« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 May

2023

İslam ve demokrasi

Nimet Demir 01 Ocak 1970

Cansu Çamlıbel’in 17 Nisan 2023 tarihinde yapmış olduğu röportajda Cengiz Çandar, Türkiye’de dini referans alan ve yirmi yıldır iktidarda olan Ak Parti iktidarının güçlendikten sonra ortaya koyduğu otoriter anlayıştan olmalı ki ‘’İslam ile demokrasi bir arada olmadı, olmayacak, olmamalı’’ görüşünü ortaya koymuştur. Çandar’ın ulaştığı bu sonuçta yalnız olmadığı görülmektedir.
Bir kısım araştırmacılar da, İslam’ın toplumda dini çoğulculuğa müsait olmadığını, bu yüzden İslam’ı referans alan bir hareketten gerçek anlamda demokrasi çıkmayacağını dile getirmektedirler. Bu kanaati ortaya koyanlar, Kur’an’daki ‘’Müslüman olmayanlarla savaşın’’ emrini içeren Bakara; 193, Tahrim; 9, Fetih; 16, Enfal; 39, Tövbe; 73-123 gibi ayetler ile Peygamberin ‘’İnsanlarla; "Lâ ilâhe illallah" deyinceye, namaz kılıncaya, zekât verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Eğer bunları yaparlarsa, Allah Teâlâ'nın hakkı hariç, kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Sonra onların hesabı Allah'a aittir’’ gibi hadislerini dayanak göstermektedirler. Aynı iddiayı gündeme getirenler, İslam Dünyasında; bırakın klasik, katılımcı ve özgürlükçü bir demokrasiyi, çoğunluğa dayalı bir demokrasi dahi bulunmamasını iddialarına delil göstermektedirler.
Esasen İslam ile demokrasinin bir arada olup, olamayacağı sorusunun beyaz veya siyah gibi kesin ve net bir cevabı yok. Cevap muhatabın İslam algısına göre değişecektir. İsterseniz bu algı sahiplerinin bir kısmını ziyaret edelim.
LİTERAL OKUMA
Bu tarz okuma, dinin mutlak hakikati temsil ettiğini kabul eder. Naslara lafzi olarak yaklaşır; Peygamber, sahabe, tabiin ve tebeut tabiinin anlayış ve icraatlarını hiçbir yorum, ilave veya eksiltme yapmaksızın uygulamanın kurtuluşa götüreceği inancını taşırlar. Kıyas ve rey gibi akli metotlara itibar etmezler. Bu anlayışın günümüzde mezhepsel temsilcisi Vehhabiliktir. Yine günümüzde Boko Haram ve Işit gibi radikal İslami guruplar da bu anlayıştan beslenmektedirler. Yukarıda zikredilen ayet ve hadislerin literal anlamlarının, eşit, adil ve özgür bir yönetime, yani demokrasiye cevaz vermeleri elbette mümkün değildir.
Nitekim bu anlayışın günümüzdeki temsilcileri demokrasiyi küfür rejimi olarak nitelendirmektedirler.
