Hz. Hamza
570 - 625 01 Ocak 1970
Hz. Hamza (r.a.) 570 yılında Mekke’de doğdu. M. 616 yılında Müslüman olduğu rivayet edilmektedir. Ebu Cehil ve adamlarının Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’e hakaret ettiklerine şahit olan Abdullah b. Cüd’ân’ın cariyesi, av dönüşü Kâbe’yi tavaf etmekte olan Hz. Hamza (r.a.)’ya gördüklerini anlatmış, büyük bir öfkeye kapılan Hz. Hamza elindeki yay ile Ebu Cehil’î yaralamış ve ‘İşte ben de Muhammed’in dinini benimsiyorum, cesareti olan varsa gelsin dövüşelim!’ diyerek İslâmiyet’i kabul ettiğini ilan etmiştir.
Hz. Hamza (r.a.)’nın İslâm dinini benimsemesiyle Müslümanların güçleri artmış, bu da müşriklerin Müslümanlar aleyhine gerçekleştirmek istedikleri cesaretli girişimlerini bir kere daha gözden geçirmelerine sebep olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.), hicretten sonra Medine’de Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurduğu gibi daha önce Mekke’de de Müslümanları birbirleriyle kardeş yapmıştı. Nitekim Hz. Hamza (r.a.) Müslüman olunca Rasûl-i Ekrem O’nu Zeyd b. Hârise ile kardeş ilan etmiştir. Hz. Hamza (r.a.) gazaya çıktığında neyi varsa hepsini Zeyd’e vasiyet ederdi.
Hicretten sonra Medine’ye sığınan Müslümanları tehdit eden Kureyşliler’i vazgeçirmek için onları ticaret yollarında sıkıştırmak üzere seriyyeler düzenleyen Rasûl-i Ekrem, bu seriyyelerin ilki olduğu rivayet edilen Sîfül-bahr seferinde Hz. Hamza’yı kumandan tayin etti. Hz. Hamza (r.a.), Hicretin birinci yılı Ramazan ayında otuz kişilik bir müfreze ile, aralarında Ebu Cehil’in de bulunduğu yaklaşık 300 kişilik bir süvari birliğince korunan Kureyş kervanını kontrol altında tutmak ve gerektiğinde baskın düzenlemek amacıyla sefere çıktı. Taraflar, Medine’nin batısında Kızıldeniz sahillerine yakın bir yerde Cüheyneliler’in yaşadığı bölgede karşılaştılar. Çarpışma Cüheyne kabilesinden Mecd b. Amr’ın gayretiyle önlendi.
Ebvâ ve Zül’uşeyre seferlerine ve Kaynuka gazvesi’ne de iştirak eden Hz. Hamza (r.a.) bu seferlerde Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in sancağını taşımıştır.
Hz. Hamza (r.a.) Bedir savaşının önde gelen kahramanlarındandı. Büyük bir cesaretle savaşarak teke tek vuruşmak için ortaya çıkanlardan Şeybe b. Rebîa’yı öldürdü ve Ebu Süfyân b. Harb’in karısı Hind’in babası Utbe b. Rebîa’nın öldürülmesine yardımcı oldu. Savaş esnasında da Cübeyr b. Mut’im’in amcası Tuayme b. Adî’yi ve Kureyş’in bazı ileri gelenlerini öldürdü. Bundan dolayı özellikle Hz. Hamza’dan intikam almaya çalışan müşrikler, Cübeyr b. Mut’im’in Habeş asıllı kölesi Vahşî b. Harb’e Uhud gazvesinde Hz. Hamza’yı öldürdüğü takdirde azat edileceğine dair söz verdiler. Hz. Hamza (r.a.)’nın ciğerini çiğneyeceğini ve organlarından yapacağı gerdanlığı boğazına takarak Mekke’ye döneceğini söyleyen Hind ise bütün takılarına ilaveten 10 altın vereceğini vaat etti.
