Âşık Dertli
1772 - 1845 01 Ocak 1970
Asıl adı İbrahim’dir. Çocukluğunu sığır gütmekle geçirdi. Sonra İstanbul’a geldi, fakat köy halkının kendi topraklarını bırakarak İstanbul’a yerleşmesini doğru bulmayan hükümetin zoruyla tekrar Anadolu’ya döndü. Konya’da Hacı Âsım Usta isimli bir kahvecinin yanında üç yıl çırak olarak çalıştı. Sonra Mısır’a gitti. Orada on yıl kaldı. Çalıştığı sürece âşık kahvelerine de devam etti. Tekke muhitlerine girdi. Çocukluğunda da saz çalan, şiir söyleyen Dertli, gurbette geçen hayatı boyunca birçok âşıkla tanıştı, onlardan edebî terbiye aldı. Köyüne dönünce Hâfize adlı bir hanımla evlendi. Ömer ve Seyyid Ali adında iki çocuğu oldu.
Zevk ve eğlenceye düşkün, maceradan hoşlanan bir mizaca sahip olduğu için bir süre sonra ailesini köyde bırakarak, elinde sazı diyar diyar gezmeye başladı. Dertli, zaman zaman köyünde bıraktığı ailesini ve çocuklarını hatırlayıp bu durumu hüzünlü bir şekilde şiirlerinde dile getirdi. İçkiye düşkün hali yüzünden toplumun bazı kesimlerine ters düştü, bazen de onlarla çatıştı. Geçimini sazı ile temin eden Dertli, sesinin güzelliği ve hünerli saz çalışıyla âşık fasıllarında ve zengin konaklarında büyük ilgi gördü. Sivas, Zile, Ankara, Çankırı, Amasya gibi yerlerde, şiirleri sevilerek dinlendi ve üstat olarak tanındı. Anadolu’yu baştanbaşa gezdikten sonra 1825’te tekrar İstanbul’a gitti. Saray tarafından tanınan ve himaye edilen meşhur âşıkların bulunduğu Beşiktaş, Tahtakale ve Tavukpazarı’ndaki kahvelerde saz çalarak adını duyurdu. Çözdüğü muammalar karşılığı kazandığı mükâfatları meslektaşları arasında paylaştırmasıyla ünlendi. Daha sonra İstanbul’da bulunan ve Bolu mutasarrıflığı da yapmış olan Hüsrev Paşa’ya intisap etti, onun Şamdan Ağası oldu.
Eski serpuşlar yerine Tunusluların fesini millî serpuş olarak kabul eden ve bu fesi yeni kurduğu Asâkir-i Mansûre’ye giydiren dönemin padişahı II. Mahmud’un yaptığı bu değişiklik, başlangıçta halk arasında tepkiyle karşılaşmıştı. Bu fesi halka sevdirmek isteyen Hüsrev Paşa, Dertli’ye “fes” redifli bir kaside yazdırdı. Fesi ve fes giymeyi öven kasidesiyle sarayın iltifatını kazanan Dertli’ye Çağa âyanlığı verildi. Fakat içkiye düşkünlüğü ve toplanan vergilerin büyük bir kısmını zimmetine geçirmesi yüzünden kısa zamanda bu görevden azledildi; her şeyini kaybetti. 1840’ta Bilecik’e bağlı Gölpazarı kasabasında boğazını keserek intihara teşebbüs eden şair, önceleri “Lütfî” mahlasını kullanırken bu olaydan sonra artık “Dertli” mahlasını kullanmaya başladı. Onun intihar teşebbüsünü çevre halkı, Kerbela şehitlerine duyduğu sevgiden kaynaklandığı şeklinde yorumladı. Bu olaydan sonra Bolu defterdarı Hüsnü Efendi’nin himayesi altına girdi. Bir yere bağlanmaktan hoşlanmayan Dertli, bir süre sonra yine gurbete çıktı. Bu defa Ankara eşrafından Âlişan Bey’in himayesine girdi, onu öven şiirler söyledi, onun konağında vefat etti. Bir şiirindeki vasiyeti üzerine Âlişan Bey, şairi Müneccim tepesi yakınındaki mezarlığa gömdürdü. Dertli’nin mezarı, Samanpazarı’ndan Koyunpazarı’na giden yoldan Cebeci’ye ayrılan bölüm üzerinde bulunuyordu. Ankaralılar mezarının toprağının şifalı olduğuna inanırlardı. Mezarı bir yol yapımı sırasında toprağa karışarak kayboldu.