Seçimler ve ekonomik vaatler
Barış Doster 01 Ocak 1970
Seçimlere doğru, partilerin seçim bildirgelerini de açıklamalarına koşut olarak vaatler havada uçuşmaya başladı. Bu vaatler arasında, doğal olarak en çok ekonomiye ilişkin olanlar dikkat çekiyor. Asgari ücret, istihdam, ihracat, kişi başına düşen milli gelir, emekli maaşları konusunda her parti, rakibinden daha fazlasını söylüyor.
Mümkün mü? Değil elbette.
Çünkü ihracat, çünkü dış ticaret, çünkü dış kaynak ve yabancı yatırımcı çekme kapasitesi, sadece iktidarın izlediği ekonomi politikalarıyla değil, aynı zamanda dış dinamiklerle de doğrudan ilgili. Küresel koşulların da uygun olması önemli.
Anımsayalım, AKP 3 Kasım 2002’de iktidara geldiğinde, dünyada yatırım yapacak ülke arayan büyük miktarda sıcak para vardı. AKP de bundan faydalandı. Bugün böyle bir para yok. AKP o dönemde sıcak para gelsin diye çok önemli güvenceler verdi yabancı yatırımcıya. Bugün CHP’nin müttefiki olan, o dönemde ekonomiyi yöneten Ali Babacan, DSP–MHP–ANAP hükümetinin ekonomi bakanı Kemal Derviş’in programına harfiyen uydu. Derviş’in “15 günde 15 yasa çıkarılsın” şeklindeki talimatı, Babacan için de geçerli bir talimattı. Özelleştirme, Babacan’ın da programıydı. Sosyal devletin kırıntı düzeyinde kalan kazanımlarının tasfiyesi, ücretlerin baskılanması Babacan’ın da temel ezberiydi. Babacan sonrasında Mehmet Şimşek de bu programa uydu. Öyle ki “Özelleştirmede öyle başarılıyız ki Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na gerek kalmadı” dedi. Kendince haklıydı. 1980 sonrasında yapılan 70 milyar dolarlık özelleştirmenin 62 milyar dolarını AKP yapmıştı.
Sonuçta Türkiye borçlandı, hane halkının borcu arttı, sanayi tesisleri önemli ölçüde yabancılara satıldı, ekilebilir tarım arazileri ölçek olarak küçüldü, tarımdaki nüfus azaldı ve yaşlandı. Türkiye ihracata değil ithalata, üretime değil tüketime dayalı büyüdüğü için, göreli yüksek büyüme oranı yakaladığı yıllarda bile, buna koşut bir istihdam yaratamadı. Yani istihdamsız büyüdü. Hükümet de harcamayı özendirdi sürekli. Kredi kartı sayısı patladı. Özel sağlık, özel emeklilik şirketlerinin, özel okulların, özel hastanelerin sayısında büyük artış yaşandı.
Peki alınan dış borçlar (Katar’dan, Suudi Arabistan’dan, Birleşik Arap Emirlikleri’nden alınanlar dahil), özelleştirmeden elde edilen kaynak, toplanan vergi gelirleri doğru, isabetli, verimli harcandı mı? Bu paralar yatırıma, üretime, ihracata, istihdama yansıyacak biçimde kullanıldı mı? Hayır.
Keşke otoban, alışveriş merkezi, lüks konut yapmanın ötesinde, yüksek teknolojili dev sanayi tesisleri yapılsaydı; bunların yarattığı istihdamdan, sağladığı katma değerden, yaptığı ihracattan, verdiği vergiden, kazandırdığı dövizden yararlansaydı ülkemiz.
Öyle olmadığı için, bugün, aldığımız dış borcun değil anaparasını, faizini ödemek için bile, yeni dış borç almak zorunda kalıyoruz. Kalıcı, istikrarlı, sürdürülebilir, sağlıklı bir büyüme olmadığı için, enflasyon bir türlü düşmüyor. Ücretler eriyor. Asgari ücret, yaygın ücret olarak emekçilerin yarısının aldığı bir ücrete dönüşüyor. Türkiye dış şoklardan, küresel dalgalanmalardan, jeopolitik gerilimlerden hemen ve büyük ölçüde etkileniyor. Gelir dağılımı adaletsizliği sıralamasında hep ilk sıralarda yer alıyor ve ekonomideki büyüme oranları, sokağa yansımıyor.