Alparslan Türkeş’te Tarih Şuuru
Nuri Gürgür 01 Ocak 1970
Yeni bir yüzyılın kapılarında bulunuyoruz. Bu dönemde Türk Dünyasında bir zamanlar tahayyülü bile çokları tarafından imkansız görülen gelişmeler meydana geldi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bayrağının yanı başında altı bağımsız Türk Cumhuriyeti’nin daha bayrakları yer alıyor. Bunların sayılarının yakın gelecekte artacağından kimsenin şüphesi yok. Büyük Türk Kültür Coğrafyasında, irtibatları uzun yıllar boyunca kesik kalan toplulukların aralarındaki barajların hepsi yıkıldı. Şimdi dileyen ve maddi şartları elverişli olan herkes yedi Türk Cumhuriyeti’ni birden gün bitiminden evvel dolaşabilir. İstanbul, Ankara ile Bişkek, Bakü, Almatı,Taşkent arasında her gün sayısız insan gidip geliyor, gelinler, damatlar dünya evine giriyorlar; iş adamları, bürokratlar, sanatçılar ve eğitimciler gittikçe artan bir yoğunlukla dolaşıyorlar.
Türk Dünyasındaki bu cıvıl, cıvıl hareketliliğin bir diğer yüzü, milletimizin tarihi kıblesine uygun bir iman hamlesinin başlatılmış olmasıdır. Binlerce öğrenci Türk Dünyasının her tarafından tahsil yapmak üzere Türkiye’ye geldiler. Buralarda faaliyet gösteren yüzlerce okul ve görevli öğretmenler var. Tarih ve edebiyat başta olmak üzere kültürel irtibatlar gittikçe hız kazanıyor. Entelektüel yapının zihniyet ve telakkisinin değişmesi müşterek milli kültür potasının teessüsünü hazırlayacak yeni bir medeniyet hamlesine vücut verecektir. Halihazırda yaşanılan günlük problemler, kamu oyunu işgal eden aktüel meseleler bu büyük oluşumun mevcudiyetini ve istikbale ait müjdeleri gölgeleyemez. Şimdiki nesiller tam manasıyla, idrak etseler de etmeseler de yüzyıllar boyunca çok ender yaşanılan bir milli intifanın müşahidi sayılabilirler.
Milletimizin bu safhalara ulaşması kolay olmadı. Bütün Türk Dünyası ile birlikte Türkiye Türkleri de çileli dönemlerden geçti. Herşeyden evvel çeşitli dinlerin, dillerin, kültürlerin ve etnik toplulukların bir arada yaşadıkları Osmanlı Devleti’nin milli Devlete dönüşümü sosyal ve siyasi alanlarda büyük gayretlerle, meşakkatlerle başarılan bir hadisedir. Önce gayri müslim, son safhalarda da müslüman unsurların bağımsızlık kararlarıyla Osmanlı Devleti bünyesinden kopmaları Türk unsurunu varlığını koruma mecburiyetiyle baş başa bıraktı. Böylece yüzyılın başlarında önceleri edebi ve tarihi bir yöneliş olarak ortaya çıkan Türk milliyetçiliği fikri, kısa zamanda siyasi ve sosyal yapının tanzimini hazırlayan dinamik bir faktör olarak politikanın ana mihveri oldu. Milli mücadelenin zaferle sonuçlandırılmasını takiben yeni Devletin milli ilkeler çerçevesinde kurulmasını tanzim eden Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşlerinin kaynağı kesinlikle Türk milliyetçiliğidir, Türkçülüktür. Kurulan devletin adı; Gök Türklerden bu yana ilk defa "Türk" adıyla anılmış "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" denilmiştir. Devleti kuran ulusun adı "Türk Milleti" dili "Türkçe" olarak belirtilmiştir.
Cumhuriyetin ilk döneminde hakim olan milli ruh ve heyecanlarda, uzun ve yıpratıcı savaşlardan, büyük mağlubiyetlerden ve geri çekilmelerden meydana gelen yılgın toplum psikolojisinin yerine, kendine güvenen, başarı azim ve inancına sahip genç kitlelerin yetişmesine büyük çaba gösterilmiştir. Milletleşmek ve çağdaşlaşma bu politikaların iki temel unsurunu teşkil etmiştir. Ancak uygulamalarda meydana gelen çelişkiler insan unsurundaki temel eksiklikler, pozitivist görüşlerin yer, yer etkili oluşları gibi saikler, Devletin kurulmasındaki temel felsefenin gerekli kıldığı etkilerin tam olarak sağlanmasını önlemiş, ana hedeflere bir türlü ulaşılamaması sonucunu doğurmuştur.
