« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

24 Nis

2023

Dijital evren: Cennet mi, cehennem mi?

Osman Vahdet İşsevenler 01 Ocak 1970

Tanrılardan çaldığımız ateşle oyunumuzun sonuna mı yaklaşıyoruz? Yapay zekâ çalışmaları yeryüzünde cenneti inşa etmenin anahtarı mı, yoksa mutluluğun daha fazla imkâna sahip olmakla elde edileceğine dair illüzyon kelimenin tam anlamıyla gerçek mi oluyor? Hayal ettiğimiz gibi bir yaşam, fantezi dünyasına hapsolmak pahasına olsa da razı mıyız?

Emek, çaba gerektirmeden haz dolu bir hayat yaşamak ister misiniz? Bu soruyu cevaplamak zorundayız. Bunda cevaplanacak ne var, diyebilirsiniz. Kim buna hayır der ki, diyebilirsiniz. Bugünlerde öngörülerini tekrar takdir ettiğimiz Matrix filminde insan türünün bu soruya doğası gereği ‘hayır’ cevabını verdiğinden bahsediliyordu. Matrix’in1 ilk versiyonunda, insanlar, tatmin olacakları bir yazılıma entegre idiler. Ne var ki bu yazılım hasatların (insanların) zayi olması ile sonuçlandı. Acısız, endişesiz bir hayat insanlara göre değil. Meşhur sözü duymuşsunuzdur: “İnsan bir damla kan ve bin endişeden ibarettir.” Burada size acıyı, endişeyi, sıkıntıyı överek yukarıdaki soruya hayır cevabı vermeye ikna edecek değilim. Fakat en baştan şu konuda uyarmak istiyorum: Soru hileli. Sorunun doğru dürüst hali şu: İnsan böyle bir hayatı isteyebilir mi?


Aslında baktığımızda bu bizim en temel arayışımız gibi duruyor. Öyle ya, ana rahminden hatırladığımız hayat bu. İdeal sıcaklıkta, güvenlik, barınma, giyinme, beslenme kaygısı olmadan büyüyorduk. Bu ortam mitolojilerin cennet tasavvurunun da ortak noktası. Cennette de ekmek elden su göldendir. Ve fakat Mushaf2 yeryüzü hayatı noktasında bizi uyarır: İnsan için ancak çalıştığı vardır. Bunu bir ceza gibi algılayabiliriz. Nitekim Hıristiyanlar için bu cennetten kovuluş hikâyesidir: Mademki bilgi meyvesini yedin, in yeryüzüne, emeğinle geçin! Fakat pekâlâ insana dair bir anlatı olarak da okuyabiliriz. Diyebiliriz ki insan eksik bir mahluktur ve aklını emeğine katarak var olur. Prometheus’un tanrılardan çaldığı ateş, ki o küllün yani güneşin bir cüzüdür, diğer hayvanların sahip olduğu kürk, pençe gibi avantajlardan yoksun olan insanın hayatta kalmak için muhtaç olduğu akıldan başka ne idi ki? Peki, insan bu aklını ne için kullanacak? Ana rahmindeki gibi bir hayat inşa etmek için mi? Cenneti yeryüzünde inşa etmek için mi? Daha önemlisi cennetteki hayat, emek gerektirmeyen haz dolu bir yaşama indirgenebilir mi? Yani insan haz duymak dışında bir tatmin aramasa doyar mı?

Hayvanlar gibi insanın da hareket etmesi için bir nedene ihtiyacı vardır. Rahimde hazır bulduklarına erişmek bu nedenlerdendir. Ama insan gelişmiş bir hayvandan ibaret değilse bu yeterli değildir. Sebebe de ihtiyacı vardır. Hareketle hatta davranışla eylemi ayıran, sebeptir. Davranışın güdülerin tesirinde oluşuna karşılık eylem gerekçelerin itkisiyle oluşur. Ne gerek var yaşamama? Yaşamak ne uğruna? Eksikliğimi nasıl gideririm, nasıl tam olurum? İnsan arayış halinde olandır ve ilk Matrix bunu dikkate almadığı için çökmüştü. Endişeleri hazdan uzak kalma, acıya muhatap olma korkusundan değil anlamsız bir hayat yaşama sıkıntısından da oluşur.

