Ebû Eyyüb El-Ensârî
Doç. Dr. Adem Apak 01 Ocak 1970
Asıl adı Hâlid b. Zeyd, künyesi de Ebû Eyyûb olup, Medine’nin iki Arap kabilesinden biri olan Hazrec’in Neccaroğulları koluna mensuptur. Hz. Peygamber’in (s.a.s.), dedesi Abdülmuttalib’in annesi Selmâ binti Amr sebebiyle Benî Neccar ile akrabalığı vardır.
Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.), Akabe biatına iştirak ederek hicretten önce İslâm’a girmiş, Medine’ye dönüşünde de başta eşi olmak üzere dost ve arkadaşlarının hidayetlerine vesile olmuştur. Hicretten önce de her gün Medine dışına çıkarak onun şehirlerine gelmesini beklemiştir. Hicret esnasında Medine’ye girmeden önce Neccaroğulları ile birlikte şehrin dışına çıkarak Allah Rasûlü’nü (s.a.s.) korumuştur.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Medine’ye ulaşmasından sonra Ensar’ın her boyu onu kendi evinde misafir etme yarışına girdi. Onlardan herhangi birini tercih etmesinin diğerlerini üzeceği endişesiyle Hz. Peygamber (s.a.s.) devesi Kusvâ’nın çöktüğü eve misafir olacağını bildirdi. Rasûlullah’ın (s.a.s.) devesi Ebû Eyyûb’un (r.a.) evinin önüne çökünce, onun misafir olarak kalacağı ev anlaşıldı. Bu durum, Ebû Eyyûb (r.a.) ve ailesi için bir şeref vesilesi olmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ailesi Mescid-i Nebî’nin bitişiğine kendileri için inşa edilen odalar tamamlanıncaya kadar yaklaşık 7 ay Ebû Eyyûb’un (r.a.) evinde misafir kaldı. Bu esnada ev sahibesi Ümmü Eyyûb (r.a.h.) misafirlerinin yemek ihtiyaçlarını da karşılamış, onlara iyi bir ev sahipliği yapmıştır.
Ebu Eyyûb’un (r.a.) evi mescid inşaatının tamamlanmasına kadar aynı zamanda Hz. Peygamber’in (s.a.s.) karargahı ve yeni kurulmakta olan Medine şehir devletinin de merkezi oldu. Ayrıca bu ev, gerek Medinelilere gerekse şehir dışından gelen insanlara İslâm’ın tebliğ edildiği ve öğretildiği bir mekân olma vasfını da taşımıştır. Rasûlüllah (s.a.s.) Ebû Eyyub’un (r.a.) evinde fakir muhacirlere yemek vermiş, kendisine sunulan hediyeleri yine burada dağıtmıştır. Bu sebeple ev sahipleri için her zaman hayır duada bulunmuş, onların zenginliğe kavuşmaları ve huzur içinde yaşamaları dilemiştir.
Medine’ye hicretten sonra Ensar ile Muhacir arasında gerçekleştirilen kardeşlik faaliyetinde Allah Rasûü (s.a.s.) Ebû Eyyûb (r.a. ile Kureyşli Mus‘ab b. Umeyr’i (r.a.) din kardeşi ilân etmiştir. Ensar kimliğiyle din kardeşi Mus‘ab’ın (r.a.) her türlü dünyevi ihtiyacını karşılamasına yardımcı olmuştur.