1938-1950 yılları arasında ise, Devletin kuruluş ilkelerinden büyük sapmaların meydana geldiği, "millilik" yerine “hümanizm” in hakim olduğu, tarihi köklerimizi artık eski Ege medeniyetlerinde arayan, insanımıza “iyonları” yahut “Lidya’ları” menşe arayan bir zihniyetin etkili görüldüğü dönem yaşanmıştır. Bu dönemde devletin kuruluş felsefesini teşkil eden “Türk Milliyetçiliği” görüşü, resmi cenahlarda mahzurlu telakki edilmiş, bunu savunan Türk aydınları “Irkçı-Turancı” sıfatıyla suçlanarak ezilmek, sindirilmek istenilmişlerdir. Devletin kültür ve eğitim politikalarında çok somut şekilde müşahede edilen bu “hümanist” ve “kadim Yunancı” zihniyetin fikri ve siyasi alandaki en tipik örneği 1944 yılında bir grup milliyetçi aydının tutuklanmalarıyla ortaya çıkan uygulamalardır. Biraz da dönemin dış politika konjöktürü, yani 2. Cihan savaşı sonlarında “Kızıl Ordu”nun Doğu Avrupa’yı istila etmesinin yönetimde meydana getirdiği panik havası, daha sonraki yıllarda Türk Milliyetçilerini hasım güçler tarafından ezme ve sindirme gerekçesi yapılan “ırkçılık-Turancı”lık isnatlarını ideolojik bir saldırı tarzında ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu davalarda savcılığın hazırladığı iddianamelerle, aradan 36 yıl geçtikten sonra 1980 yılında Mamak’ta askeri savcının okuduğu iddianame arasında zihniyet ve üslup paralelliği calıb-i dikkat bir husustur.
1944 davasında sanıklar arasında yer alan Ütgm. Alparslan Türkeş’in 1980 yılında MHP davasının birinci sanığı olarak yargılanması, Türk Milliyetçiliği fikrine karşı husumetini yıllar boyunca hiç eksiltmeden sürdüren bir zihniyetin tavır ve davranışı açısından önemlidir.
Genç bir subay olarak Alparslan Türkeş’in bu davada yargılanmış olması O’nun fikir ve görüşlerinin çok genç yaşlarda teşekkül ettiğinin açık göstergesidir. Bu davaların mihverini sanıkların Türk milletine duydukları büyük sevgi başta komünizm olmak üzere milli tehlikelere karşı mücadele azimleri, milletimizin sadece Cumhuriyet hudutlarıyla sınırlı olmayan geniş bir Türklük coğrafyasında yaygın bulunduğu görüşleri, kısacası Türk milliyetçiliği fikir ve felsefesi teşkil etmiştir. Türkeş ve arkadaşları, milletimizi sevmenin, O’nun Anadolu ile sınırlandırılamayacağını söylemenin karşılığı olarak resmi ağızlardan “ırkçı ve Turancı” olarak ilan edilmiştir.
Alparslan Türkeş’in böylece genç yaşlarda teşekkül ettiğini gördüğümüz fikri ve zihni yapısının temelinde çok güçlü bir “tarih şuuru”nun varolduğunu görüyoruz. Tarih şuuru zihni formasyonların teşekkülünü hazırlayan temel faktördür. Çünkü bu, tarih ve kültüre ait ciddi ve metotlu bir mesaiyle okumak, temel kaynakları araştırmak, incelemek anlamına gelir. Tarihi sadece olaylar silsilesi şeklinde okuyan ve olaylar arasında şuurlu müşahedeler, kıyaslamalar yapamayan, tarihi olayları etki ve tepkileriyle irtibatlandıramayan bir kimsenin, tarihi malumatı olsa bile, tarih şuuruna sahip olduğunu söyleyemeyiz. Tarih şuuru genel bilgilerle birlikte kültürün her alanına ait tespit ve teşhisleri de sağlar. Böylece “Milli Şuur” dediğiniz millete izafe edilebilen bütün temel unsurlara karşı sevgi, saygı ve bağlılığın, bunları geliştirme, yükseltme amacına ilişkin gayretlerin genel ifadesi demek olan "Milliyetçilik" kavramının nazım unsuru “tarih şuuru”dur. Tarih şuuru milletin geçmişiyle geleceği arasındaki köprüdür; milletin geçmişinin geleceği bağlanması suretiyle milletin hayatiyetini ve devamlılığını sağlar.
