Ümmî Sinan
10.04.1657 01 Ocak 1970
Doğum târihi kesin olarak bilinmemekte olan büyük gönül sultânı Ümmî Sinan Hazretleri, 16. yüzyılın ikinci yarısında Antalya Elmalı’da dünyâya gelir. Asıl adı Yusuf olup babası İbrâhim Efendi’dir. Şiirlerinde mahlas olarak hem Ümmî Sinan hem de Sinân-ı Ümmî isimlerini kullanmış, bu mahlaslarla şöhret bulmuştur. Bu arada kendisinden bir asır evvel yaşamış olan, İstanbul Eyüp’te, Ümmî Sinan Tekkesi’ndeki türbede sırlı bulunan, hem Halvetiyye ve Sinâniyye tarîkatının pîri hem de şâir olan Ümmî Sinan Hazretleriyle de karıştırılmaktadır. Sadece isim benzerliği değil aynı zamanda her iki gönül sultânının da Yûnus Emre tarzında şiirler yazması da bu karışıklığa sebep olmaktadır.
Ümmî Sinan Hazretlerinin âilesi ve öğrenim hayâtına dâir fazla bilgi bulunmamaktadır. Lâkin yazdığı şiirlerden ve kendisinden bahseden eserlerden büyük velînin zâhir ve bâtîn ilimlere vâkıf olduğu anlaşılmaktadır. Ümmî, okuma yazma bilmeyenler için kullanılan bir tâbir olsa da pek çok mutasavvıfın tevâzularından dolayı böyle anılmayı uygun gördüğü ve bu mahlası bilhassa kullandıkları bilinmektedir. Zîra pek çoğunun şiirlerinde verdikleri bilgiler ancak ilim erbâbının söyleyeceği tarzda bilgilerdir. Yapılan araştırmalarda Ümmî Sinan Hazretlerinin doğduğu yıllarda Elmalı’da büyük bir medrese bulunmadığı ama onun tüm Osmanlı câmilerinde okutulan ve dersiye adı verilen medrese eğitiminden geçtiği düşünülmektedir. Ayrıca o yıllarda Elmalı, birbirinden değerli âlim ve bilginin yaşadığı, pek çok değerli ismin Kur’an ve sünnete hizmet ettiği bir yerdir.
Yaşadığı devre ve kendinden sonraki devirlere büyük tesiri olan Ümmî Sinan Hazretleri, tasavvufî bir hayâtı tercih eder. Bu sebeple kendisine bu yolda terbiye verecek mürşidini arar. 16. yüzyılda yaşamış olan büyük mutasavvıf ve şâirlerden Abdülvehhab Ümmî Hazretlerinin yetiştirdiği büyük âlim ve halefi Eroğlu Nûri Efendi’nin rahle-i tedrîsine girer. Ümmî Sinan Hazretleri, 1597 senesinde Hakk’a yürüyen ve dîvânı ile hâlâ Hak dostlarının gönüllerinde yaşayan Abdülvehhab Ümmî Hazretleriyle de görüşerek duâsını alır. Halvetî tarîkatının incelik ve esaslarına uygun, iyi bir eğitim alan Ümmî Sinan Hazretleri kısa sürede önemli bir yol alır. Hocası Eroğlu Nûri Efendi müridine bâtınî ilimleri tüm incelikleriyle öğretir. Ümmî Sinan Hazretleri bir taraftan zikir ve ibâdetle meşgul olup, bir taraftan da hocasından fürûat esmâsını öğrenir. Lâkin büyük bir şevkle derslerine devam ettiği Eroğlu Nûri Efendi, Ümmî Sinan Hazretlerine kendisinden sonra talebe yetiştirmesini vasiyet ederek Hakk’a yürür… Bu vuslatın ardından derin bir üzüntü duyan Ümmî Sinan Hazretleri, dîvan sâhibi, iyi bir şâir olan şeyhine muhabbet ve hasretini şu mısralarla anlatır:
Bu sırra irdüğüm hâlim sorarsan
Baş kodum bir zaman yollar içinde
Ümmî Sinan ider Eroğlu dirler
İsmime Şeyh’imin iller içinde
Eroğlu Nûri Efendi’nin Hakk’a yürümesinin ardından Ümmî Sinan Hazretleri, şeyhiyle başladığı fürûat esmâsını büyük âlim Mazhârî Sultan ile tamamlayarak talebe yetiştirmeye başlar. Ümmî Sinan Hazretleri hocalarına karşı son derece vefâkâr davranmış belki de onları Hak dostlarının kalbinde yaşatmak için mısralarıyla geleceğe taşımıştır. Zîra Ümmî Sinan Hazretleri ilminden faydalandığı, büyük âlim Mazhar Sultan’ı da Hakk’a yürümesinden sonra şu satırla anmıştır:
Bi-hamdi’llah nûrum buldum gerekmez gayrı nur bana
Efendim Mazhar Sultan fedâdur yoluna can baş…
Hocalarını Hakk’a uğurladıktan sonra Ümmî Sinan Hazretleri Halvetî tarîkatından aldığı icâzetle Elmalı’da talebe yetiştirmeye başlar. Yaptırdığı câmi kısa sürede önemli bir ilim ve irfan yuvasına döner. Şöhreti saray çevresine kadar ulaşan Ümmî Sinan Hazretleri sâkin bir hayâtı tercih eder. Gündüzleri medresede talebe yetiştiren büyük âlim vaaz ve sohbetleriyle de halkı irşad eder. Ümmî Sinan Hazretleri ilâhî aşkın ateşiyle yanıp tutuşan ve içindeki coşkun Hak aşkını şiirlere döken biridir.
