« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 May

2023

İnalcık Fatih Sultan’ı anlatıyor

Emine Çaykara 01 Ocak 1970

23 Şubat 2015’te ona, ‘bu evde, tarihî bu kadar belge, kitap, peynir kutuları içi de dahil notlarla, araştırma tutkusu içinde kendinizi nasıl hissediyorsunuz’ diye sormuştum; ‘hani burada bir sürü kişi varmış gibi, o kadar dolu ki evinizin her yeri..’ Bana gülerek şöyle cevap vermişti: “O kadar konum var ki, her odada, her masanın üstünde bir konu var. O konuları düşünürüm, sıraya koyarım. Mesela son olarak, en çok üzerinde durduğum konu, Fatih ve İstanbul. Onu 3 cilt olarak tasarladım, birinci cildi çıktı. Şimdi ikincisini İstanbul ve Fatih diye tasarladım; İstanbul’un Fatih tarafından yeniden nasıl inşa edildiği, nasıl nüfus getirip şehre yerleştirdiği, şehrin ana temel yapılarını nasıl kurduğu ve şehri nasıl tekrar yarattığı... Bir Türk İstanbulu yazıyorum şimdi.”

Türk İstanbulu… Bu tabiri ilk Yahya Kemal’den duysam da anlattıklarıyla kulaklarım dikilmiş; arkeoloji, kent kültürü ve tarihe meraklı biri olarak İstanbul için ne kadar da anlamlı olduğunu daha da idrak etmiştim. Fatih’in, fetih sırasındaki psikolojisinden önceki ve sonraki tüm süreçlere, sonrasında şehrin ekonomik ve sosyal canlılığını korumak için ne kadar zekice davrandığını, paşalarını toplayıp, bugün bizim semt adlarıyla bildiğimiz o kişilerin, yaşadığımız şehri mimari olarak nasıl biçimlendirdiğini anlatmıştı. Fatih, onu hep çok heyecanlandırırdı. Bir biyografisini yazmak isterdi; çok sert, ilginç bir karakter, gözümün önünde ama yazamam, vaktim yok, bu kitapları bitirebilirim ancak, der ve üzerinde çalıştığı eserleri sıralardı.

Fatih ile ilgili, sanırım ilk ve en etkilendiğim cümlesi 2003 yılında Tarihçilerin Kutbu söyleşileri sırasında oğlu Mustafa’nın ölümü sonrası Türk usulü matem tutmasını tasviriydi. Odanın zeminindeki bütün halıları kaldırtıyor ve yere bağdaş kurarak, başındaki külahı atarak ‘’iniltilerle’’ ağlıyordu Fatih Sultan Mehmed. Göz şahidi olan, ölünceye kadar ona hizmet eden, ölümü üzerine İtalya’ya kaçan ve hatıratını yazan içoğlanı Giovanni-Maria Angiolello’nun adını ilk defa ondan duymuştum. Ve sonra saray mutfağı hakkında konuşurken, Fatih’in en çok neyi sevdiğini sorduğumda gülerek “karidesi seviyormuş. Balık, tavuk-piliç seviyor” demişti.

FATİH VE FETİH
Sanki o zamanda yaşamış gibi hȃkimdi olaylara ve karakterine. O anı yaşıyor gibi anlatırdı, hayranlıkla dinlerdiniz: “29 mayıs sabahı şafakla beraber evvela yeniçeriler girdi, top yıkığı denilen gediklerden… Ayrıca Azepler, deniz erleri de Haliç’e girmişti, onlar da aşağıdan şehre çıktılar. (…) Fatih, ilk gün bir aralık şehre girdi, sonra şehir dışındaki otağına gitti, hatta ilk gelip oturduğu yerde bir çeşme yaptılar. 3. gün olan Cuma günü Ayasofya’ya gitti, orada bütün gazilerle beraber namaz kıldılar. Çok coşkulu bir gündü o. (…) Son imparatorun mezarı belli değil, ona ait kaynakları topladım. Bizans imparatorunun ölümünü en iyi Tursun Bey anlatır. Rumlar bilmez, Rumlara göre havaya uçmuş yahut mukaddes bir kilisede gömülüdür. Aslında kaçmak üzere Haliç’te gemi bekliyor, kendi mahiyetiyle ve kıymetli eşyasıyla bir 200 kişi Haliç’e doğru yokuştan iniyorlardı, fakat o sırada Haliç’te olan Azepler de çıkıyorlardı aynı yoldan, karşılaştılar ve tabii 200 kişi oldukları için Rumlar galebe çaldılar, fakat o sırada bindiği at düştü ve imparator altında kaldı, Azeplerden biri gelip kafasını kesti. Sonra Fatih imparatorun bulunmasını emrettiği zaman onun çizmesinden imparator olduğunu keşfettiler ve Fatih’e götürdüler cesedini. (…) İmparatorun sonu hakkında ayrı bir makale yazdım, bu kitaba girecek. Sonra Mara Sultan var, 2. Murat’ın karısı, Mara çok enteresandır. Fatih ona çok önem verir; onun hayatı üzerine, fetih hakkında yazdıklarım var. Bu dosyaları görüyorsunuz. Bir İtalyan, Fatih’in teşkilatını ordusunu gelip bütün teferruatıyla anlattı, İtalyanca bunu tercüme ediyoruz şimdi. Birinci kaynaktır bu. Fetih Kronolojisini yapmışım.”