Hz. Hamza (r.a.), Uhud gazvesi öncesinde Medine’de kalınıp savunma yapılması veya şehrin dışında düşmanla savaşılması konusu tartışılırken Rasûl-i Ekrem’e ikinci şıkkı tercih ettiğini söyledi. Bu gazvede de kahramanca savaşan ve otuz bir kişiyi öldüren Hamza, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in uyarısına rağmen okçuların yerlerini terk etmesi yüzünden İslâm ordusu bozguna uğrayınca, ‘Ben Allah ve Rasûlü’nün aslanıyım. Allahım! Ebû Süfyan ile adamlarının yaptıkları kötülüklerden sana sığınırım. Müslümanların yanlış hareketlerinden dolayı da senden af dilerim’ diyerek düşmanla çarpışmaya devam etti. Bir taşın arkasına gizlenip Siba b. Abdül-Uzzâ ile vuruşmasını seyreden Vahşî, Hz. Hamza’nın Sibâ’ı öldürdükten sonra kendisinin bulunduğu yere yaklaştığını görünce mızrağını fırlatarak O’nu şehid etti; daha sonra ciğerini çıkarıp Hind’e götürdü. Düşman askerleri, başta Hz. Hamza olmak üzere babası müşrik olan Hanzale b. Ebû Âmir dışında bütün şehitlerin burunlarını, kulaklarını ve diğer organlarını keserek iplere dizip savaşa katılan kadınların boyunlarına gerdanlık diye taktılar ve Mekke’ye o şekilde girmelerini sağladılar.
Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Hamza’yı bu durumda görünce çok üzüldü, ağladı ve şöyle dedi : “Hiç kimse senin kadar musibete uğramamıştır ve uğramayacaktır. Beni bunun kadar öfkelendiren bir şey olmamıştır. Ey Rasûlullah’ın amcası! Ey Allah ve Rasûlü’nün aslanı Hamza! Allah sana rahmet etsin. İyi bilirim ki sen hısım ve akrabalık haklarını gözetir, daima hayırlı işler yapardın. Eğer yas tutmak gerekseydi sana yas tutardım.” Hz. Peygamber (s.a.v.) daha sonra yetmiş (veya otuz) müşriki katledip aynı şekilde intikam alacağına yemin etti. Ancak, “Eğer ceza verecekseniz size yapılanın misliyle ceza verin. Ama sabredersiniz elbette bu sabredenler için daha hayırlıdır.” Mealindeki ayet nazil olunca bundan vazgeçti. Rasûl-i Ekrem, Hz. Hamza’yı görmek isteyen kız kardeşi Safiyye’ye engel olmaya çalıştıysa da Safiyye kardeşinin bu musibete Allah yolunda uğradığını, Allah yolunda bundan daha beterine de razı olacağını ve sevabı O’ndan bekleyeceğini söyleyerek ısrar etti: fakat Hz Hamza’nın cenazesini görünce gözyaşlarını tutamadı. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hamza’nın Allah ve Rasûlünün aslanı, şehitlerin efendisi olduğunu söyleyerek halası Safiyye ile kızı Fatıma’yı teskin etti ve şehitlerin ölmeyip cennette yaşadıklarını belirttikten sonra bu esnada nazil olan, “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin. Bilakis onlar diridirler. Allah’ın kendi lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde Rab’leri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşleri için de hiçbir keder ve korkunun bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” Mealindeki ayet-i kerimeyi okudu.
Hz. Hamza (r.a.)’nın cenaze namazını Rasûlullah (s.a.v.) kıldırdı. Arkasından da diğer şehitlerin namazı kılındı. Şehitler yıkanmadan kendi elbiseleriyle ikişer üçer Uhud’da toprağa verildi. Üzerlerindeki kıyafetler göğüs ve baş kısımlarına sarıldı, alt kısımları da kokulu otlarla örtüldü. Hamza’nın kabrini Hz. Ebu Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Ali (r.a.) ve Zübeyr (r.a.) kazdılar ve Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte defnettiler. Hz. Hamza, kız kardeşinin oğlu Abdullah b. Cahş ile aynı kabre konuldu. Rasûl-i Ekrem Medine’ye dönünce Sa’d b. Muaz, Muaz b. Cebel ve Abdullah b. Revaha ile Ensar’a mensup kadınlar kendisine taziyede bulundular ve gözyaşı dökerek üzüntüsünü paylaştılar.