SİYASAL OKUMA
Bu yaklaşım naslardan ziyade tarihi pratik, kişilik ve olaylardan etkilenmiştir. İlk dört halifenin seçimi; Hz. Ali ile Muaviye arasında savaşla sonuçlanan iktidar mücadelesi; yine Hz. Hüseyin ile Yezid arasında cereyan eden olaylar ve akabinde Hz. Hüseyin ile yoldaşlarının vahşice şehit edilmeleri, İslam Dünyasını derinden etkilemiştir. Bu yüzden Şii Doktrini imamet yani yönetim bahsine çok önem vermiş, büyük anlamlar yüklemiş, akabinde onu imani meseleler arasında mütalaa etmiştir. İmamet bahsini feri mesele olarak kabul eden Ehl-i Sünnet Doktrini, Şiilerin bu yaklaşımından dolayı imamet bahsini akaidi konuların ele alındığı usulüddin kitaplarında incelemek zorunda kalmıştır. Şii Doktrinine göre devlet başkanlığını ancak nebiler veya onların işaret ettiği velayet-i emr sahipleri üstlenebilirler. Yine Şiilere göre artık nebi dönemi kapanmış, on iki imam dönemi başlamıştır. On ikinci imam gaiptir, zamanı gelince ortaya çıkacaktır. Zuhur edinceye kadar, avamı tabirle, ‘’takiyenin her türlüsü mubahtır, neyle idare ederseniz edin’’ yaklaşımı ortaya konmuştur. Gaip imam doktrini biraz değişiklikle ‘’mehdilik ismi altında’’ Ehli Sünnet arasına nüfuz etmiş ise de, yaygınlık kazanmamıştır. Ehli Sünnet ekolü halifenin bir tane olacağı, onunda Müslümanlar arasından ölünceye kadar başta kalmak üzere seçileceğini ön görür.
Bu anlayış Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine kadar geçerliliğini korudu. Osmanlının zayıflayıp hızla parçalandığı 20. Yüzyılın başında, hilafetin tüm dünya Müslümanlarını kapsayıcı gücünün kalmadığını gören Reşit Rıza gibi düşünürler, hilafet yerine, parçalanmış ümmetin, bulundukları yer ve topluluğu kapsayacak birer İslam Devleti oluşturmaları fikrini ortaya attılar. Bu fikrin ürünü olarak kurulan devletlerden henüz demokrasi çıktığı görülmedi. Osmanlı sonrası ülkemizde siyasal İslamcılar bir dönem, Medine Sözleşmesini odak noktası yaparak, çok hukuklu bir devlet fikri ortaya attılar. Ancak arkası gelmedi. Ülkemizde Siyasal İslam’ın yaklaşık yirmi yıllık bir iktidarı bulunmaktadır. Bu uygulama, yukarıda zikredilen görüşlerin tabiri caiz ise ‘’ortaya karışık’’ bir sürümü mahiyetindedir. Zayıf oldukları dönemde insan hakları, hukuk devleti, özgürlük gibi değerlere yaslanmış, güçlendikten sonra başlangıçta güç aldıkları bu değerlere ayak bağı muamelesini reva görmüşlerdir.
Yakın zamanda ‘’nas var nas’’ diyerek, ayetleri literal bir okumaya tabi tutup, aklın ve bilimin gereğini göz ardı ettikleri, bu yüzden ekonominin büyük zarar gördüğü malum. Dini ve siyasi aidiyeti liyakat ve ehliyete tercih ettikleri bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır. Her hal ve hareketlerinden, demokrasiyi içselleştirmedikleri, onu bir araç olarak gördükleri anlaşılmaktadır. Tüm bu uygulamalar ve alt yapıdaki görüşler dikkate alındığında günümüz itibariyle siyasal İslam anlayışından demokrasi çıkmadığı ve çıkmayacağı görülmektedir.
MAKASIDA UYGUN (FELSEFİ) OKUMA
İslam Dünyasında, makasıda uygun okumalarla demokrasinin naslara aykırı olmadığını temellendiren Said Nursi, Aliya İzzetbegoviç, Fazlurrahman gibi İslam Âlimleri de bulunmaktadır.
Aliya İzzetbegoviç; “Diktatörlük günahı yasaklasa bile ahlaksızdır, demokrasi ona izin verse bile ahlaklıdır. Ahlakilik özgürlükten ayrılamaz. Ancak hür fiil ahlaki fiildir. Bir diktatörlük özgürlüğü, dolayısıyla seçme imkânını ortadan kaldırmak suretiyle, kendi temellerinde ahlakiliğin nefyini içerir. Bu noktaya kadar, tarihteki tüm tezahürler ne olursa olsun, din ile diktatörlük birbirlerini karşılıklı olarak dışlarlar” sözleriyle demokrasiye sahip çıkar. Fazlur Rahman ise demokrasinin İslam’a aykırı olmadığını; ‘’Müslüman itirazcılar demokrasiyi reddetmekle açıkça hatalıdırlar. Oysa demokrasi ispat edilebilir ve açık bir tarzda Kur'an tarafından ümmet hayatının ahlâkî temeli olarak emredilmiştir. Bu sebeple Batı demokratik formlarında Kur'an açısından, zararlı ya da kötü bir şey yoktur; dahası bunlar övgüye layık değerlerdir(1)’’ sözleriyle dillendirir.