İlmek ilmek koca bir dünya, cümleleriyle dile geliyordu. Eserleriyle aksini ispatlamıştı, Osmanlı tarihine bakışı değiştirmişti. Türkleri genelde yağmacı olarak tanımlayıp küçümseyenleri sorduğumda, Orhun yazıtlarında yazan ilkeler bütününden söz etmişti. Türklerin İslam dünyasına girdikleri zaman disiplin, devlet hukuku, devlet otoritesi getirdiklerini ve İslam’ı kurtardıklarını söylemiş, baştan alıp Türk tarihini özetlerken de söz yine Fatih’e gelmişti: “Osmanlı’nın İslam kültürü içindeki en büyük özelliği kanunnameler koyması. Devleti, yani laik devlet idaresini devam ettiren, hiç bir zaman çiğnenmeyen, çiğnenmesi mümkün olmayan bir kanun idaresi, yasa bu. Mesela Fatih’in Yasaknameleri var. Dinle hiç ilgisi yok. (…) Demek ki Türklerin bu yerleşik medeniyetlere; Çin’e, Hind’e, İslam dünyasına geldiklerinde getirdikleri büyük şey devlet disiplinidir. Çin’deki, İslam’daki büyük siyasi teşkilat Türklerden geliyor. Selçuklular, 11. asırda İslam dünyasına girdiği zaman İslam parçalanmıştı, büyük İslam medeniyeti anarşi içindeydi, Selçuk hükümdarları, hakanları disiplin, kanun getirdiler. Osmanlı aynı şekilde. Balkanlara, Anadolu’ya kanun, disiplin ve bir otoritenin idaresinde yaşam, kanun nizamı, yasa getirdi.”
GENÇ YAŞINDA BAŞLAYAN MERAK
İnalcık, 20’li yaşlarını geride bırakırken, Bursa Müzesi Müdürü Neşet Köseoğlu’nun Bursa mahalleleri çalışmasını okumuş, Bursa şeriye sicillerini merak etmiş, Fatih Sultan Mehmed’in fermanlarının kopyaları ile bir bakıma, çok genç yaşlarında, 1947’de, Yeşil’de, müze olan medresenin o zamanlar toz toprak içindeki hücresinde karşılaşmıştı. Hazineydi bulduğu, o medresede Fatih devrine kadar giden fermanların kopyalarını da içeren 280 kadar vesikanın kurtarılmasına yol açmıştı. Kadı sicillerinden istifade ederek çıkardığı Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar ve Hicri 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid kitabı yayınlandığında 37 yaşında genç bir profesördü. Bu kitabı hep çok önemserdi, pek çok dile çevrildi. İnalcık, 1950 yılına gelmeden önce, Fatih Devri üzerine Osmanlı arşivindeki hemen hemen bütün tahrir defterlerini incelemiş, Osmanlıların Balkanlardaki fetihlerinin gerçek yüzünü ortaya koymuş, uluslararası dünyada Osmanist olarak tanınmaya başlamıştı. Encyclopaedia of Islam’a yazdığı ilk makaleleler de Balkanlar, İstanbul, ve Fatih üzerineydi, yani uzun yılların birikimiydi bu ilgi.

Yazının başında söz ettiğimiz Fatih ve İstanbul serisinin ilk cildi yayınlandığında İnalcık 95 yaşındaydı. 20 yıldır üzerinde çalıştığı tahrir defteri, abidevî bir eser olan The Survey of İstanbul 1455, serinin ilk ürünüydü. 20 yıllık bu heyecanın bir kısmına biyografi kitabı Tarihçilerin Kutbu’na çalışırken ben de şahit olmuştum, söyleşimiz bittikten sonra açıp bir belgeyi göstermesi, katlayıp gülümsemesi, İstiklal Caddesi’nden koşarak arşive gidiş sahnesi az önce yaşanmış gibi gözümün önünde.

VEFATINDAN ÖNCE YAYINEVİNE TESLİM ETTİ
Öğrencisi Tayfun Ulaş’ın onunla son yıllarındaki çalışmaları, hocanın ona emaneti olan ikinci ve üçüncü ciltler de artık okurlarla buluştu. Önce ikinci kitap İstanbul Tarihi Araştırmaları; şehrin yeniden inşası, tahrir defterleri, İstanbul’un etrafındaki beldeler ve sonra üçüncüsü, Fatih Sultan Mehemmed Han İş Bankası Kültür Yayınları tarafından 2019 yılında yayınlandı. Bitirmesi gerektiğine inandığı, üzerinde çalıştığı tüm kitapları vefatından aylar önce, sanki gideceğini biliyormuş gibi yayınevine teslim etmişti. Önsözlerini dahi hazırlamıştı. Oysa ciddi görme sorunu yaşıyordu, son yıllarında gittikçe artan, onu zorlayan ama madem ki yaşam sürüyordu, mücadele etmeliydi.

Şu anda Fatih Haziresi’nde, sevgili İnalcık’ın yanında Kemal Karpat, karşısında Semavi Eyice, Ali Emiri Efendi. Buluşmuşlar. Az ötesinde, “İnsan surette muhtar hakikatte mecburdur” diyen “Fâtih türbedarı”, tasavvuf ehli Ahmed Amiş Efendi. Hayat bir mücadele elbette ama aynı zamanda bir anlam ve hakikat arayışı… Hepsi ömürleri boyunca mücadele etmiş, hakikati aramış karakterler. Belki de Elest Meclisi’nde yanyana gelmiş ruhlar, Buhârî’nin aktardığı gibi birbiriyle (önceden) tanışanlar kaynaşmış, sohbet ediyorlar. Kimbilir… Fatih de şehri kurarken topladığı entelektüelleri dinlediği gibi onları dinliyor belki. Hepsinin ona anlatacağı çok şey var çünkü…

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,46 M - Bugn : 11118

ulkucudunya@ulkucudunya.com