1944 yılında genç bir Türk Subayı olarak yargılanan Alparslan Türkeş, bu davanın sonunda beraat etti. Ancak kendisinin ve arkadaşlarının maruz kaldığı muameleler, muhatap olduğu gayri milli, suçlamalar milletine karşı duyduğu büyük sevginin daha da alevlenmesine, hasım güçlerin tuzak ve tertiplerine karşı daha çok çalışmanın zaruretine inanmasına yol açtı. Bir taraftan askerlik görevini ifa ederken milliyetçi muhitlerle ve dostlarıyla yakından ilgilendi. Mesleği icabı müstear yazmak zorundaydı.
Bu dönemde Türk Milliyetçiliği tarihinin unutulmaz dergisi "Orkun" Atsız ve arkadaşları yeniden neşre başlamıştır. Derginin bazı sayılarında “Kazganoğlu” imzasıyla yazan Alparslan Türkeş’in bu yazılarında fikri şahsiyetinin güçlü yanını oluşturan tarih şuurunu çok net şekilde müşahede edebiliriz. Bunlar aynı zamanda bir süre sonra O’nun siyasi çalışmalarında açıklanan görüş ve düşüncelerin de çerçevesini çizerler.
Orkun Dergisi’nin 10 Kasım 1950 tarihli sayısında Kazganoğlu (Alparslan Türkeş) şöyle diyor: Türkler ancak gösterdikleri sonsuz müsamahalardan ve lütuflardan sonra gördükleri sistemli düşmanlık ve hıyanetlere karşı bir reaksiyon göstermek zorunda kalmışlardır. Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği Yunan, Bulgar, Sırp, Ermeni, Arnavut, Arap ve diğer unsurların milliyetçilik ve ayrılık duygularının tesiri altında bir nefis koruması gayesi ile meydana girmiş ve hiçbir zaman haksız ve tecavüzkar olmamıştır.
Türkçülük Türk Milletinin ilim, sanat, ziraat, iktisat, kültür ve diğer her alanda milli gelenek ve milli bünyeye uygun bir şekilde kalkındırılması içte ve dışta her çeşit saldırganlıklara karşı korunarak hür ve müstakil olarak yaşatılmasını hedef tutan bir ülküdür.
Türk Birliği ülküsü yeryüzündeki bütün Türklerin bir millet ve bir devlet halinde bir bayrak altında toplanması ülküsüdür.
Biz Türk Birliği ülküsünü yine şanlı bir bayrak gibi göklere yükselterek taşıyacağız”.
Alparslan Türkeş, her Türk Milliyetçisinin tarihimizi öğrenmesi zaruretinin yanı sıra ülkemiz coğrafyasını da bilmesi ve tanıması ihtiyacına inanıyordu. Orkun Dergisinde bu amaçla ve Türkeş’in teşvikleriyle mahalli özellikleri anlatan ve bölgeleri tanıtan sistemli bir yazı serisi başlatılmıştı. Türkeş’in yurdumuzla ilgili tarih ve coğrafya malumatı fevkalade zengindi. Arkadaşlarıyla yaptığı seyahatler esnasında geçilen her güzergah, bulunan her yer hakkında başkalarının çoğunlukla bilmedikleri, ilk defa işittikleri bilgileri çok rahat ve tabii şekilde anlattığını pek çok kimseden dinlemişizdir.
Orkun Dergisi’nin 17 Kasım 1950 tarihi sayısında gene Kazganoğlu adıyla yazdığı insanımızı büyük milli hamleye çağırmaktadır: “Türk tarihi okuyarak l8. yüzyıldan 20. yüzyıla doğru yaklaştıkça gönlünü büyük bir yas ve sızı kaplar ruhumu teskin edilmez bir kızgınlık ve hareket ihtiyacı sarar.
