Yıkılmayan ama ayakta durmakta da zorlanan insanların ülkesi
Uğur Batı 01 Ocak 1970
Yokluklara göğüs gerdim
Hep sabrettim kader dedim
Acılarla çilelerle
Bu günüme böyle geldim.
Yıkılmadım ayaktayım
Dertlerimle başbaşayım
Zalimlere kötülere
Yenilmedim buradayım.
Yıkılmadım acılardan
Yıkılmadım yoksulluktan
Yıkılmadım yıkılmadım…
Bir an için düşününce sanırım yaşamımızı en iyi anlatan şarkı bu olsa gerek. Mahsun Kırmızıgül 1998 yılında yayınlamış bu şarkıyı.
Ben buna bir de "yıkılmadım ama ayakta durmakta da zorlanıyorum" satırını eklemek istiyorum.
Şarkının bir başka önemi de şu bence; bize 25 yıldır pek bir şey de değişmemiş dedirtiyor doğrusu.
Gerçi şaşırdık mı? Hayır bence. Türkiye değişiktir, hepimiz biliriz. Türkler de. Aslında sürekli ölmüyor olsak, Türkiye fena bir ülke değil!
Pek ikircikli, çok öfkeli, hep kamplaşmış, kafası karışık, zihni bulanık, bedeni yorgun, umutları uzak, hayalleri yeknesak, hayatları kırık!
Sıklıkla hüzünlü, bazen çözümlü, bol lakırdılı, çok dürtüsel… Aslında demokrat değil ama çok özgürlükçü!
Dünyanın pek çok ülkesinde yapamayacağın birçok şeyi rahatlıkla yapabiliyorsun mesela.
Katılımcı değil ama yüksek etkileşimli! STK'lara katılımda OECD ülkelerinin en altındayız ama kahve sohbetlerinde vatanı en çok biz kurtarıyoruz. Tek sesli ama en çok bağıran!
Belki de dünyanın en garip eğlencesi Türk olmaktır
Oldukça garip tipleriz. Hiç filozofumuz yoktur ama ne olduğunu kimsenin bilmediği bir hayat felsemiz vardır. Fikir üretmeyi sevmeyiz ama onları seslendirmeye bayılırız.
Diğer taraftan onlara nadiren inanırız! Siyasetin ne demek olduğunu bilmeyiz ama en çok biz yaparız.
Gençlerimizi idam sehpalarına gönderir, sonra onları kahramanlarımız yaparız. Başbakanımızı asar, sonra da adını havalimanına veririz.
Gerçekten Türk olmak diye bir şey var. Saçmadır ama mesela yeryüzünde kendine kanat yapıp uçan ilk insan da Türktür.
48 yıl Dünya Futbol Şampiyonası'na katılamayıp ilk katıldığında üçüncü olan yine Türktür. Sonrasında 21 yıl bir dünya kupasına katılmayan da yine Türktür.
Öyle ki, girmeye çalıştıkları örgütlerin, mesela Avrupa Birliği'nin asıl amacının aslında Türkiye'yi bölmek olduğuna inanan da Türk'tür.
Hatta Avrupa Birliği'ne girmemizi sağlayacak yasalardan hiçbirini çıkartamayıp, bir gecede başkalarının on yılda geçirebileceğinden daha fazla yasa geçiren de canım ülkemdir.
"Yurtta sulh, cihanda sulh" mottosu, "Komşularla sıfır sorun", dışişleri politikası olup da tüm komşularıyla düşman olan da bizizdir.
Bir Türk hem en dürüst hem en dolambaçlı olabilir
Hep "ahmaklığımızdan" yakınır, ardından dünyanın akıllısı IMF (Uluslararası Para Fonunu) defalarca aldatırız! Adamlar hala paralarını bize nasıl kaptırdıklarını düşünüyorlardır.
"Anadolu irfanı", dürüstlüğü gibi sözlerle kendimize güzellemeler yapıp, sürekli olarak birbirini kazıklayanlar da yine Türklerdir!
Araç karşılaştırma platformu Twinner'ın yaptığı araştırmada, otomobil satışlarından tutun toplumsal hayatın içindeki tüm kıstasların değerlendirlidiği deneyin sonuçlarına göre dünya üzerinde 350 şehir dürüstlük sıralamasına sokuldu. Ve bunlardan yalnızca 75'i "dürüst" olarak sıralandı.
İnsanların dürüstlükleri "cüzdan testi" adıl verilen bir yöntemle ortaya konuldu. Buna göre deneyi yapanlar 17 bin cüzdanı "bilinçli olarak" sokakta düşürdü ve bu cüzdanların kaç tanesinin iade edildiği ölçüldü.
Sadece bununla yetinilmedi, halk, yetkililer, belediyeler, bürokrasi ve otoritenin özgürlük, açıklık, şeffaflık, bütçe kullanımı, yolsuzluk raporları, kayıt dışı ekonomi ve medya özgürlüğü dürüstlük verilerine dikkat edildi. Sonuçta; Türkiye'den hiçbir şehir bu sıralamaya giremedi!
Ülkemizde 80 milyonluk bir bungee-jumping'tir hayat
Neticesinde "ya hep ya hiçiz"! Ya da hem ağlarız hem güleriz. Belki de dünyanın en tehlikeli eğlencesidir Türk olmak.
Ve biz ihtimallerle, tehlikeyle, risklerle raks ederiz. Biz Türk'üz! Ömründe hiç trapez yapmamış 80 milyon insanın trapez yapmasıdır hayat burada.
Bir beton zemine doğru milyonlarca insan süratle düşeriz. Çarpacak oluruz ama sanırım göklerden de gelen emir olacak ki kim olduğunu kimsenin bilmediği bir güç, kendisinde sallandığımız esnek halatı çekiverir ve tekrar havalanırız.