Onun bu insanları vecd ile Hakk’a dâvet eden dili ve kalbi, geniş bir çevreyi tesiri altına alır. İlim ve irfan tahsil etmek maksadıyla pek çok kişi Anadolu’da kendisine talebe olmak üzere gelir. Medresesi önemli bir ilim ve kültür yuvasına dönüşür. Yetiştirdiği birbirinden kıymetli dervişler, Kur’an ve sünnete hizmet etmek için Osmanlı’nın dört bir yanına halkı irşâda gider.
Ümmî Sinan Hazretleri, dünyâya zerrece meyletmeyen, Hak’tan gayrısına yüz çevirmiş biridir. Yüksek ahlâkı, halka şefkat ile muamelesi ve Yüce Allah’ı anlatan sohbetleriyle halkın gönlünde Hakk’ı yaşatan bir âlimdir. Cömertliği, şefkati, Kur’an ve sünnetten tâviz vermeden sürdüğü yaşamı ile örnek bir şahsiyettir. O halk içinde Hak’la yaşayarak toplumun sorunlarına eğilmiş, halkın derdine kendi derdi gibi derman aramış olduğundan, yaşadığı devirde halktan büyük hürmet görür. Zîra yetiştirdiği talebeler de onun nasıl bir ilmî deryâ olduğunun en açık delîlidir.
Büyük gönül sultânı Ümmî Sinan Hazretlerinin yetiştirdiği en meşhur talebelerden biri de 17. asra damgasını vuran ve dünya çapında bir şöhret sâhibi olan Niyâzî-i Mısrî Hazretleridir. Batıda pek çok üniversitede adına kürsüler açılan Niyâzî-i Mısrî Hazretleriyle Ümmî Sinan Hazretleri Uşak’ta buluşur. Henüz 29 yaşında olan Niyâzî-i Mısrî Hazretleri diyar diyar dolaşıp kendine bir mürşid aramaktadır. Gördüğü rüyâlara önem verdiğini eserlerinde de kaydeden Niyâzî-i Mısrî Hazretleri, yine böyle bir ziyâret için bulunduğu Bursa’da gördüğü bir rüyâ üzerine Uşak’a gider. Bu sırada Ümmî Sinan Hazretleri de müridi ve halefi olan Mehmed Efendi’yi ziyârete Uşak’a gelmiştir. Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin hâlinden anlayan Mehmed Efendi onu Ümmî Sinan Hazretleriyle buluşturur.
Aşkın meyine ben kâne geldim
Şevkin oduna hoş yâne geldim (Niyâzî Mısrî)
Ümmî Sinan Hazretleriyle tanışmasının ardından bu mısralar dökülür Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin dilinden… O ilâhî aşkla yanan gönlüne can olacak mürşidini bulmuştur. Zîra genç yaşına rağmen Anadolu’dan Arap diyârına pek çok yeri dolaşmış, gönlünü mutmain kılacak bir şeyhe vâsıl olamamıştır. Niyâzî-i Mısrî Hazretleri, suya kavuşmuş gibi can bulur Ümmî Sinan Hazretlerinde. Bir müddet Uşak’ta kalarak burada halka vaaz ve sohbetlerle Yüce Allah’ı anlatan Ümmî Sinan Hazretleri, müridi Niyâzî-i Mısrî’yi de alarak Elmalı’ya geri döner.
