıklık örtüsünün altında bunlar bütün sırıtkanlığıyla oynaşıp duruyor? Niçin hep "ben" diyorsun? Niçin vefasızsın, insafsızsın, katısın? Niçin kusurunu hatasını gördüğün kişinin üzerine iptal çizgisi çekiveriyorsun? Bu tavır sevgi tavrı mı? Sevgi varsa sende, onun ışığı niçin yok?
İnat, başka bir tavırdır. Azim değildir, salâbet hiç değildir. İnat nefsâni bir haldir. Hiçbir dilden hiçbir renkten etkilenmez. Ve fikrî inat, inatların şahıdır!
Diyalog çağrısı, 'hadi oturup konuşalım'la sınırlı, bir beşeri ihtiyaç ifadesi değildir aslında. Meselenin özünü işaretleyen bir deruni çözüm uyarısıdır. Daha ziyade konuşmanın diğer yüzüyle, yani "dinleme" ile ilgilidir.
"Konuşalım" yerine "hadi birbirimizi dinleyelim" demek belki daha uygundur!
Pişman olduğum yazım yok, ama konuşmalarımın yüzde doksanından pişmanım. Sebebi şu: açılmıyor, dinlemeye açılmıyor, ben sürekli olarak kavram özeni ve izah gayreti göstererek, tekrarlı biçimde anlattım, anlattım, anlattım. Fakat dinlemedi, alışveriş kapısını açmadı; tesirlenmeyi işaretleyen takdimlerime yakınlaşmadı. Peki ben hakkım olan bir tasarrufta mı bulundum, ince sunuşlara bir tezgahtar çırağına boş verir gibi duyarsız kalınmasını sabırla karşılamak gibi bir hakkım var mıydı? İşte konuşma pişmanlığımın izahı bu. Ben kendi kendime konuşacak idiysem, yalnızken de konuşurdum ve o işi de çok iyi yaparım!
Sevgi sözleri ede-ede, sevgisizliği sergilemek; "özgürlük" lakırdılarını ağzından düşürmeden hürriyet fikrine tamamen aykırı tutkuları seslendirmek; giran gelen tarafı da bu.
Günlük hayatın alelâde bencillikleri o kadar önemli değil. Onların çoğu mahcup itiraf paylarını da içinde taşır. Yardım konusu çıkmış; içi istiyor, eli gitmiyor! Yahut, pek de haklı olmadığını biliyor ama, içini susturup yürümeye çalışıyor
Bunları anlarım. Fakat fikri bencillikleri asla anlayışla karşılayamıyorum. Alelâde bencilliklerin zararı üç-beş kişiyedir; fikrî bencillikler ise toplumu kitleyi zedeler; büyük bir sirayet gücüne sahiptir. Birisi bireysel zaafiyettir, diğeri bulaşıcı hastalıktır.
Fikrî bencillikler, 'bile bile yapılan hatalar'la iç içedir. Bile bile yapılan hatalar ise bireysel değildir; değer ölçülerini aşındırır, sapmalara sevk eder. Ve sonra, bu "bile bile yapılan hatalar" bilmeden yapılan hataları geometrik biçimde (katlayarak) arttırır. "Bu hatayı ben nasıl yaptım?" sorusunun samimi üzüntüsüne bir gün şu cevabı vermiştim: "Bilmeden yaptığın bu hata çok önemli değil, fazla üzülme. Fazla üzülme ama şunu düşün: acaba sıradan insanların bile yapmayacağı böyle bir hatayı, öncelikler sıralamasındaki önem veriş duyarlılıklarında beliren bulanıklık doğurmuş olmasın?" İrkilir gibi oldu: "Yâni?" Yânisini bilmem, dedim. "Bunun tesbiti içgözlemle yapılır." Boşuna der miyim bunu? İnatlarının var olduğunu biliyordum. Az uğraşmamıştım o fikrî inatlarının, o "nefsânî kapanma" ısrarlarının gerçek diyaloglarla barışıp buluşması için.
