« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

12 Ara

2007

MATURİDİLİK, EŞARİLİK VE SİYASAL İSLAMCILIK

Muharrem KILIÇ 12 Aralık 2007

MATURUDİLİK VE EŞARİLİK NEDİR?



Maturidilik ve Eşarilik, ehli sünnet inancına sahip Müslümanların itikatta mezhepleri olarak kabul ettikleri, birbirine paralel ancak bazı noktalarda da birbirine tamamen zıt iki İslam yorumudur. Bu yorumları yapan İmam Maturidi ve İmam Eşari’den dolayı bu isimleri almışlardır. Maturidi düşünceyi Eşari düşünceden ayıran en önemli özellik akla verdiği önemdir. Akıl, insanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliktir. Bu özelliği dikkate almayan bir inanç yapısı ne kadar gerçekçi ve ilahi olabilir ki? Allah’ın insanlara bahşettiği akıl nimetini insanların kullanmaması, onu iptal ederek yaşamaya çalışması, yaratanın da arzusuna terstir. İslam kaynaklarında, Kur’an ve hadislerde pek çok yerde “Akıl sahipleri”ne hitaplar vardır. İşte İmam Maturidi insana insan olma özelliğini veren ve hayvanlardan ayıran akıl nimetine gereken önemi vermiştir. Türk milletinin bilinen tarihlerden bu yana, yaşadığı inanç sistemlerinde akla gereken değeri vermiş olduğuna dikkat edilirse, milletimizin bugünkü inanç sisteminde aklı gerektiği yere koyan büyük Türk alimi İmam Maturidi’nin ne kadar önemli bir iş yaptığı daha iyi anlaşılır.

“İslâm dünyasında hicri ikinci asırdan itibaren bir taraftan akla dayanan felsefî ilimler tercüme ve te’lif yoluyla yayılırken, diğer yandan yine akla ehemmiyet veren Mu’tezile ortaya çıkmış ve akaid görüş ve kanaatlerini yaymaya başlamıştı. Nakle bağlılığı ve teslimiyeti şiar edinen selef akidesi bu yeni cereyana karşı pek başarılı olamıyordu. Halife Memun Mutezileyi resmi devlet görüşü yapması ile bu mezhep yaygınlaşmaya başlamıştı.(218/833) Buna karşılık İslâm dünyasında usül-üddin konusunda yeni izah tarzlarına ihtiyaç vardı. Bu yeni izah tarzları nakle bağlı kalmakla birlikte akla da ehemmiyet verecek selef metodu ile Mu’tezile mezhebinin iyi yanlarını birleştirmeliydi. Bu yeni ihtiyacı karşılayan “ehl-i sünnet ilmi kelâmı” nı oluşturan, Maveraünnehir’de Ebu Mansur el-Maturidi ve Irak’ta Ebu Hasan el-Eşari (324/946) olmuştur.” [1]

“İmam Ebul-Hasen el-Eş’arî ile İmam Ebu Mansur el-Matüridî, Ehli Sünnet akidesini yayma gayesinde ve pek çok izahlarının neticelerinde birleşiyorlarsa da; her ikisinin Kelâm metodları birbirlerininkinden az çok farklıdır. Şüphesiz her iki kelâmcı da Kur’an’ın ihtiva ettiği akaidi, akıl ve mantığı bürhanlarla isbat etmeye çalışıyorlardı. Çünkü selim akıl ile sahih nakil asla çatışmazdı. Fakat Matüridî, Eş’arî’nin verdiği önemden daha fazla akla değer veriyordu.”[2]

“Matüridî ile Eş’ari arasındaki başlıca fikir ayrılıkları şunlardır:

Cüz’i irade:
Eş’arilere göre cüz’i iradeyi Allah yaratır. Matüridîlere göre ise cüz’i iradeyi Allah yaratmaz
Hüsün ve kubuh:
Eş’arilere göre hüsün ve kubuh, yani bir şeyin iyi veya kötü olduğu aklen bilinemez. Hüsün ve kubuh , Allah’ın emir ve nehiyleriyle bilinir. Allah bir şeyi emrettiyse o şey iyidir. Allah bir şeyi yasak etti ise o şey kötüdür.
Matüridîlere göre ise hüsün ve kubuh akıl ile idrak olunur. Emir ve nehiy bir şeyin iyi veya kötü olduğuna delalet eder. Herhangi bir şey iyi ise Allah onu emretmiştir. Kötü ise Allah onu yasak etmiştir.