Sanırım "Türk olmanın tüm bu inceliklerini" en çok ölümlerde görüyoruz. Sosyolojik olarak bir ülkenin gelişmişliğini, ne kadar medeni olduğunu gösteren ilkelerdendir o ülkenin insanlarının nasıl öldüğü ya da ne şekilde ölmeyeceği!
Yağmur yağdığında ülkenin en büyük kentinin işlek bir caddesinde bir insan boğulabiliyorsa bir şeyleri yanlış yapmışsızdır demektir.
Ya da bin senedir her yaz mevsiminde damlarda yatıp oradan düşüp ölen de biz isek, daha çok yolumuz vardır.
Maalesef en son depremlerde yaşanan vahim tabloda gördüğümüz şey böylesi bir ölüm gerçekliğiydi.
Çok üzücüydü, çok. Bölgede günlerce çalışmış bir gönüllü olarak yaşamım ve ben bundan sonra hiç aynı olmayacağız.
Hazırlıklı değildik. Ardından bir de seller geldi. Ona da hazırlıklı değildik. Gerçi şöyle bir yakın geçmişe bakıyorum da, benim anladığım "bizim hazırlıklı olduğumuz tek doğa olayı dünyanın güneşin etrafında dönüşü ya da gökkuşağı filan sanırım!"
Buradan da yola çıkarak diyebilirim ki, hazırlıklı olduğumuz tek husus sanırım hiç değişmeyeceğimiz gerçeği.
Aslında her şey o kadar değişken ki, değişimin değişmezliği ilkesini biraz farklı bir biçimde de olsa kanıtlayan ülkedir Türkiye desem yeridir!
Ama tüm bu olanları dert etmeyenler de gördüm, "hayat zaten tehlikeli bir şey, baksanıza henüz ondan canlı kurtulan olmadı" diye düşünen insan zihni bile gördüm.
Peki, sonuçta ne oluyor?
Bir sürü neden, kıstas var ama sanırım en baskın olan şey şu: Bizim dürüstlük ile ilgili problemimiz var. En çok da kendimize dair.
Yediğimiz içtiğimiz sahte, kullandığımız, giydiğimiz sahte, IP TV kullanıp korsan yayınlar izliyoruz, korsan kitap diye bir şey var, civar etraf sahte şifacı, geleceğimiz için edilen vaatler sahte, hepsi "dürüstlük eşiğinin altında."
Bu ne demek? ABD'de Duke Üniversitesi akademisyenlerinden davranışsal finansçı Dan Ariely "Dürüstlük eşiği" diye bir kavramdan söz ediyor ve şöyle açıklıyor bu kavramı;
"İnsanların dürüst olmayan davranışlarda bulunmalarının ahlaki standartları gevşettiğini ve küçük bir sahtekarlık eyleminin bile insanların dürüstlük davranışını azalttığını" iddia ediyor.
Ariely'e göre çeşitli alanlarda yapılan sahtekarlık yaşamın diğer alanlarını da olumsuz etkiliyor ve bir insanın zihnini tümüyle etkileyerek insanı dürüstlükten uzaklaştırıyor.
Dan Ariely şöyle diyor:
Sevgiliniz sahte çanta kullanıyorsa, sizi aldatma ihtimali daha yüksektir
Çünkü dürüstlük, zihindeki bir tezahürdür. Ya öylesindir ya değilsindir.
Bitirelim. Sık sık meydana gelen yürek dağlayan maden kazalarını, sonu gelmeyen inşaat furyasındaki iş kazalarını, her sağanakta su basan göstermelik alt geçitleri, bir çarpmayla yıkılan üst geçitleri, birçok şey düşünelim.
Bu güzel vatanda kadına, doğaya, varlığa, hayvana yönelen şiddeti hiç söylemiyorum. Onlar zaten ortada olan şeyler, herkes görüyor, biliyor... da, önlenemiyor nedense.
Tıpkı orada burada içilmesi yasaklanan, paketinin üstüne "Sağlığa zararlıdır" yazan, filmlerde sansürlenen sigaranın, üretilip satılmasına engel olunamadığı gibi.
Sosyal medyada, şu militarist dizilerde klasik bir replik vardır, bilirisiniz:
Türk olmak zordur çünkü dünya ile savaşırsın. Türk olmamak daha zordur çünkü Türk ile savaşırsın!
Bence en zorudur Türk'ün Türk'le savaşması. Siyaset, kültür, medya, gündelik yaşamımızdaki her türlü mantıksızlıkta en çok kendimizle savaşırız.
Kültürel olarak akışkan zihinsel becerimiz ile eleştirel düşünme becerilerimizi beraber yorumlayacak olursam:
Az düşünüyor, çok konuşuyoruz, dinlemiyor çok söylüyoruz.
Söyleneni ya da okuduğumuzu anlamıyoruz ama anlamasak da çok bildiğimizi hatta en fazla bildiğimizi iddia ediyoruz.
Dünyayı keskin olarak somut algılıyoruz. Detayları çok ama çok iyi gördüğümüzü sanıyoruz. Soyut algımız birazcık var ve ama bunun ne olduğu ile ilgili bir fikrimiz yok.
Sürekli manipüle ediliyoruz, öyle ki bu kalabalık kitleye ''adalet, dürüstlük, hayal gücü, saygı, daha çok saygı, mutluluk, acı ve ayıp'' kelimeleri ya da eş anlamlı kelimeleri kullanılarak kurulacak her türlü iletişim, topluluğu kolayca bir noktadan alıp diğer noktaya götürmesini sağlıyor.
O nedenle irili ufaklı her felaketi tekrar tekrar ve mislisiyle yaşıyoruz.
Değişmeliyiz…