Said Nursi’nin demokrasi ve cumhuriyeti İslam adına sahiplenişi intişar etmiştir. O Divan-ı Harbi Örfide yargılanırken, mahkeme heyetine; "meşrutiyetin(demokrasinin) sarahaten ve zımnen ve ilmen dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu dava ettim" şeklinde hitap ederek demokrasiye sahip çıkar.
Said Nursi’nin görüşleri zaviyesinden sorunu ele alalım. Said Nursi’nin sahiplendiği demokrasinin adil, çoğulcu ve özgürlükçü bir yapıda olduğunu görmekteyiz. Bir İslam Âlimi olan ve yönelişlerini dini ölçüler çerçevesinde gerçekleştiren Nursi, demokrasiye sahip çıkarken acaba İslami öğretinin temel metnindeki yukarıda zikredilen ayetleri ve yine Hz. Peygamberin hadisini nereye koymaktadır? Nursi’nin ‘’Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin’’ ayetiyle ilgili sorulan soruya verdiği cevap, içtimai ve siyasi hayatla ilgili dini düzenlemelere bakış açısını yansıtması bakımından açıklayıcı olacaktır. Esasen bu bakış açısı sorumuzun da cevabını vermektedir.
Okuyalım; ‘’Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhânı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhânı zapt ve bütün ukûlü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde dâhil değildir.(Münazarat, sayfa 31)’’ Cevapta görüldüğü gibi, ayetin nazil olduğu dönemde din eksenli bir devrim meydana gelmiştir. Sevgi ve düşmanlık bu eksen üzerinden tanımlanmaktadır. Kur’an’ın ‘’dost edinmeyin’’ ifadesi devrimcileri, devrim karşıtlarının ihanetleri konusunda ihtiyatlı olmaya davettir. Ayetin muhtevası riyasete (siyasete) ilişkindir. Günümüzde ise toplum inşasındaki anlayış değişmiştir. Bu anlayış diğer dini veya kültürel guruplar tarafından paylaşılıyor ise artık dost olmakta beis yoktur. Nursi’nin bu tarz yaklaşımı eserlerinde serpiştirilmiş haldedir.
Mesela Sözler isimli eserinde; Ali İmran Suresinin 64. Ayetindeki ehli kitaba yapılan çağrıya, Nursi, ehli mektebi de dâhil eder. Nursi bu tasarrufunda, ayetin amacından hareketle, toplum oluşturmada, mektebin eğitiminden geçen kişileri, bir vahyin tedrisinden geçen, dolayısı ile kabili hitap olan kişilerle aynı kefeye koymaktadır. Bu verilerden hareketle diyebiliriz ki, Nursi muhtemelen, bazı araştırmacıların demokrasi ve cumhuriyete münafi gördükleri yukarıda yer verilen ayet ve hadisleri özel koşullara tabi ve riyasete ilişkin olduklarını kabul ederek lafzi anlamlarına aykırı düşse bile çoğulcu demokrasiye sahip çıkmaktadır. Bu yaklaşımdan hareketle makasıda uygun okumaların demokrasiyle sorunu olmadığı, hatta onu İslam adına kucakladığını söylemek yanlış olmayacaktır.