Ne uğruna yaşayacağız?
Çözüm, insanı arayış içerisinde tutmak mıdır? Bu soruya bugünün devasa yazılım firmalarının cevap vermesi gerekiyor. ChatGPT’nin inşacısı OpenAI’ın hedefleri arasında yurttaşlık maaşına benzer bir şekilde herkese asgari bir ücret bağlanması söz konusu. Metaverse entegre edilecek insanların nasıl meşgul edileceği bir mesele. Hele ki beslenme maliyetleri düşürülüp, birçok iş yapay zekâya terk edildikten sonra tüketim toplumunun devam edebilmesi için insanlara tüketmek için neden ve tüketebilmeleri için para temin edilmesi gerekiyor. Bu onların sorunu. İnsanlar olarak bizim sorumuz ise sabit. Ne uğruna yaşayacağız? Arayışımızın nihai istikameti neresi?

Bir Japon hikâyesi
Bu soruyu cevaplamak için kendime sorduğum başka bir soruyu bana hatırlatan bir Japon hikâyesini paylaşmak isterim. Maymun Kral.

Dağın doğurduğu maymun, türlü merhaleleri aşarak tekamülünün sonunda yeryüzündeki ve hatta gökyüzündeki herkese kafa tutacak noktaya gelir. Üryan başladığı yolculuğunda kendi krallığını kurar; türdeşlerine refah ve güvenlik temin eder. Nihayetinde ademoğlunun yazgısını paylaşır, hubrise3 tutulur. Bakışlarını göğe çevirir, hakimiyetini nihai sınırlara vardırmak ister. Sınır tanımaz kral, kadiri mutlak olduğu yanılgısına kapılır. Ötekinin farkına varmayan, tümgüçlülük arazından mustarip, yani her şeyi ve herkesi kendisinin bir uzantısı olarak algılayan, istekleri karşılanmadığında avazı çıktığınca bağıran bir bebek gibidir.

Maymun Kral gibi her şeye sahip oldunuz diyelim, yani en başa geri döndük, cennettesiniz, ekmek elden su gölden, ne yapacaksınız, günlerinizi nasıl geçireceksiniz, sıkıntıdan ölmemek için diyelim, ölümsüz olduğunuza göre cennette ölme paradoksuna saplanıp orayı kendinize cehennem kılmamak için ne yapacaksınız? Bu soruya ne cevap veriyorsanız yaşamanın anlamı da odur. Yani tüm maddi ihtiyaçlarınız karşılandıktan sonra hayattan ne beklersiniz? Bu bağlamda Maymun Kral elbette bizim hikâyemizdir. Eğer kendimizi gelişmiş bir primattan ibaret görüyorsak, eğer tüm beklentimiz hazza yönelip acıdan uzak durmak ise bedenlerimizi metaverse entegre edip Maymun Kral gibi her şeye sahip olabiliriz. Yalan da olsa.

Öte yandan şunu da hatırda tutmak gerekiyor: Maymun Kral bunu sanal alemde değil, doğrudan deneyimlediğimiz gerçeklikte yapmıştı. Biz de yaşamımıza bir anlam verebilmek, bir istikamet tayin edebilmek için kendimizi onun yerine koymak durumundayız: Hayatın amacı olabildiğince şeye ve ötekiler üzerinde hakimiyete sahip olmak mıdır? Eğer öyleyse günlerinizi geçim gailesiyle geçirmenizde de, kendinizi dijitale entegre edip ucuz haz edinip bu sırada tüketici kimliğinizle şirketlere hammadde olmanızda da bir sorun yok.

Ne için değil de nasıl yaşamamız gerek?
Bir başka Japon anlatısı, Türkiye’ye animeleri sevdiren Naruto, günümüze dair kehanette bulunmanın ötesine geçip, soruyu yeniden üreterek cevaplar. Ne için yaşamamız gerektiğini değil de nasıl yaşamamız gerektiğini örneklendirir. İki karakter tipi bu animede karşı karşıya getirilir.