Niyâzî-i Mısrî Hazretleri o günden sonra mürşidinin dizinin dibinden ayrılmaz. Ümmî Sinan Hazretleri de kendisine büyük bir muhabbetle bağlı bu dervişin mânevî terbiyesine oldukça önem verip iki oğlu ile talebelerini ona emânet eder. Ümmî Sinan Hazretlerinin Süleyman ve Selâmi Halil adlarında iki oğlu vardır. Kendisinden aldıkları ilmî terbiyenin yanı sıra Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinden de eğitim alan oğulları da şâirdir ve şiirlerinde “Hakîrî” ve “Selâmî” mahlaslarını kullanmışlardır. Tekkede aynı zamanda imam ve hatiplik de yapan Niyâzî-i Mısrî Hazretleri tam dokuz sene Ümmî Sinan Hazretlerinin rahle-i tedrîsinde bir ömür sürer. 39 yaşında icâzetini alan Niyâzî-i Mısrî Hazretleri yaptığı sohbetlerden ve Hakk’a olan sevgisinden dolayı Elmalılılar’ın gönüllerinde yer eder. Zîra O, Elmalı’ya ilk geldiğinde dilinden şu mısralar dökülmüştür:
Dost illerinin menzili key âli göründü
Derd-i dile derman olan Elmalı göründü
Elmalılılar ve medrese arkadaşları, Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin icâzetini almış olması sebebiyle kürsüye çıkarak vaaz vermesini isterler. Lâkin kürsüde Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin âdeta dili tutulur ve bildiği ne varsa bir anda unutur. Kendisini dinlemek için sohbet halkasında bulunan Ümmî Sinan Hazretleri; “Mısrî Efendi, bundan sonra durma ve susma, dâima söyle” diyerek Niyâzî-i MısrÎ Hazretlerine duâ eder. İşte o günden sonra Niyâzî-i Mısrî Hazretleri büyük bir ilâhî vecd ve hikmetle konuşmaya başlar. Belki de eserlerinin, yüzyıllardır pek çok araştırmacının en önemli konularından biri olması da bu duânın bereketidir. Niyâzî-i Mısrî Hazretleri icâzetini aldıktan sonra, “Dertlilerin dermânı, âşıkın mâşûku, Mecnûn’un Leylâ’sı, Yakûb’un Yûsuf’u” diye tanımladığı mürşidi Ümmî Sinan Hazretlerinin arzusuyla Uşak’a gider.
Ümmî Sinan Hazretlerinin rahle-i tedrîsinden geçen pek çok derviş, Niyâzî-i Mısrî Hazretleri gibi Anadolu’nun çeşitli yerlerine giderek halkı irşad eder. Ümmî Sinan Hazretlerinin edebî kişiliğinin dervişleri üzerindeki tesirini, onların irşad vazîfelerini îfâ ederken şiir diline başvurmalarından anlamak mümkündür. Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin dışında Şeyh Muslihüddîn Mustafa Uşşâkī, Gülâboğlu Mehmed Askerî, Uşaklı Ahmed Matlaî, Çavdaroğlu Müftî Derviş, Mehmed Efendi de hocaları gibi Hakk’ı şiirleriyle anlatmıştır. Başta Niyâzî-i Mısrî Hazretleri olmak üzere Uşşâkī, Askerî, Matlaî gibi devrinde etkin olan müridlerinin Ümmî Sinan Hazretlerinden hilâfet almaları, O’nun Antalya ve Elmalı’nın yanı sıra Anadolu’nun pek çok şehrinde de tanınıp sevilmesine vesîle olur.
Yetiştirdiği birbirinden kıymetli dervişler ve bıraktığı eserleriyle Hak dostlarının gönlüne taht kuran Ümmî Sinan Hazretleri, 10 Nisan 1657 senesinde Antalya Elmalı’da Hakk’a yürür. Niyâzî-i Mısrî Hazretleriyle, diğer hâlifeleri, talebeleri ve Anadolu’nun dört bir yanından gelen sevenlerinin duâlarıyla Elmalı’da kendi adını taşıyan câminin bahçesine defnedilir.