Allah’ı tanıma:
Eş’ariler, Allah’ı tanımanın şer’an vacip olduğunu söylerler. Matüridîler ise Allah’ı tanımanın aklen vacip olduğu fikrindedirler.
Tekvin:
Eş’ariler tekvini itibarî bir sıfat olarak kabul ederler. Hakikî sıfat olarak kabul etmezler. Matüridîler ise tekvinin, kudret ve irade gibi hakiki bir sıfat olduğunu söylerler.
Kula gücü yetmeyecek şeyleri teklif:
Eş’arilere göre Allah’ın kula gücü yetmeyecek şeyleri teklif etmesi caizdir. Mesela cisimleri yaratmak gibi. Matüridîlere göre ise Allah’ın kulun gücü yetmeyeceği şeyleri ona teklif etmesi caiz değildir.
İlliyet ve hikmet:
Eş’ariler ‘Allah’ın fiileri için sebep aranamaz’ der. Onun fiileri hikmet ile bağlı da değildir. Çünkü Allah yaptığından sorumlu değildir. Sorumlu olan kullardır.
Matüridîlere göre Allah abesten münezzehtir. Allah’ın fiilleri hikmeti icabı meydana gelir. Çünkü Allah Hakîm’dir, Alîm’dir. Allah tekvinî fiilerinde ve teklifî hükümlerinde hikmetini gösterdi ve irade etti. Hasılı Allah’ın fiileri hikmeti ile bağlıdır ve fiiller bir sebebe bağlıdır. Bu Allah’ın abesle meşgul olmasının icabıdır. Allah yaptıklarından sorumlu değildir.

Ezelde ma’duma hitap:
Eşariye’ye göre ma’duma ezelde ilahî hitap taalluk eder. Buna göre Allah ezelde Mükellim’dir. Matüridîye’ye göre Allah ezelde Mükellim değildir. Çünkü ma’duma ezelde ilahi hitap taalluk etmez.
Nübüvvet için Cinsiyet:
Eş’arilere göre nübüvvet için erkeklik şart değildir, kadınlar da nebi olabilirler. Nitekim Meryem, Asiye, Sare, Hacer, Havva ve Hz. Musa’nın annesi nebidirler.Nübüvvetin Matüridîlere göre ise nübüvvetin şartlarından birisi erkek olmaktır. Kadınlar nebi olamazlar.
İbadetin ifası:
Eş’ariler müslim olmayanın ibadetle mükellef olduğu reyindedir. Onlara göre gayri müslimler bu sebeple de ceza görürler. Matüridîler ise, müslim olmayanların ibadeti ifa ile mükellef almadıkları reyindedirler. Onlar küfürden dolayı ceza görürler ve fakat ibadeti ifa etmedikleri için cezaya çarptırılmazlar.
İrtidat:
Eş’arilerce mürted yeniden imana dönerse amelleri de avdet eder. Matüridîlere göre ise mürted imana dönse de amelleri avdet etmez.
Tevbe-i ye’s:
Eş’arilerce tevbe-i ye’s makbüldür. Maturilerce makbul değildir.
Kur’ân:
Eş’arilerce Kur’ân’ın bazı âyetleri, bazılarından büyüktür. Matüridîlere göre ise, büyük olamaz.”[3]


İMAM MATURİDİ KİMDİR?



İmam Maturidi Türk’tür. İmam Maturidi, Maveraünnehir’deki kadim Türk kenti Semerkant şehrinin Matürid köyünde doğmuştur. Doğum tarihi konusunda net bilgi bulunmamakla birlikte, tarihçileri onun ölüm tarihinde ittifak ederler. Buna göre vefat tarihi 944 yılıdır. Doğduğu köyün bir Türk köyü olduğu bilinmesine rağmen, Türk’e hiç bir başarıyı layık görmeyenler ve “Araplaşmayı Müslüman olmak zannedenler”, bu başarılı alimin Türklüğünü bile inkara yeltenirler. Tıpkı İmam Ebu Hanife’nin, tıpkı Selahaddin Eyyubi’nin Türklüğünü inkar ettikleri gibi. İmam Maturidi’nin Türklüğünü inkar etmekte o kadar ileri gitmişlerdir ki, döneminde ve ondan sonraki dönemlerde İslam dünyasında çok geniş bir alanda fikirleri kabul görmesine rağmen, Türk’ten ve Türklükten rahatsız olanlar onu sürekli yok saymışlar ve unutturmaya çalışmışlardır. “Mensupları tarafından alemü’l-Hüdâ (Hidayet sancağı), İmamü-l Hüda (Hidayet önderi), İmamü-l Mütekellimin (Kelamcıların lideri) gibi lakaplarla anılmasına ve çevresinde çok ün yapıp sevilmesine rağmen ne tuhaftır ki pek çok tabakat ve mezhep tarihi kitaplarında isminden bahsedilmemiştir.”[4] Ama güneş balçıkla sıvanamadığı için bunda başarılı olamamışlardır. Onun soyundan gelen ve inancını benimseyen bir lider olan Atatürk, kurduğu devletin inanç sistemi olarak onun aydınlık düşüncesini seçmiştir. İmam Maturidi, büyük Türk alimi İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin görüşlerini benimseyip,onun yolunu izlemiştir. Bir Kelamcı olarak onun düşüncelerini kendisine temel almıştır. Ebu Hanife’nin bu konuyla ilgisi ise şöyle izah edilmektedir:

