Niye böyle oldu, şimdi ne olacak?
İbrahim Kiras 01 Ocak 1970
14 Mayıs sandığından çıkan sonuç her zamanki gibi mesaj dolu. Nihai kararını iki hafta sonraya bırakan seçmen yine bir şeyler söyledi taraflara. Verilen mesajı doğru yorumlayan ve -daha da önemlisi- bunun gereğini yapabilen taraf 28 Mayıs’taki seçime avantajlı girecek.
Erdoğan önceki günkü seçimde rakibinden dört puan fazla oy aldığı için daha avantajlı görülebilir. Ancak bu yüzde 51’in mevcut cumhurbaşkanının işbaşında kalmasına razı olmadığı gerçeği Kılıçdaroğlu’nun aynı yüzde 51’in tamamını kendi ismine razı edemediği gerçeği kadar açık. Dolayısıyla Millet İttifakı adayının ikinci tura daha avantajlı girmesi mümkün. Ama bunun da birtakım şartları var elbette. Öncelikle nerede yanlış yaptığını, neyi eksik bıraktığını tespit edip hem “her şeye rağmen” Erdoğan’a oy verenlerin hem de ilk turda Oğan’ı kendisine tercih edenlerin motivasyonunu anlamak zorunda. Devamında da siyasi söyleminde buna uygun şekilde bir revizyon yapmak durumunda.
Ekonomik kriz, depremdeki kötü performans, hukuk skandalları ve yolsuzluk iddiaları gibi çok ağır sorunların gölgesinde girdiği seçimde Erdoğan’ın aldığı destek her şeyden önce muhalefet kanadında bir şeyin eksikliğine işaret ediyor olmalı.
Bu eksiğin ne olduğunu iyi anlamak lazım. Bunu anlamanın yolu da neyin karşı tarafa avantaj kazandırdığını tespit etmekten geçiyor.
***
Her şeyden önce seçimde “neyin oylandığı” algısı önemli. Yani seçimin “tema”sı. Yani seçmenin “sandıkta bir karara bağlanacağını düşündüğü” mesele.
Bu seçimde esas itibarıyla bir taraf iyi yönetim vaat etti, diğeri ise “tehdit altındaki milli ve İslami değerlerin” korunmasını. Görülen o ki değerlerin oylandığı algısı daha fazla öne çıkınca iyi yönetim vaadi yeterli ölçüde revaç bulmadı. İktidarın söylemi bunu sağlamayı başardı.
Muhalefet ise gerçekte Türkiye’nin acil ihtiyacının iyi yönetim olduğunu, milli ve İslami değerlerin hiç de tehdit altında olmadığını anlatmakta yeterince başarılı olamadı.
Bu sonuç kimilerine şaşırtıcı gelmiş olsa da biliyoruz ki seçmen kitlelerini motive eden öncelikli faktör ideolojik angajmanlardır. Türkiye’deki muhafazakâr ve milliyetçi hassasiyetlerin temsil misyonunu popülist bir söylem seti yardımıyla temellük etmiş olan AK Parti toplumdaki kültürel değerleri ve ideolojik angajmanları birbiriyle çatıştırarak kötü yönetimden şikayetçi seçmeninin başka taraflara gitmesine engel olmayı başardı.
Çoğumuza saçma gelen “Bunlar PKK’dan, FETÖ’den talimat alıyor” propagandası sistemli, sürekli ve kendi bünyesinde senkronize şekilde yürütüldüğü için belli ölçüde amacına ulaşabildi. Hatta belki “Bunlar LGBT’ci” suçlaması da yine aynı sebeple etkili olabildi.
***
Özellikle “HDP ile yan yana görünmek” ciddi bir dezavantaj oluşturdu Millet İttifakı partileri için. Öyle ki Erdoğan yönetiminin artık sona ermesi gerektiğini düşünen bir kesim yalnızca bu sebeple Kılıçdaroğlu’na oy vermekten imtina etti.
