« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

10 Nis

2023

Fikrî Seviye Sıfırın Altında

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

Bir eser gösterdiği kaynaklarla değil, kaynak gösterilecek orijinallik taşıdığı zaman değerli olur. Düşünmek, bilgi vermek, aklına geleni yansıtmak değil; düşündürmektir, okuyanın, dinleyenin düşünmesini gerekli kılmaktır. Özeleştiriye davet etmek ve davetlere açık olmaktır.
Nefsimizin hoşlandığı şeyler bize kolay geliyor. Bir işi yapmanın zahmetinden kaçarız, ama eğlenirken onun on katı daha fazla yoruluruz. “Yarım saat bir saat, şöyle efendi gibi bir köşeye çekilip, rahat bir pozisyonda çayını da içerek şu yazıyı şu kitabı oku” dersin, keyifsizleşir, ayak sürür. Ama gidip kamburu çıkana, gözleri yorulana kadar internetle meşgul olur malum biçimde.
Hâlbuki nefsaniyet yolunda tatmin yoktur. Dengenin, ölçünün olmadığı yerde tatmin olmaz. Çünkü tatmin bir denge hâlidir. Yeteri kadar yiyen doyar, oburlar ise hiç doymaz. Onlar için doymak midesini tıka basa doldurmaktır. Kazanmaya da doymaz, eğlenmeye de, gösterişe de.
Doymamak, hazmedememektir… Manen aklen hazmedememek… Hazmedilemeyen şeyleri yemek, almak, kullanmak, kazanmak size hiçbir şey katmaz değer olarak, güzellik olarak. Hazımsızlık, onların hepsini değersizleştirir, çirkinleştirir; hatta zarar verecek hâle getirir. Eğer bir şeyi, sağlıklı bir maddi-manevi ihtiyaçlar dengesindeki yerine koyabilmişseniz, o gayet güzel hazmedilir ve sizi besler. Ruhunuz bir açıdan tatmin bulur, kişilik dengeniz memnuniyet duyar. Sizi mutluluğa götürücü bir tesir alırsınız. Bir minnettarlık bir şükür dalgalanışı doğar içinizde. Düşünerek ve severek yaşayabilmenin imkânları çoğalır, güçlenir… Ve bu, tekamüle mutluluğa gidişin yoludur.
Gelin görün ki, Batı’nın ekonomik sistemi, insanı sadece maddi istekleriyle ihtiyaçlarıyla maddi aklın rasyoneli sayar. Peki o insanı nasıl tatmin edeceksin o zaman. Birileri hiç doymaz ki, diğerlerine sıra gelsin! İnsan ve toplum maddeden ibaret değil. İnsanın ve toplumun sadece maddi yönünü düşünerek, verimli ve adaletli bir üretim tüketim dengesi kuramazsın . “Meselenin diğer yönünü başkaları düşünsün; hukuk var, ahlak var, din var, felsefe var” diyemezsin. Hayata geçireceğin sistemde, insanın ve hayatın bütünlüğünü dikkate alan bazı karşılıklar senin ilgilendiğin yönde de var olmalı. İnsan, ruhuyla başka, maddesiyle başka bir dünyada yaşamıyor ki… Burada bir düşünce tercihi yanlışı var, ve buna metot hatası da diyebiliriz… Bakış açısı dar. Açı geniş olsaydı, daha iyi düşünürlerdi. Hayatın ve insanın bütünlüğünü gözetmeden, sadece maddi konular değil, manevi konular da iyi düşünülemez. Uzmanlıkların farklılığı başka bir şey, bu münasebetin varlığı farklı bir şey. Bütünlük bağlarının varlığını unutur yahut ihmal edersen; uzmanlıklar da yetersizleşir, zedelenir, aksar. İnsanın psikolojisini bilmeyen bir cerrah sadece branşının bilgileriyle ve hünerleriyle başarılı olabilir mi? Aynı durumda olan bir yönetici yahut hukukçu başarılı olabilir mi?
* * *
İnsanlar kapitalizmi düşünerek bulmadılar. Bilimsel ve teknik gelişmeler onu yavaş yavaş şekillendirdi ve o insanların düşüncelerine yön vermeye başladı. Marx’ı da tepkisellik yoluyla düşündüren odur; sadece Adam Smith’i değil. Diğer tez antitez izahları ve gezinmeleri, yön verici olamadılar ve gezinti bahçeleri gibi kaldılar. Ziyaret edersen bazı boşluklarla karşılaşır ve belki yararlı bazı şeyler bulabilirsin; işte o kadar. Öte yandan kapitalizm ve onun getirdiği dünya düzeni, bilimin ve tekniğin gelişen araçlarına bağlı olarak kendi başına güya gelişerek değişir ve düşünce