Her gün saldıran düşmanlar önünde gerilen ordular. Her gün devrilen kale burçları üzerinde yere devrilen bayraklar... Bırakılan ülkeler... Ve iki yüzyıldan beri durmadan devam eden göçler. Açlıktan, soğuktan, bakımsızlıktan perişan olup giden göçmenler. Her bozgundan sonra bir müddet yas ve onun uyandırdığı tesirle bazı hareketler. Fakat çok geçmeden yine derin bir uyku ve vurdumduymazlık.
Devri dönüyor ve nihayet 20. yüzyıla giriliyor. Batıda müthiş bir hareket ve yarış var. Bizde yine durgunluk.
... Kurtuluş yıllarından sonra tekrar bir milli heyecan ve kalkınma hareketleri. Bir müddet sonra tekrar eski durgunluk, unutkanlık ve uyku...
... Davran ey Türk oğlu! Davran artık; elde ne harcanacak Rumeli ve Macar ülkeleri, ne Suriye ve Irak, ne Filistin ve Mısır, ne Tunus, Cezayir, ne de Kırım ve Kafkasya kaldı.
Elde kalan son vatan parçasıdır! Son Vatan parçası...
Bir bozkurt gibi davran, gayrete gel. Çalışmaya koyul. Eski günler yeniden doğsun. Zafer ve şan bayrakları ufuklara doğru yeniden açılsın.
Herşeyin üstünde büyük Türkiye... Bizim bahtiyar Türkiye'miz yükselsin."
Daha sonraki yıllarda Alparslan Türkeş’in yazı faaliyetlerine ara vermek zorunda kaldığını görürüz. Yoğun kıta mesaileri, yurt dışı görevler ve kurslar yazacak zaman bırakmıyordu. Ancak ülkenin yönetimiyle ilgili düşünme ve tespitlerini aksamadan devam ettiği 27 Mayıs 1960’tan sonraki Milli Birlik Komitesi üyeliği döneminde açıkça görülür. Fiili Başbakanlık demek olan Başbakanlık Müsteşarlığı görevini hiç yadırgamadan ifa etmiş, komitedeki arkadaşlarının pek çoğunun hayretini mucip yeni ve orijinal teklifleriyle yönetimin nazımı haline gelmiştir. Ancak iktidardan uzak kalmanın korku ve paniği içindeki CHP’nin, bazı komite üyeleriyle birlikte hazırladıkları tertip sonucu 13 Kasım 1960 tarihinde vuku bulan darbeyle yurt dışına çıkartılınca bu projelerin gelişmesine imkan bırakılmadı.
Hindistan’da sürgünde bulunduğu dönemde o sıralarda Gökhan Evliyaoğlu ve Hami Tezkan’ın çıkarmakta oldukları Yeni İstanbul Gazetesi adına kendisiyle röportaj yapmak üzere Yeni Delhi’ye gönderilen Kamil Turan’a anlattığı ülke yönetimine ait teklif ve tasarıları büyük yankılar uyandırmıştı. Çünkü Türkeş, örneklerine sıkça rastladığımız bazı siyasetçilerimiz gibi, yönetim sorumluluğuna sahip olduktan sonra bu konuları düşünce gündemine alanlardan değildi. Nitekim 1963 yılında Türkiye’ye döndükten sonra CMKP Genel Başkanı sıfatıyla 1965 yılında başladığı yeni siyasi döneminde Partisinin görüşlerini sadece bir siyaset adamı sıfatıyla değil, fikir ve düşünce adamı da olarak ortaya koyabildiği için Türk Milliyetçiliğinin büyük bir hamle yapmasına imkan hazırlamıştır.
Alparslan Türkeş’in önce CKMP, kısa bir süre sonra MHP adına yürüttüğü siyasi mücadelenin fikir omurgası Türk Milliyetçiliğidir. Bu tarihlere kadar muayyen Derneklerin çatısı altında, sınırlı entelektüel çevrelerde ifadesini bulan Türk Milliyetçiliği fikriyatı, Türkeş’in siyasi hayata girmesiyle birlikte kitleselleşmek, sosyal tabakalara açılmak ve genişlemek imkanını buldu. Türkeş’in fikir ve kültür yapısı çok sağlam tespitlere dayalı olduğundan partinin siyasi retoriği oportünist siyasi felsefelerin dışında, geleneksel siyasi yapıya “aykırı” bir ses şeklinde tezahür etmiştir. Böylece Türk Milliyetçiliğinin lokalize bir faaliyet olmaktan çıkması, özellikle çeşitli ideolojik tuzaklar karşısında arayış içerisinde bulunan genç kitlelerin milli şuur ve düşünce zemininde buluşmasına imkan hazırlanmıştır.