“Ebû Hanife, Ehl–i Sünnet fakîhleri içinde ilk mütekellim (Kelamcı) olandır (Beyadî, 19). O, daha çok Hanefi Mezhebi’nin kendisine isnad edildiği büyük fıkıhçı olarak şöhret bulmuşsa da, İslâm itikad esaslarının şerh ve tedvinini esas alan hareketler de İmam’a çok şey borçludur. Ebû Hanife, fukaha arasında, akıl yürütmenin prensiplerini ve usûlünü benimseyen ve onları iman esasları ve dinî hükümler üzerinde çalışmak üzere tatbik eden ilk kelâmcıdır. Onun ve takipçilerinin, rey ve kıyas ehli olarak adlandırılmasının sebebi budur” (Şerif, 1:281). Ebû Hanife, Kelâm ve Fıkıh’ta öyle bir yere sahiptir ki, Mu’tezile, Mürcie ve Ehl–i Sünnet’in her biri, İmam’ın kendilerinden olduğunu iddia etmişlerdir.”[5]

Görüldüğü üzere, inancından taviz vermediği için dönemin yöneticileri tarafından zindanda şehit edilen İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin görüşleri, onun çizgisinde yürüyen İmam Maturidi tarafından sistemleştirilmiş ve bütün bir İslam dünyasının görüşüne sunulmuştur. İslam dünyasının çok geniş bir kesimi de bu görüşü benimsemiştir.

“İmam el-Matüridî tahsilindeki ilmi silsile itibariyle İmam-i Azam Ebu Hanife’nin görüşlerine ve onun mezhebine uyarak nakil yanında akla da büyük önem veren tutumunu benimsemiştir. Gerek Semerkant’ta ve gerekse civarında muhtelif fırka ve mezhep ricaliyle giriştiği münazara ve mücadelelerde büyük başarılar elde etmiştir.” [6]

İmam Maturidi’nin Akla verdiği önem:

Maturidi, yaşadığı dönemde en büyük mücadeleyi, akıllarını kullanmaktan vazgeçip, sadece nakille yol gitmeyi savunanlara karşı vermiştir. Mücadelesinde çok büyük aşama kaydedip, İslam dünyasının çok geniş bir kesiminde yorumları ve değerlendirmeleri dikkate alınan bir insan olmuştur. Ona bu yolu açan, aklın aydınlığına olan inancı olmuştur. Allah’ın insanlara verdiği en önemli nimet olan aklı yok saymak, insanları hayvan veya bir robot mesabesinde görmektir. Nitekim insanları hayvanlardan ayıran en önemli özellik Allah tarafından kendisine ihsan edilen akıldır. Bu tartışmalardan bin yıl sonra bugün bile, bir kısım Müslümanların, Allah’ın kendilerine bahşettiği aklı iptal ederek, başkalarının akılları ile yaşıyor olmaları gerçekten çok üzücü bir durumdur. Müslümanların çektikleri pek çok sıkıntının temelinde de bu sorun yatmaktadır.

İmam Maturidi akıl konusunda şöyle der:

“Matüridî, Tevilatü’l-Kur’an ve Kitabü’t-Tevhid isimli eserlerinde aklî tefekkür ve istidlâli müdafaa eder; vahyin aklî delil getirmesini mutlaka gerekli görür. Akıl şaşar veya doğruyu bulamaz korkusuyla, sadece nakle dayanmayı gerekli gören fukaha ve hadisçilere karşı çıkar ve şöyle der:”İnsana aklını kullanmaktan vazgeçmeyi telkin eden, şeytanî vesveseden başka bir şey değildir. Çünkü şeytan, kişiyi aklının semeresinden alıkoyar, iyi fırsatlara nail olmak ve istediğini elde etmek için güvencelerini sarsar. Aklı kullanarak eşyayı düşünmek, onun prensip ve sonuçlarından gizli olanları bilmek içindir. Sonra bunlarda, eşyanın hâdis olduğuna ve bunları yaratanın varlığına, nefislerini şehvetlerine uymaktan alıkoyanlar için deliller vardır. Bilinsin ki, aklı kullanmaya engel olan, şeytanın vesvesesi ve işidir” (Kitabu’t-Tevhid s. 136).”[7]