hayatını da peşinden sürekler. Düşünce hayatını ve siyaseti… Değişen şartları bir temel nefsaniyet düzeni olarak o belirliyor, insanlar da o şartlara göre ama şartları değiştiremeden bir şeyler düşünüyor, bazen de çeşitli tepkilerini sözle veya aksiyonla ifade ediyor. Şimdiki hâl, bunun son tezahürü. Enerji kaynakları tükeniyormuş, buzullar eriyormuş, insanların bir kısmı açlıktan ölüyormuş; bunların ve benzeri hâllerin hiç önemi yok! Sadece konuşulur, bazı notlar düşülür. Tedbir almaya, nefsani tutkular izin vermiyor. Maddi şartlar ne zaman zorlayıcı olursa o zaman tedbir düşünecekler.
Şimdi bu düşünerek mi yaşamaktır, sürüklenerek mi? Ve sürüklenerek yaşamak, aslen rasyonel midir? Maddeyi iyi kullanmak mıdır?
İnsana, dünyaya, düşünceye, mutluluğa, sevgiye, nasıl bakmamızı söylüyor İslam? Önce düşüncenin ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini düşünmek lazım. “Kalbinizle akledin”in anlamını önde tutarak düşünmeye başlamak lazım… Yaptık mı bunu? Bu bahiste ciltler kütüphaneler dolusu düşünce ve deneme eserlerinin verilmesi gerekirdi. Bir tane bile var mı evrensel çapta? Şimdi ben de sadece eleştiriyorum, çözümleri söyleyemiyorum. Çünkü bu, bir kişinin üretebileceği bir şey değil. Dayanabileceğimiz bir fikrî birikim yok. Her düşünmek isteyen Batı’daki birikime onun kavramlar diline kayıyor, Batı’yı ve kapitalizmi eleştirirken bile.
İlkelere ve ölçülere bağlıyız. Ama onlara dayanarak düşünce üretememişiz. Mevcut düşünce imkânlarının dili ve genellikle kavramları, oranın, oraya ait. Sosyolojiyi, hukuku, psikolojiyi, onlardan öğreniyoruz. En son postmodernizm çıktı, yine sarıldık. Paradigmalar değişiyormuş. Nefsaniyet paradigması, değişiyor mu? Bütünlük hakikatini ihmal gafleti değişiyor mu?
“Ortada mükemmel bir Batı var, biz ona ne kadar benzersek, o kadar gelişiriz” yahut “Ortada bütün zulümlerin kaynağı olan bir Batı var, ona ne kadar karşı koyarsak o kadar gelişiriz” kıskacında sıkışıp kalmak, bir acziyet ve çaresizlik değil midir? Ama biz kendi aklımızdan fikrimizden memnunuz, şikâyetimiz başkalarından. Bilgimizde bilincimizde düşüncemizde hiçbir eksiklik hissetmiyoruz. “Her bireyinin her şeyi bildiğine ve düşündüğüne inandığı bir toplum var mıdır?” denilse, başta geliriz.
Bir tek cümle, yüzlerce eser yazdırabilir. Binlerce referans notu koyarak yazdığın bir şey de hiç önem taşımayabilir. Derleme paketlerinden tez falan olmaz. Bazen kocaman ciltler görüyorum, binlerce dip notu taşıyan. Belli ki kütüphanelere gitmiş, ilgili gördüğü her şeyi toplamış, çok da yorulmuş. Ama yeni bir şey yok ki. Hepsi bilinen şeyler. Yeni bir düşünce ve değerlendirme katkısı söz konusu değil. Ekseriya da, ele alınan konuyla ilgisi yok, topladıklarının. Bir eser gösterdiği kaynaklarla değerli olmaz; kaynak gösterilecek bir orijinallik taşıdığı zaman değerli olur. Düşünmek bilgi vermek değildir, aklına geleni yansıtmak da değildir; düşündürmektir, okuyanın dinleyenin düşünmesini gerekli kılmaktır. Özeleştiriye davet etmek ve özeleştiri davetlerine açık olmaktır. “Ben düşündüm bitti, artık onu tekrarlanmakla meşgulüm” tavrı, basit bir kendini aldatma ve rahatlama kurnazlığıdır. Nasıl nefes alıp vererek yaşıyorsan, düşünerek de öyle yaşayacaksın, yahut öyle yaşayarak düşüneceksin. Düşünerek ve sevgiyle yaşamak, hem bir sorumluluk bilincinin hem de bir mutluluk gereğinin ifadesidir.
Bunları evrensel planda söylesek İngiliz’in de Fransız’ın da Amerikalı’nın da aklı hayır diyemez.
* * *