"Ne inat adamsın" denir bazen. "İnatçı" değil, "inat
" "İnat adam", düşünceyi bir noktada durdurma hatasını bile bile yapan (iltizam eden), onu nefsiyle özdeşleştiren adamdır. 'İnat adam'ın düşünce hürriyetini lafzen ve şeklen savunması, tarife tavsife gelmeyen bir haldir. Keskin ifadeleri sevmem ama, "Bir insan en çok nelerden mahrumsa en çok onların lafını eder." sözüne müstahak haller bizim demokratik tecrübe hayatımızda çok fazladır.
Krizlerin sebebi, "fikrî inat" tavırlarıdır, "bile bile hata yapma" tavrıdır. Gençler, çeşitli hataları bilmeden yaptı. Ama onların ardında, bile bile yapılan hataların sorumluları veballileri vardı. Bazılarının geçmişte gençler tarafından bilmeden yapılmış hataları savunuyor görünmeleri, kendilerinin bilerek yaptıkları hatalar sebebiyle duydukları psikolojik sıkıntılarla ilgilidir. Bunun bile, bilerek yapılan bir hata olduğunu belirtmek zorundayız. Yukarıda "nedamet" değil, "sıkıntı" kelimesini kullanışım bundan dolayıdır.
"İtidal" kelimesinin hiçbir dilde tam karşılığı yoktur. "Gönül" kelimesinin de yoktur. Bu ne demek? İtidal kelimesinin manasını kavramlaştırma imkanlarına sadece biz sahibiz demek. Bunu niçin yapmıyoruz? Yapılması lüzumunu niçin anlayamıyoruz?
'Bile bile yapılan hatalar'ın karşısına koyabileceğimiz uyarı ve test mesajı şudur: acaba biz ne kadar "itidal insanı" ne kadar 'gönül insanı'yız?
"Demokrat" kelimesine icapsız yüklemeler yapılıyor. Aslî kriter kavramları "itidal insanı", "gönül insanı" kavramlarıdır. Öyle isen; gerektiği gibi demokrat da olursun, liberal de millî de, sosyal adaletçi de.
"Bile bile yapılan hatalar" familyasının dokunulmazlığı var! Oraya dokunmak haysiyetine dokunmak gibi algılanıyor. Ve aslî meselelerin gerçek gündemini bu yüzden oluşturamıyoruz. İnsanoğlu nefsini, namusunu haysiyetini savunur gibi savunuyor!
"Konuşabilir, yazılabilir olanlar bunlar" ise, işimiz çok zor demektir.
Öz imkanlarımızı, batının yanlış algıladığımız ve esasen bizden yardım bekleyen kavramlarıyla hırpalıyoruz. Bunu vaktiyle Aristoculuk'la da yaptık.
En büyük rekabet şansımız fikir üretme alanında var; fakat nefsânî inatlarımız o alana açılan bütün kapıları kapatmış. Bunalımın anası, aslı, kaynağı, Türkçesi bu. Moda olan tavsif kelimesini kullanarak buna "derin bunalım" diyebiliriz.
Derin bunalım, müsebbip olma açısından herkesi sorumlu kılmıyorsa da herkesi etkiliyor. Onun şuurunda olanları bile bir ölçüde etkiliyor. Hepimiz nefs taşıyoruz; onu ne kadar dengede tutarsak tutalım, ona bağlı zaaflarımızı hedef alan insafsız balyozlamalar karşısında tepkisiz kalamadığımız da oluyor. Bazen sislenip puslanabiliyoruz. Yeterince verimli olabilmemizi engelleyen tepkisel duygular içimizden gelip geçebiliyor. Öyledir zaten, toplumsal çaptaki derin bunalımların dışında kalmak ve onlar yokmuş gibi yaşamak mümkün değildir. Yeter ki bile bile hata yapmanın icazetini nefsimizden alma şaşkınlığına düşmeyelim ve etkilenme payımızı da düşünüp özeleştiri dikkatimizi daha canlı tutalım.
Bu yazının bütün kıvrımlarını özel isimlerle donatabilirdim. Ne var ki mantığı olmayan isabetlerde tatmin aramanın nefsaniyet riski taşıdığını bilirim ve bile bile de hata yapmam. "İtidal insanı, gönül insanı" olma idealini gücendirici ayarsızlıklardan sakınmamız gerektiğine çok inanırım.