Uhud’da Müslümanlardan yaralanmayan kalmamıştı. Altmış dokuz kadar da şehid verilmişti. Medine’ye dönüşte herkes kendi yakını için gözyaşı döküyordu. Ölenler için ağlanıyor, yaralananlar için ağlanıyor ve yaralanıp da evinde ölenler için feryatlar yükseliyordu. O hengâmede unutulan birisi vardı ki, ona gözyaşı döken yoktu. Evet o, şehitlerin efendisiydi ama onun için kimse ağlamıyordu. İşte bu manzara, Allah Rasûlü’nü tekrar rikkate getirdi. Dudaklarından dökülen sözler, âdeta kırık bir kalbin iniltileri gibiydi: “Fakat Hamza’nın ağlayanı yok!” buyurdu. Sa’d b. Muaz bunu duyunca beyninden vurulmuşa döndü. Koşarak Ensar kadınlarını bir araya topladı. Hepsini Hamza (r.a.)’nın kapısının önüne götürdü: ‘Evvela Hamza’ya ağlayın, sonra da kendi ölülerinize’ dedi. Daha sonra bu bir âdet haline geldi. Gerçi bu âdet günümüze kadar devam etmeyip belli bir devreden sonra kesilmiştir ama kıyamete kadar bütün Müslümanlar, kendi cenazelerinden evvel Hamza (r.a.)’ya ağlasalardı, o bile Allah’ın aslanına az gelirdi.]
Akrabalık hukukunu gözeten, mert ve titiz bir insan olan Hz. Hamza (r.a.), Uhud savaşında dillere destan olacak şekilde bir kahramanlık göstermiştir. İslâmiyet uğruna kendi hayatını hiçe sayarken savaşın bütün tekniklerini kullanmış, o günün gazileri ve daha sonra hak yolunda savaşacak bütün gaziler için cesaret ve kahramanlık örmeği olmuş, gazi ve şehitlerin pîri sayılmıştır. Bundan dolayı İslâm tarihinde ‘seyyidüş-şüheda’ yani şehitlerin efendisi ve ‘esedullah’ yani Allah’ın aslanı unvanları ile anılmıştır. Rasûl-i Ekrem’in çok sevip saydığı, maddî ve manevî desteklerine mazhar olduğu Hz. Hamza yaşadığı dönemde ilmî ve idarî faaliyetlere katılamamış, bu sebeple de kaynaklarda hakkında fazla bilgi yer almamıştır. O’nun mukadderatı, bir bakıma Rasûlullah (s.a.v.)’in anne ve babasının mukadderatına benzemiştir. Her ikisi de genç yaşta vefat eden anne ve babasının vazifesi, sanki son peygamberi doğurup insanlığa hediye etmekten ibaretti. Hz. Hamza’nın da görevi Müslüman varlığı uğrunda elden geleni yaptıktan sonra aynı yolda şehadet şerbetini içmek ve tarih boyunca gazilerin gönüllerinde yaşamaktan ibaret olmuştur.
Vahşî b. Harb, Mekke’nin fethinden sonra Taif’e kaçıp oraya yerleşti. Taifliler, İslâm’ı kabul ettiklerini bildirmek üzere Medine’ye bir heyet gönderdiklerinde Vahşî de onlarla birlikte Medine’ye gelip Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzuruna çıktı. Amcasının şehit edilişini kendisinden dinlerken büyük bir teessüre kapılan Rasûl-i Ekrem O’na bir daha gözüne görünmemesini söyledi. Rasûlullah (s.a.v.)’in Vahşî’yi cezalandırmak şöyle dursun O’na kötü bir söz bile söylememekle beraber kendisini görmeye tahammül edemeyeceğini ifade etmesi, Hz. Hamza (r.a.)’ı ne kadar çok sevdiğini göstermesi bakımından dikkate değer bir olaydır.
Hz. Hamza (r.a.)’nın türbesinin Abbasî Halifesi Nâsır- Lidînillâh’ın annesi tarafından yaptırıldığı rivayet edilir. Türbenin yanına daha sonraki dönemlerde Mescid ve kütüphane yapılmış, Osmanlılar zamanında buranın bakımına itina gösterilmiştir. Bölgenin yönetimi Osmanlılar’ın elinden çıktıktan sonra türbe ve çevresindeki bütün yapılar yıkılmıştır.
Müslümanlar arasında kahramanlığın sembolü olan Hz. Hamza (r.a.), Türk folklorunda güreşçilerin pîri sayıldığı gibi menkıbevî hayatı Müslüman milletlerin edebiyatlarında kendi adıyla anılan eserlere konu olmuştur. Bunun için ‘Hamzanâme’ isimli eserler yazılmıştır.