Ebû Eyyûb (r.a.) Hz. Peygamber’le (s.a.s.) birlikte Bedir, Uhud, Hendek gibi Mekkelilerle yapılan savaşlara iştirak etti. Hudeybiye Musalahası öncesinde gerçekleştirilen Rıdvan biatında hazır bulundu. Mekke’nin fethi ve hemen akabinde gerçekleştirilen Huneyn savaşında Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) yanında yer aldı. Kaynaklara göre o, savaşlar esnasında Hz. Peygamber’den (s.a.s.) hiç ayrılmamış, ona zarar gelmesi endişesiyle bazı geceler çadırı başında nöbet tutmuştur. Ebû Eyyûb (r.a.), Allah Rasulü’nün (s.a.s.) vahiy kâtibi olarak da görev yapmıştır. Kur’an-ı Kerim’i iyi bilmesi sebebiyle zaman zaman dinî konularda fetvalar vermiştir. Ashabın ileri gelenleri de bazı ihtilâflı konularda onun görüşünü alma ihtiyacı duymuşlardır.
Ebû Eyyûb (r.a.) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatından sonra da askerî faaliyetlerde etkin bir şekilde yer aldı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) zamanlarında gerçekleştirilen Şam fetihlerine iştirak ederek önce Suriye, ardından da Filistin topraklarının fethine iştirak etti. Daha sonra Amr b. el-Âs komutasında gerçekleştirilen Mısır seferlerine katıldı. Hz. Osman’ın (r.a.) halifeliği döneminde Şam valisi Muaviye’nin idaresindeki donanmaya katılarak Kıbrıs’ın fethine şahit oldu.
Hulefa-i Raşidin dönemindeki siyasi hadiselerde de rol oynayan Ebû Eyyûb (r.a.), Hz. Osman’ın (r.a.) muhasara altına alınması esnasında halifenin yerine namazları kıldırarak bir müddet imamlık vazifesinde bulundu. Hz. Osman’ın asiler tarafından şehid edilmesinden sonra Hz. Ali’ye (r.a.) biat ederek Müslümanların siyasi birliğini sağlama çabalarında kendisine yardımcı oldu. Bu amaçla Irak bölgesine gitmesi sebebiyle halifenin yerine başkentte vekillik yaptı. Ayrıca Haricîlerle giriştiği mücadelelerde ve Şam valisi Muâviye ile yapılan savaşlarda Hz. Ali’nin (r.a.) yanında yer aldı.
Allah yolunda cihadı her şeyin üstünde tutan Ebû Eyyûb (r.a.), ihtiyarlık dönemini yaşadığı zamanda dahi uzun ve meşakkatli seferlere iştirak etmiştir. Onun katıldığı son sefer ise; Medine ve Şam’a göre hem uzak mesafede bulunan ve daha çok tehlikeler içeren İstanbul kuşatmasıdır. İlk Emevî halifesi Muaviye zamanında gerçekleştirilen bu sefere halifenin oğlu Yezid tarafından idare edilen takviye birlik içerisinde yer alan Ebû Eyyûb (r.a.), kuşatma esnasında hastalanmıştır. Komutan Yezid, iyileşmesi için ondan istirahat etmesini talep etmişse de, savaşa devam etmiş ve çarpışmalar esnasında hastalığının tesiriyle şehit olmuştur. Ölümünden önce savaştığı surların önüne defnedilmesini istediği için, vasiyeti gereği burada toprağa verilmiştir.
Emevî donanması İstanbul muhasarasını fetihle tamamlayamayınca geriye döndüğünde, zamanın Bizans İmparatoru’nın kuşatmanın ardından Ebû Eyyûb’un (r.a.) mezarını açtırıp cesedini vahşi hayvanlara yedire-ceğini söylediği rivayet edilir. Ancak İslâm ordusu kumandanının, şayet böyle bir şey gerçekleştirilirse, buna karşılık Müslümanların yaşadığı topraklardaki Hristiyanların bundan zarar görebilecekleri tehdidi üzerine kral teşebbüsünden vazgeçmiş, üstelik Ebû Eyyûb’un (r.a.) kabirinin korunacağı teminatını vermiştir. Kaynakların bildirdiğine göre Ebû Eyyûb’un (r.a.) kabri Hristiyanlar tarafından yıkılmadığı gibi, zamanla onların ziyaret ve dua yerlerinden biri haline gelmiştir. Bizans döneminde özellikle kıtlık zamanlarında insanların onun hürmetine yağmur talebinde bulunmaları sebebiyle onun kabri itina ile korunmuştur. Seyyahların da eserlerinde zikrettikleri bu kabrin zamanla çeşitli sebeplerle kaybolduğu anlaşılmaktadır. 1204 yılında asıl hedefleri Kudüs’e ulaşmak olan, ancak İstanbul’da kalıp burayı işgal eden Haçlıların bu esnada şehri yakıp yıktıkları ve yağma yaptıkları sırada Ebû Eyyûb’un (r.a.) kabrini de tahrip etmeleri sonucunda onun mezarının kaybolması da ihtimal dahilindedir.
