Gönderelim mi?
Mahir KAYNAK 29 Ağustos 2006
Lübnan’a gönderilecek barış gücüne katılma kararı gündemin ilk sırasında. Destekleyenlerin çok güçlü bir gerekçesi var. Bölgede etkin olmak isteyen ülkemizin, bu görevin dışında kalması, hem kendi güvenliğimiz hem de bölgedeki rolümüz açısından kabul edilemez.
Bu konuda karar vermek için gönderilecek askeri güçten ne beklendiğinin gerçekçi olarak tespiti gerekir. Cevap vereceğimiz ilk soru Lübnan’da çatışan tarafların kimler olduğudur. Savaştan en çok zarar gören Lübnan olmasına rağmen onun çatışmanın tarafı olduğu söylenemez. İsrail, kimin hazırladığı bilinmeyen asker kaçırma provokasyonu ile, Lübnan’a değil Hizbullah’a savaş açmıştır ve asıl amaç bölgedeki İran etkisini ortadan kaldırmaktır.
Gerçekte barışı sağlamak ve çatışmaları durdurmak için bir tek askere bile gerek yoktur. İsrail’e uygulanacak politik baskı ya da telkin tüm çatışmanın durmasına yeter.
Ancak ortada bir BM kararı var ve barışı sağlamak için bunun gerekli olduğu söyleniyor. Bunun ciddi bir çelişki olduğu gözleniyor. Siyasi olarak çözülmesi son derece kolay olan bir konu için askerler devreye sokuluyor. Bölgeye gidecek askerlerin kimi kimin saldırısından koruyacağı bilinmiyor. Ancak tek saldırgan adayının da Hizbullah olduğundan da şüphe yok.
İsrail’in, ilk defa, giriştiği bir savaşta kesin bir başarı sağlayamadığı, ordusunun çok ciddi hatalar yaptığı hatta Hizbullah’ın galip geldiğinin söylenebileceği biçimindeki yargılar sadece bir propagandadan ibaret. Bu İsrail’in yenilmezliği anlamına gelmez ama giriştiği bu savaştan mağlup ayrılması da akla aykırıdır. Sonuca ulaşmış bir savaşta siyaset devreye girer ve çözüm siyasi olur ama sonucu ortada olan ve bitmemiş bir çatışma söz konusu olunca bölgeye uluslararası bir gücün gönderilmesi gerekli olur.
Lübnan’a gönderilecek barış gücü bölgedeki sorunu çözmek bir yana kendisi bir sorun haline gelecek gibi görünüyor. Oradaki askerlerin Hizbullah ya da onun adını kullanan militanların saldırısına uğraması sürpriz sayılmaz. Askerlerin tepkisi, bağlı oldukları ülkenin İran cephesine tavrını belirleyen bir mihenk taşı olarak algılanacaktır. Yani Lübnan’da, asker gönderen ülkelerin safları belirlenecektir.
Saflarla neyi kastettiğimiz açıklamak gerekir. Bir tarafta ABD diğer yanda henüz müttefikleri tam olarak belirlenmemiş İran’ın bu safları oluşturduğu söylenebilir. İran, taraflardan ABD karşıtı cephenin posta adresi olarak kabul edilebilir ve belki de bu cephe Lübnan’da şekillenecektir.
Mesela AB ülkelerinin askerleriyle Hizbullah arasındaki bir gerginlik ya da çatışma halinde bu ülkelerin tavrı ne olacaktır? İran karşıtı cephede yer almaları onları Ortadoğu’dan daha da uzaklaştıracak ve ABD’nin inisiyatifine teslim olmaları anlamına gelecek, İran’a yaklaşmaları ABD’den uzaklaşmaları sonucunu doğuracaktır.
Eğer görev Lübnan’ın onarılması ise askere gerek yoktur eğer asker gidiyorsa taraflar vardır ve bunların arsındaki çatışma engellenecektir. Bu saldırganla saldırıya uğrayanın ayrıştırılması anlamına gelir. AB askerlerinin bu konuda karar vermesi bekleniyor ve karar aynı zamanda bu ülkelerin saflarını belirliyor.
Türkiye önce safını belirlemeli görevi daha sonra kabul etmelidir. Hangi taraftansın sorusuna oldu bittilerle cevap vermek gerekmez. En doğru tavır politikasının ne olduğunu herkese ilan etmesi ve Lübnan’daki sınava katılmamasıdır.
Ancak bu tavır ülkemizin hiçbir askeri operasyonun içinde yer almayacağı anlamına gelmemelidir. Önümüzdeki günler bölgenin bir çatışma alanı olacağını göstermektedir ve biz yönlendirilerek değil, kendi irademizle ve önceden hazırlıklar yaparak bu mücadele yer almalıyız. Hem çok güçlü bir orduya sahip olduğunu hem de hiç savaşmayacağını söylemek bir çelişkidir. Savaş bir tercih değil mecburiyettir. Önlemek için elden gelen yapılır ama kimse ordumuzu bir merasim ordusu olarak algılamamalıdır.