Bu arada yoğun propaganda kirliliği yüzünden “HDP’nin Millet İttifakının üyesi olmayıp ayrı bir ittifak içinde seçime girdiğini” bile seçmen kitlesinin bir bölümüne anlatabilmek mümkün olmadı. Ama burada bütün suçu karşı tarafın propagandasının etkisine yüklemek yanlış olur. Muhalefet bloku belki de “terör örgütleriyle iş birliği” ithamının ciddiye alınabileceğine ihtimal vermediği için bu hususta ön alıcı bir tavır geliştirmekte geri kaldı.
Hem iktidar blokunun seçmenini büyük ölçüde konsolide edebilme başarısı hem de Sinan Oğan’ın kimilerine sürpriz gelen oyları millet İttifakı’nın bu meselenin üzerinde yeterince durmamasının sonucu herhalde.
4 Nisan günü bu sütunda çıkan bir yazıda muhalif seçmenin bir bölümünün “üçüncü yol” arayışının nerelerden kaynaklandığını değerlendirmek gerektiğine dikkat çekmiştim. Özellikle “Masa’daki beş sağcı” partiyi işaret ederek, “Nasıl ki masadaki partilerden bir kısmı dindarların kazanılmış haklarına ilişkin endişeleri gidermek için ‘Biz burada olduğumuz sürece bu söz konusu olamaz’ diyorlarsa, PKK ve FETÖ konusunda da yüksek sesle ‘Biz burada olduğumuz sürece kimse merak etmesin’ mesajı verebilirler” demiştim.
Özellikle İYİ Parti’nin bu hususta sesini yükseltmesinde fayda vardı. Ne var ki ancak son hafta içinde Kılıçdaroğlu, Akşener ve Yavaş bu konuda yoğun ve sert mesajlar vermeye başlayabildiler.
Görünen o ki önümüzdeki iki haftalık sürede çözümlenmesi gereken en önemli sorun Millet İttifakı’nın üzerinde tutulmaya çalışılan bu algı olacaktır.
***
Şimdi ne olacak?
İktidar kanadı bir erken zafer sarhoşluğu içine girmiş görünüyor olsa da yazının başında ifade ettiğim üzere, “Millet İttifakı adayının ikinci tura daha avantajlı girmesi mümkün”. Bunun gereği ise muhalefetin kendi eksiklerinin ne olduğunu tespit edip bunun gereğini kararlılıkla yapması.
Pazar günü yüzde 49’lar seviyesinde çok önemli bir oy oranını yakalamış bulunan iktidar kanadının ise buna dayanarak ikinci turu artık çantada keklik gibi görmesi doğru değil.
Her şeyden önce, milletvekili seçiminde “ittifakın temin ettiği” yüzde 49 oyun ikinci turda muhafaza edilmesi en başta MHP ve Yeniden Refah olmak üzere müttefik partilerin seçmeninin desteğini aynı kararlılıkla sürdürmesine bağlı. Bunun kolay olmayacağı düşünülmeli.
Zaten mecliste çoğunluğu elde etmiş olan AK Parti’nin ayrıca cumhurbaşkanlığını da yeniden alması durumunda oluşacak dengesiz iktidar yapısının son beş yılda ortaya çıkan sorunların çözüm imkanını bitirebileceğini düşünen seçmenler de muhakkak olacaktır.
Şu da var ki seçmen bölücü terör konusundaki hassasiyetine dair bir mesajı güçlü bir şekilde vermiş oldu. Ama -gündemdeki bu konunun önceliği sebebiyle- ekonomideki tehlikeli gidişat başta olmak üzere kötü yönetimin doğurduğu sorunlar konusunda ayrı bir mesaj verme fırsatı bulamadı. Öteki mesajını net bir şekilde vermiş olduğuna göre bu husustaki tutumunu da cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda ortaya koyabilir seçmen. Ama bu da muhalefetin önümüzdeki 15 gün içinde göstereceği performansa bağlı elbette.
Özetlersek: Aslında her şey yeniden başlıyor.