Birinci tip maymun kral gibi tümgüçlülük yanılgısı içindedir. Anime boyunca bu tipin çeşitli versiyonları hikâyeye dahil olur. Hepsi bir şekilde kendi başına dünyaya hâkim olarak barış getirme peşindedir. Bunlardan özellikle bir tanesi konumuz bağlamında hususiyet taşır: Obito. Bu karakter genjutsu adı verilen bir illüzyon kullanır. Genjutsu tekniği rakibin serebral sistemini uyarır, önbeyini kontrol altına alır, gerçeklik algısını bozar. Böylelikle rakibe fiziksel bir müdahalede bulunmadan beynine acı çektiği mesajı vererek ıstırap yaşatır. Elbette bu yolla karşıdaki kişiye sadece acı çektirmek değil, haz-acı skalasındaki her noktada onu uyarmak mümkündür. Nihayetinde kişi farklı bir gerçekliği algılar. Daha doğrusu algıladığı hakikat değil, yaratılmış olan dünyadır. Tıpkı metaverse gibi. İstediğiniz yerde, istediğiniz kişi olup, istediğinizi yapabilirsiniz. Bu fikrin işlenmesine şaşırmamak ve bir hayal ürünü, gerçekleşmesi uzak bir fantezi olduğunu düşünmemek gerekir. Kissmessanger adlı ürünü telefonunuza entegre ederek dudak izinizi, sizin dudağınıza özgü olan özellikleri diğer kullanıcıya aktarabilir ve aradaki kilometrelerce mesafeye rağmen öptüğünüz hissini geçirebilirsiniz. Birkaç yıl içinde çok daha fazlasının mümkün olacağını öngörmek kehanet sayılmaz.

En baştaki sorumuzu cevaplamak adına tekrar Naruto’ya dönecek olursak Obito’nun barış planı herkesi, herkesin kendi hayallerindeki hayatı yaşadığı bir genjutsunun tesirine almaktır. Birbiriyle çelişen, çatışan hayaller ayrı ayrı rüyalarda yaşanabilecek ve herkes mutlu olacaktır. Obito’nun karşısında elbette kahramanımız Naruto yer almaktadır. Naruto’nun hikâyesi bir kabul edilme hikâyesidir. Naruto, öksüz yetim bir çocuk olarak köydekilerin ilgisini çekebilmek adına yaramazlık yapan bir tiptir ve ülkenin en güçlü ninjası olup köyün lideri pozisyonuna gelerek herkesin varlığını kabul etmesini sağlamayı hayal eder. Esasında bu noktada Obito’dan farklı değildir: O da sevdiği kadının hayatta olduğu bir gerçekliği rüyada inşa etmenin ve bu rüyada köyün lideri olmanın peşindeydi. Üstüne üstlük Obito’nun planı uygulanırsa Naruto da diğer herkes gibi kendi hayalinin rüyası içinde huzur dolu bir uyku çekebilir.

Her şeyi tek başına omuzlamaya kalkışma
Naruto, anne ve babası olmadan, doğru dürüst arkadaş edinemeden, yaşadığı yerdeki kişilerin nefret dolu bakışlarına katlanarak büyümüş olsa da karanlık tarafa geçmemiştir. Zamanla herkes onun hayalini ciddiye almaya başlamış ve bu uğurda ona destek olmuştur. Neo’nun Ajan Smith’in karşısına çıkışı gibi Naruto da çömezliğini atlatır ve esas düşmanın karşısına dikilecek kadar güçlenir. Herkesi korumak ve büyük savaşı sonlandırmak için canhıraş bir şekilde kavgaya koşarken bir öğüt daha alır: “Ne kadar güçlü olursan ol, her şeyi tek başına omuzlamaya kalkışma. Aksi halde başarısız olursun. Köyün lideri olmak insanların seni kabul edeceği anlamına gelmez. Bilakis insanlar seni kabul edince lider olursun. Dostlarını asla unutma.”

