« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

17 Nis

2023

Mevzubahis vatan mı sahiden?

İbrahim Kiras 01 Ocak 1970

Siyasette demagoji, hayal satma, göz boyama kullanışlı yöntemlerdir her zaman. Bunu tecrübeyle biliyoruz. Öyleyse bir partinin göz boyayarak oy alabilmesi tamamen kendi maharetinin sonucu mu? Hayır, tamamen değil. Bunun için öncelikle birilerinin gözlerini boyatmak istemesi lazım.
Daha doğrusu, burada gerekli olan iki faktör var: Birilerinin gözlerini boyatmaya istekli olması, başka birilerinin de bu hizmeti sunma kapasitesine sahip bulunması. İşte bu iki faktör bir araya geldiğinde seçim sandığı seyran oluyor!
Baksanıza: Kayırmacılığı sistemleştirmek için mülakat diye bir uygulama getiren hükümet, şimdi mülakatı kaldıracağım diye propaganda yapıyor. “Kamuya işe alımları gençlerimizin sınavlardaki başarı sıralamasına göre yapacağız” diyor.
Heterodoks diye bir “model” getirip ekonomiyi batırmış, şimdi onu kaldıracağım diye propaganda yapıyor. Akılla, bilimle kavga ederek görülmemiş seviyelere çıkardığı enflasyonu seçimden sonra tek haneli rakamlara indirmeyi vaat ediyor. Ekonomimizin büyüklüğünü dünya sıralamasında 17’den 21’e geriletmiş, şimdi ilk 10’a gireceğiz diye oy istiyor.
Deprem konusunda bugüne kadar ne yaptıkları ortada… Şimdi “Türkiye Ulusal Risk Kalkanı Modeli” diye her zamanki gibi cafcaflı bir isim ortaya atıp “ülkemizin 81 ilini afetlere dirençli şehirler haline dönüştüreceğiz” diyorlar.
Sanki iktidarda başka bir parti varmış gibi, yaşanan sıkıntılar başkalarının yanlışlarının neticesiymiş gibi “Bizi iktidara getirin, bunları düzeltelim” diyorlar! Hatta muhalefet dilini abartıp “Yeter, söz milletin” sloganını kullanıyorlar.
Yetmiyor… Önümüzdeki seçimi biz kazanırsak Türkiye dünya lideri olacak, İslam dünyasını biz yöneteceğiz, Lozan’a son verip topraklarımızdan petrol çıkaracağız, aya gideceğiz, uzayda koloniler kuracağız, böyle gidersek yakında paraya para demeyeceğiz… vs. vs. diye akla gelen her şeyi vaat ediyorlar.
Bunlara inanmak, hatta ciddiye almak akıl işi değil elbette. Ama bütün bunları alkışlayan ve seçim sandığındaki tutumunu bu vaatlere dayandıran büyük bir kitle var.
Kimileri ise mevcut iktidarın ülkedeki her şeyi kötüye götürdüğüne, devlet makinasını yönetemediğine, hukuksuzlukların utanç verici bir noktaya geldiğine, yolsuzlukların alıp başını gittiğine vs. itiraz etmiyor veya edemiyorlar. Ama bunların aslında çok önemli olmadığını, “mevzubahis vatan olduğu için” bunlara katlanmak zorunda olduğumuzu savunuyorlar. Peki, mevzubahis nasıl vatan oluyor? Çünkü Türkiye yeniden bir kurtuluş savaşı veriyor bugün, diyorlar. Nasıl, niçin, kime karşı diye sormayın. Onların da cevapları var.
Bu kitle muhalefetin ise FETÖ ve PKK ile iş birliği yaptığına ve asıl amacın terör örgütlerinin ülkemize yönelik karanlık emellerine hizmet etmek olduğuna inanıyor. Gerçekten mi inanıyorlar? Aslında gerçekten değil. İnanmak gerektiğinden inanıyorlar. Ne olursa olsun her daim “bizimkileri” desteklemenin gerekçesine ihtiyaç var çünkü. Bugünkü iktidar yakın geçmişte bugün savunduğu politikaların tam aksi yönde adımlar atarken de başka gerekçelerle destekliyorlardı o adımları.
Mesela hükümet PKK ile masaya oturduğunda bile rahatsızlık göstermiyorlardı. Masaya oturmayı bırakın, terör örgütünün son Çözüm Sürecini suistimal ederek sergilediği taşkınlıklara da itirazları yoktu.