GİZLİ KALAN AYDINLANMA
Başlığı, S. Frederick Starr’ın kaleme aldığı ‘’Kayıp Aydınlanma’’ isimli kitabından uyarladım. Starr, bu kitabında dokuzuncu ve on üçüncü asırlar arasında Orta Asya’da ‘’Sular Medeniyeti’’ adı verilen bir uygarlığın neşvü nema bulmaya başladığını, bu uyanışın aydınlanmanın tohumlarını taşıdığını, ancak kuzeyden gelen Moğollar ile güneyden gelen İslam ordularının saldırıları sonucu bu aydınlanmanın filizlenemediğini belirtir. İslam’ın başlangıçtan itibaren aydınlanma nüveleri ile doğduğu, ancak yanlış din algısı tarafından bu tohumların yeşillenmesine izin verilmediği, en azından absorbe edildiği kanaatindeyim. Bilindiği gibi aydınlanma insanın kendi kusuruyla düştüğü ergen olmama halinden kurtulması, herhangi bir kılavuza gerek duymadan düşünebilme cesaretidir. İslam Dünyası olarak bu cesareti nedense bir türlü ortaya koyamıyoruz. Bir sorunla karşılaştığımızda çözüm için illa geçmişteki kaynaklara müracaatla bir dayanak arayışına giriyoruz.
Oysa İslam’ın son din olması, artık peygamber gönderilmemesi insanlığın reşit olduğu, yönlendirmeye gerek bulunmadığı bir aşamaya, yani aydınlanmanın gelip çattığı bir döneme işaret etmektedir. Nitekim vahiyle yol gösterme döneminin sona erdiğini, akıl ve bilim döneminin başladığını haber veren ‘’Oku, O (Allah ki) insana kalemle yazmayı ve bilmediği şeyleri öğretti’’ ayetini hatırlayalım. Yine ‘’Benim ümmetimin âlimleri, Beni İsrail’in peygamberleri gibidir’’, ‘’âlimler peygamberlerin varisleridir’’, ‘’ilim Çin’de de olsa arayıp bulun’’ gibi hadislerde bize bu yeni dönemin enstrümanının akıl ve bilim olduğunu bildirmektedir. İmam Cafer 1300 yıl önce aklın peygamberin işlevini üstlendiğini “akıl insanın içindeki peygamber, peygamber insanın dışındaki akıldır” sözü ile dile getirmişti. İbn Manzur ve Prof. Yaşar Nuri Öztürk, ümmet tabirinin inanan ve inanmayan tüm insanları kapsadığını belirtirler. Bu zaviyeden bakınca İslam’ın çerçevesinin sadece kendilerine Müslüman diyenlerin yaşadığı coğrafya ve bu coğrafyanın ürettiği ilim ile yetiştirdiği âlimleri kapsamadığı, tüm insanlığın müktesebatını içine aldığı görülecektir. Geçmişte İslam aydınlanmasını yaşayanlara da rastlamak mümkündür.
Mesela ozanlığıyla tanıdığımız, ancak gerçek anlamda bir İslam filozofu da olan Yunus Emre’nin ”72 Millete aynı gözle bakmayan, halka müderris olsa, Hakka asidir” dizelerinde bunu görüyoruz. Şems’in Mevlana’nın yanına geldikten sonra, Mevlana’nın kitaplarını havuza atarak onu kılavuzsuz düşünmeye sevk ettiğini biliyoruz. Demem şu ki; Müslüman aklı kendi yönetimiyle ilgili sistem hakkında herhangi bir kılavuza gerek duymadan karar verebilir.
SONUÇ
İslam ile demokrasinin bir arada olup, olamayacağı sorusunun cevabı muhataba göre değişecektir. Yukarıda bu beraberliğe evet ve hayır diye net cevap verecek muhatapları zikrettik. Ancak muhataplar bu zikrettiklerimizle sınırlı değildir. Bulundukları ara tonlara göre ‘’fakat, ama, lakin’’ kaydı içeren pek çok cevabın sahibi muhataplar da bulunmaktadır.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,46 M - Bugn : 12254

ulkucudunya@ulkucudunya.com