MHP’nin 1920 12 Eylülü’ne kadar süren siyasi hayatında tenkit edebilecek yanlar bulunabilir; siyasi görüş ve tekliflerine itirazlar yapılabilir. Ancak bu hareketin zihni yapısına, felsefesine vücut veren temel esaslar üzerinde, yahut milli varlığımız için tehdit ve tehlike olarak nitelendirdiği hasım kuvvetler hakkında yanılmış olduğunu söylemek asla mümkün değildir. En azından meseleleri milli şuur ve vicdan açısından mütalaa edenler için bu hüküm geçerlidir.
“Toprak bütünlüğümüzü, devletimizin ve milletimizin bölünmezliğini hedef almış olan hainane faaliyetlere karşı Türk milleti olarak ayağa kalkmalıyız, Türk gençliği için milli vazifenin ilk şartı olarak milliyetçilik ve Türkçülük gelmektedir. Gençlerimizi yeni büyük bir savaş beklemektedir. Bozgunculuğa, tembelliğe, ahlaksızlığa, cehalete, yalancılığa karşı büyük bir savaş... Türklüğü inkar eden, Türk milletinin birliğine ve bütünlüğüne karşı çıkan komünizme, bölgeciliğe, mezhepçiliğe ve diğer her çeşit bölücülüğe karşı amansız bir savaş...
İşte bunun için Milliyetçi Hareketi başlattık (Temel Meseleler s.30).
"Milliyetçilik Türk milletini, Türk vatanını, Türk Devletini sevmek bunların iyiliği için ve yükseltilmesi için köklü bir ihtiras ve şuur sahibi olmak demektir”(Temel Meseleler Sayfa. 32).
Alparslan Türkeş’in tam ve kamil manada tarihi şuuruna sahip bir Türk Milliyetçisi olarak siyasi hayatımıza getirdiği yeni ve farklı üslup, sadece siyasi muhalifleri için değil milliyetçiliğe fikri ve ideolojik saiklerle hasım olan çevreler nezdinde de büyük tepkiler gördü. Özellikle MHP’nin siyasi alanda güçlenmesi bu husumetin çok daha artmasına yol açtı. Böylece 12 Eylül 1980 yılında askeri müdahale yapıldığı dönemde, ancak Alparslan Türkeş’i bertaraf etmek suretiyle ideolojik amaçlarına ulaşabileceklerine inanan çeşitli komünist ve bölücü fraksiyonlardan meydana gelen bir cephe oluşmuştu. Bunlar başta Alparslan Türkeş olmak üzere MHP yöneticilerinin, yüzlerce Türk Milliyetçisinin tutuklanmalarını büyük bir sevinçle alkışladılar. Hazırlanan iddianamenin bakış açısının doğrudan doğruya milliyetçi düşünceye karşı girişilen ve kin ve husumetten kaynaklanan görüşlerden mülhem olması tarihimizin en acı safhalarından birini teşkil eder. Bunu Alparslan Türkeş 14 Ekim 1981 tarihli duruşmada iddianameye karşı mahkeme huzurunda verdiği ifadede şöyle belirtmiştir: “Bu iddianame baştan aşağı yalan ve iftiradan ibarettir. Benim bütün hayatım, demeçlerim, konuşmalarım, icraatım bu iddialara baştan aşağı retten ibarettir.
... Türk Milliyetçiliğini suçlama gayretkeşliğinin ciddiyetsiz belgesi olan bu iddianame, taleplerinin ağırlığı konusunda çok hafif kalmakta, ideolojik taassup içinde hazırlandığını ortaya koymaktadır. Türk milliyetçiliğinin “faşizm” olarak nitelenmesi çok üzüntü verici... Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geleceği bakımın-dan çok zararlıdır. Devlet ve Millet adına görev ifade eden bir makamda bulunan kişilerin milliyetçilik fikrini suçlamaları, milli birliği sabote edilmek istenen bu ülkenin geleceğinde tahripkar neticeler doğuracaktır. Bundan sonra Türkiye’yi bölmek isteyenler, Cumhuriyet Türkiye’sinin temellerinden birisi olan Türk Milliyetçiliğini suçlamak için bu iddianameyi bir vesile imiş gibi kullanacaklardır.