O günlerde “Bu böyle olmaz, süreç zarar görmesin diye PKK’nın köylerde, şehirlerde ‘paralel hükümet’ birimleri kurmasına sessiz kalınamaz” diyerek iktidarı uyardığımızda bize Kürt düşmanı, şoven, faşist falan diyenler şimdilerde ise “mevzubahis vatansa…” diye kükrüyorlar.
Daha yakın bir zamanda, İstanbul’da yenilenen seçiminde “Kürt seçmen”in Binali Yıldırım’a destek vermesi için Abdullah Öcalan’a mektup yazdırıldığında da kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan devlet televizyonuna çıkarıldığında da söz konusu olmayan hassasiyetler sergileniyor şimdilerde…
Keza bugün milliyetçiliği hiç kimseye kaptırmayan kimileri “her türlü milliyetçiliğin ayaklar altına alındığı” zamanlarda pek milliyetçi görünmüyorlardı nedense.
Aynı şekilde, Fethullahçıların birtakım kritik kurumları ele geçirmesini “Alnı secde gören insanlar devletten dışlansın mı” gerekçesiyle destekleyenler o zaman “Ne yapıyorsunuz, yapmayın” diye iktidarı uyaranları şimdi FETÖ’cü diye suçluyorlar!
Meşhur fıkrayı hatırlıyor insan ister istemez: Padişah bir gün “Şu patlıcan ne güzel nimettir” diyecek olmuş, Dalkavuk hemen atılmış: “Hem de nasıl güzeldir efendim. Karnıyarığı ayrı leziz olur, oturtması ayrı…” Başka bir gün padişah sofradaki patlıcan yemeğini beğenmeyince, “İnsan bunu nasıl yer” diye söylenmiş. Dalkavuk bu sefer “Yenilecek şey değildir şu patlıcan. Kim ne bulur ben de bilmem” diye efendisine destek vermiş. Yahu, demiş etraftakiler, sen dün bunu göklere çıkarıyordun, bugün yerlere batırıyorsun. Hangi sözüne inanalım? “Ben padişahın dalkavuğuyum” diye cevap vermiş komik adam, “patlıcanın değil.”
Evet, bazı tutumları açıklayan bir fıkra bu… Ancak mesele bu kadar basit değil. Çünkü bu iktidar ne yaparsa yapsın her durumda desteklerini sürdürmekten geri durmayanlar yalnızca üç beş profesyonel dalkavuktan ibaret değil. Oldukça geniş bir kitle var karşımızda. Bu insanlar gerçekten samimi olarak inanıyorlar padişahın her sözüne. “Patlıcan leziz bir yiyecektir” dediğinde de inanıyorlar, “Yenilecek şey değil” dediğinde de…
Çünkü inanmak zorundalar. Çünkü iktidarı desteklemek zorundalar. Çünkü bu iktidar “bizimkilerin” iktidarı… Çünkü seçim sandığında oy tercihimizi belirleyen düşünce iyi yönetim vaat eden adaylara görev vermek değil, “bizimkilerin kazanması” gereğidir. Çünkü millet olamamış topluluklarda vatandaş olamamış insanlar için seçim aşiretler veya mahalleler arasında “düşmanla savaş” gibi bir mücadeledir; seçim yoluyla yönetimin sorumluluğunu almak savaşı kazanıp ganimete kavuşmak demektir. Öyle ki ülkemizdeki seçimlere katılım oranının yüksekliği de demokrasiye olan inancımızın göstergesi değil, devleti yönetme yetkisinin “bizden olmayanların” eline geçmesine engel olmaya yönelik refleksin ifadesidir.
Dolayısıyla, birçok insan “Aya gideceğiz, uzaya çıkacağız, muhalefetin son yirmi yılda yaptığı yanlışları biz düzelteceğiz” şeklindeki vaatlere inanmak zorundalar. Çünkü iktidarı destekleme gerekçelerine ihtiyaçları var. Geçmişte pek akla gelmeyen “vatan” meselesinin şimdi “mevzubahis” olmasının sebebi de bu.
Mevzubahis olan kendi tercihlerine bir gerekçe bulmaksa akıl da vicdan da yoldan çekilir.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,44 M - Bugn : 35398

ulkucudunya@ulkucudunya.com