“Kalbinizle akledin”in bir karşılığı da var: aklı terk etmeden sevmek, sevginizin asliyetini itidal aklıyla korumak. Mesela fart-ı muhabbet (aşırı sevgi) kötü bir şeydir (Mezmumdur). Çünkü, itidalden uzaklaşmak, bir sapmanın, bir asliyet bozulmasının varlığı demektir. Bir din, kendisi hakkında “dinde aşırılığa giden helak olur” diyorsa, bunu önemle not etmek lazım. Bunu hiçbir kaynak ve odak söylemez, söyleyememiştir. “Asliyet, bütünlük ve itidal” kavramları bugüne kadar hiç böyle işlenmiş midir? Bir tek örnek gösterilebilir mi? Dialektik Batı’da böyle bir örneğin var olması mümkün mü? Bir sapma başka bir sapmayla, bir yanlış başka bir yanlışla düzeltilmez. Sağ’daki yanlışla yahut sapmayla soldaki yanlış yahut sapma karşılaşınca bundan bir sentez doğar mı? Doğmaz, Batı doğar zannetti ve bireyin bütünlüğünü, hayatın hakikatin bütünlüğünü parçaladı. Ne ararsan var, ama sentezin kendisi değil düşüncesi ve düşünce denemesi bile yok orada. Malzeme zenginliği var ama, bunalıma sürükleyen, kavga ettiren, mutsuzluğa iten bir zenginlik bu.
Gelin görün ki, onlardan bir itidal bilinciyle faydalanma durumunda olduğumuz hâlde; İslam’ın bir ideoloji gibi yorumlayarak onlara karşı antitez oluşturmak gibi, aslında onların yanlışını tekrarlayan bir tepkiselliği Batı’nın ve Batıcılığın karşısına koymaya kalktık. Taklitçiliğin abesliğine karşılık, özdeki usul ayniyetine dayanan dialektik tepkisellik… Ne çıkacaktı bundan? İfratlar tefritler arasındaki hırçın bunalım dalgalanmalarından başka. İbret alınacak şeyleri örnek aldık. Kendi yanlışlarımızı İslam’a mal etmek vebalinin farkına bile varamadık. İyi niyet olmadan da sadece iyi niyetle de hiçbir şey olmaz ve bunlar bazen öyle karışır ki, ayırt etmekte zorluk çekersiniz.
İslam’ın bütünlüğü, hayatın bütünlüğü, insanın ve hakikatin bütünlüğü arasındaki korelasyon, bir tek şey, “İtidalli düşünce” gayreti aydınlatılabilir. Göremedik bunu. Sabrımız yetmedi, zora (zor görünene) katlanamadık. Düşünceye düşünce üretmeye önem vermedik; onlar yanlış düşündüler, biz sadece düşünüyormuş gibi yaparak onları takliden onlara tepki göstermenin nefsimize hoş gelen hazzı ile tatmin olmaya çalıştık. Ne kalp’le akletmeyi bildik, ne de aklı dışlamadan duygusal olabilmeyi. “İtidal mahrumu” olmakta aynileştikten sonra, hiçbir tepki ve kavga tavrının fikren bir farklılık oluşturamayacağını kavrayamadık. Tesir ulaştıramadık, bol bol tesir aldık; çünkü düşünemedik, düşünce üretemedik. Hiçbir düşüncesizlik, yanlış düşüncenin mağlubu ve takipçisi olmaktan kurtulamazdı. Hep öyle oldu, İslam’ın hayatın bireyin ve hakikatin düşünce ve yorum üretme alanı bomboş kaldı. Bu bütünlüklerin beraberliklerini ilişkilerini görmeden hiçbirini anlamanın mümkün olmayışı gerçeği ve bu gerçeğe yabancı kalmanın çözümsüzlükleri bizi uyardı, hırpaladı, sarstı salladı ama; biz anlayamadık. Nefsimizin hoşlandığı tepkisel ifratlar hatta acılar, bizi, “gerekenleri yapıyormuşuz” hissini veren çok ağır bedelli beyhudeliklere sürükledi. Kendimize verdiğimiz zarar, başkalarının verdiklerinden çok daha fazladır. Kötü niyetli dengeler, iyi niyetli dengesizlikleri tabii ki istismar edecekti. Aslında sömürüyü doğuran gerçek sebepler, sömürenle değil, sömürülenle ilgilidir. Ölümü göze almak çok cesaret istemez; cesaret, gerektiği gibi yaşamak için lazımdır daha çok. “Düşünerek, inanarak severek” yaşamak; asıl yiğitlik kahramanlık budur… İtidal yiğitliği, itidal kahramanlığı… Âkif, “Hakiki Müslümanlık, en büyük kahramanlıktır” diyor. Söylediği budur. (Canlı bomba haberlerini duydukça hicaptan yerin dibine batıyorum.)
Fikrî duyarlılığımız sıfır hatta sıfırın altında oldukça, yaşadığımız hayat bizim hayatımız olmayacaktır.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,43 M - Bugn : 27792

ulkucudunya@ulkucudunya.com