1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesi üzerine kaybolmuş olan Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin (r.a.) kabri Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin’in işaretiyle bulunmuştur. Fetihle birlikte Eyüb Sultan’ın kabri gerçek değerini kazanmıştır. Zira Osmanlı padişahları tahta oturmalarındaki kılıç kuşanma merasimlerini burada gerçekleştirmişlerdir. Şeyhülislâmın da hazır bulunduğu tören Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin (r.a.) türbesi önünde yapılmıştır. Dolayısıyla onun kabri Osmanlı devlet protokol sisteminde önemli bir mekân haline gelmiştir. Artık Eyüb Sultan adını alacak bu bölge daha sonraki asırlarda İstanbul’un en önemli maneviyat merkezi olma vasfını sürdürmüştür. Aynı özelliğini günümüzde de devam etmektedir. Müslüman milletimiz Ebû Eyyûb’u (r.a.) Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) kendilerine bir emaneti olarak bağrına basmayı şerefli bir görev kabul etmiştir.
Medine döneminden itibaren Hz. Peygamber’den (s.a.s.) hiç ayrılmadığı halde Ebû Eyyûb Ensârî’den (r.a.) sadece 150 hadis rivayet edilmiştir. Bunda akla gelen ilk husus, hayatının büyük bir kısmını cihad ile tamamlamış olması, bu sebeple hadis rivayetine pek imkân bulamamasıdır. Ayrıca onun dindeki ve hadis rivayetindeki hassasiyeti de rivayetlerinin sayısını düşürmüş olabilir. Nitekim hayatta tek ravisi kalan bir hadisi bizzat rivayet etmek için Medine’den Mısır’a kadar gitmesi, onun titizliğini açıkça ortaya koyar. Ebû Eyyûb’un (r.a.) Ukbe b. Âmir’den (r.a.) almak için Mısır’a kadar gittiği hadis “Her kim bu dünyada bir müminin ayıbını örterse, Allah da öbür âlemde onun ayıbını örter.” rivayetidir. Ebû Eyyûb’dan (r.a.) hadis rivayet edenler arasında; İbn Abbas, İbn Ömer, Berâ b. Âzib, Enes b. Mâlik, Câbir b. Semüre gibi sahâbîler ve Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Salim b. Abdullah, Ata b. Yesâr gibi tabiîler bulunmaktadır.
Allah Rasûlü’nün; “Bir insan Allah’a şirk koşmaksızın ruhunu teslim ederse, Allah onu cennetine dahil eder.” “Kim ki, emrolunduğu şekilde abdestini alır, emrolduğu şekilde namazını eda ederse, onun evvelce işlemiş olduğu kusurlar affedilir”, “Bu dinin işleri ehlinin elinde olursa ona ağlamayınız, fakat bu din ehliyetsizlerin eline düşerse o zaman ağlayınız”, “Namaz kıldığın zaman dünya ile veda eden bir adam gibi kıl. Yarın itiraz edeceğin bir sözü bugün söyleme”, “Bir Müslümanın diğer bir Müslümanla üç gün dargın durması helâl değildir. Onların içinde en hayırlısı, ilk önce selâm verenidir.” hadis-i şerifleri Ebû Eyyûb el-Ensârî tarafından rivayet edilmiştir.