Beylik bir laf gibi duran bu öğüt çok şey söylüyor. Ne kadar güçlü olduğunun bir önemi yok. Bunun bir sonu olmadığı gibi araçlara sahip olmak da tek başına amaca ulaşmak için yeterli değildir. Zengin, nüfuz sahibi biri olabilir, etrafındakileri varsıl kılabilir, böylece onların sadakatini satın alabilirsin, bir başkası daha yüksek bir bedel ödeyene kadar. Bu olmasa bile onların seninle senin için birlikte olmadığını içten içe bilirsin. İnsanın kabul edilme, tanınma ihtiyacı güç vb. araçlarla taklidi üretilerek tatmin edilebilecek bir arayış değildir.

Yeryüzü cennetinin en güçlü olarak, yeryüzünde cennet inşa edecek araçları edinerek yaşanması mümkün değil. Çünkü amaca erişmek için araçlara ihtiyaç duysak da araçlara sahip olmak için verdiğimiz mücadelenin bizi başka insanlara dönüştürmesi bir yana ulaşmak istediğimiz amaç yani güzellik, zorla olmuyor.

Ötekine neden ihtiyacımız var?
Naruto evreninde bir genjutsudan kurtulmanın yolu, başka birisinin size dokunması ve uyandırmasıdır. Gerçekte de algınızın hakikat mi fantezi mi olduğunu bir başkasıyla ortak bir anlamı paylaştığınız vakit anlarsınız. Elbette bundan maksadım, hakikatin uzlaşıyla inşa edilen bir şey olduğu değil, öyleymiş gibi yaşamakla uğruna yaşanılacak bir hayat arasındaki farkı ötekinin yarattığıdır. Hatırlayın, aynısı Matrix için de geçerliydi. Neo, seçilmiş kişiden beklenen performansı yerine getiremiyordu, kâhinin seçilmiş kişi için öngörüsünün aksine ölmek üzereydi ki bir başka kehanet, Trinity’in seçilmiş kişiye âşık olacağı kehaneti devreye girdi ve Trinity’in Neo’yu kabul edişi hikâyenin seyrini değiştirdi.

Kötücül senaryo şöyle: Zaten şu an Instagram reels, Youtube Shorts gibi uygulamalarla çok kısa sürelerde, sözde bedavaya bir şey başarmadan seratonin ve dopamin alıp, mutluymuş gibi hissedebiliyoruz. Bu esnada kullanımı ücretsiz olan bu uygulamaların aslında sattıkları ürün olduğumuz gerçeğini unutuyoruz. Bu uygulamalar anonim olarak büyük kitlelerin alışkanlıklarını kayıt altına alıyor. Bu veri ürün pazarlamak, seçmen davranışlarını belirlemek gibi alanlarda kullanıyor. Yapay zekânın nihai versiyonunun vaat ettiği ise bu tip entegrasyonların gün içinde kısa süreli olması değil, ikinci bir dijital hayat olarak gerçekleşmesi. Bu noktada Instagram gönderilerinde olduğu gibi kendinizi olduğunuz gibi değil, etkileşim alacak şekilde sunabilirsiniz. Oluşturacağınız kullanıcı profili tam hayalinizdeki vücut ölçülerine sahip olabilir, birçok dili konuşabilir vs. Ve diğer insanlar sizi böyle bilir, deneyimler. Peki, bunun karşılığında ne ödenecek? Piyasanın nasıl bir fatura keseceği bir yana böyle bir hayatın fantezi dünyasına hapsolmak olduğu ortada.

Yukarıda paylaştığım anlatılar esasında neyi aradığımızı da, nasıl bir hayatı kendimize layık gördüğümüzü de bildiğimizi söylüyor. Geriye kahramanın kendini bulması kalıyor. Ne var ki vaktimiz dar: Yapay zekanın temsilcilerinden bir chatbot çoktan türümüzün temsilcilerinden birine, bir yazara ilan-ı aşkta bulundu bile.4 Matrix’in açılış cümlesinin kulağımızda yankılanması gereken bir vakitteyiz: Wake up Neo!
https://fikirturu.com/toplum/dijital-evren-cennet-mi-cehennem-mi/

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,44 M - Bugn : 40931

ulkucudunya@ulkucudunya.com