Maturidi Düşüncede Kulların İrade Özgürlüğü

İmam Maturidinin düşüncesinde irade özgürlüğüne yaklaşım şu şekildedir: Bir külli irade vardır ve bu Allah’ın iradesidir. Bir de kulların kendilerinde, karşılaştıkları her konuda karar verirken kullandıkları, Allah’ın kendilerine vermiş olduğu cüz-i irade vardır. İnsanlar bu cüz-i iradeyi kullanarak eylemlerine karar verirler. Böylece, Allah’ın kullarını denemesi gerçekleşmiş olur. Bir tercih yapma konusunda insan, iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, güzeli-çirkini ayırabilme yeteneğine sahip olarak yaratılmıştır. Bu yeteneğin temelinde akıl vardır. İnsanlara, elçiler aracılığı ile de yapması ve yapmaması gerekenler bildirilmiştir. Bundan sonrası insanın kendi ile baş başa kalmasıdır ki,bu noktada insanoğlu Allah’ın kendisine vermiş olduğu cüz-i iradeyi kullanır. Böylece Allah kulunu denemiş(imtihan etmiş) olur. İnsanın kullandığı cüz-i iradeyi yok saymak demek, insanın yaptığı kötü ve yanlış eylemlerden Allah’ı sorumlu tutmak anlamına gelir. İşte, Eşari düşünce ile, Maturidi düşünce arasındaki paralelliği bozan en önemli kırılma noktası bu noktadır. Eşari düşünce, insanların yaptıkları her türlü eylemin, Allah’ın iradesiyle(yaratmasıyla) olduğunu söyler. Maturidi düşünce ise, Allah’ın insanlara akıl verdiğini, insanların, akıllarını kullanarak, olaylar karşısında kendi özgür iradeleriyle bir tercih yaptıklarını, dolaysıyla da yaptıkları tercihten dolayı sorumlu olduklarını, işte Allah’ın kullarını imtihan etmesinin de bu şekilde gerçekleştiğini söyler.

İmam Maturidi’nin bu konudaki düşünceleri, “Tevhid” adlı eserinde şöyle izah edilmektedir:

“…Maturidi iradeyi fiil ile birlikte mütalaa etmekte olduğundan, fiillerinde kişinin kendisinin serbest olduğu şuurunda bulunmasını hür iradesinin var olduğu sonucunda, delil olarak kullanmaktadır. (et-Tevhid, 225, 226; Te’vilat, vr. 231a.)”[8]

“…Allah teala insanları yaratırken onlara iyi ile kötüyü birbirinden ayırd etme gücü de vermiştir. Alken güzel ile çirkini ayırd edebilecek, iyi ve kötü davranışları fark edebilecek güç ve bilgiye sahip olarak yaratılan bu insanların yaratılmasındaki gaye de onları denemektir… Allah tarafından, insanlara bazı şeylerden nefret eden ve bazılarına meyleden tabiatlar verilmiş ve onlara, nefret ettiklerinin bazen sonuçları itibarıyla güzel olduğu, meylettiklerinin de yine bazen sonuç itibarıyla kötü olduğu, akıllarına hitab edilerek, gösterilmiştir. Sonra sonucu iyi olan ve fakat tabiatlarına hoş gelmeyen şeyleri benimseyebilecek, tabiatlarına iyi, güzel geldiği halde sonucu iyi olmayan şeylere karşı koyabilecek kabiliyet de verilmiştir…. İmam el-Maturidi, insanın yaradılışı ve tabiatı konusunda yaptığı bu girişten sonra insanların tabi tutuldukları bu imtihanda eşit şartlar altında bırakıldıklarını, iyi ve kötünün onlara beyan edildiğini ifade etmektedir…(et-Tevhid, 221)”[9]

İmam Maturidi, İnsanların özgür iradelerini kullanmaları hakkında yukarıdaki açıklamaları yaparken, insan iradesinin, bilgisi dışında olmadığını da vurgular. Ve bu fiil-bilgi ilişkisini şöyle açıklar:

“Maturidi fiillerde insan düşüncesinin ulaşamadığı ve akılların değerlendiremediği durumların bulunduğunu ileri sürmektedir. (et-Tevhid. S.229) Maturidi’ye göre insan aklının, fiillerdeki bazı gaye ve maksatlara ulaşabildiği mümkün olabilirse de, fiillerin her yönünü ve ulaşacakları neticeleri bütün detayları ile bilmesi imkansızdır. Zaten insanlığa peygamberler gönderilmesinin sebeplerinden birisi de, insanların kavrayamayacakları, veya herkesin kavrayamayacağı, yanlışa düşeceği hususları onlara bildirmek olduğu da, Maturidi tarafından söz konusu edilmektedir. (et-Tevhid. S.229)”[10]

İmam Maturidi’nin Eserleri:

Maturidi’nin altmıştan fazla eser ortaya koyduğu bilinmekle beraber, bugüne kadar tespit edilebilen ve adları bilinen eserleri aşağıda sıralanmıştır. Bütün İslam dünyasını etkileyen bu büyük alimin bizlere bıraktığı tüm eserlerinin ortaya çıkarılması ve insanlığın bilgisine sunulabilmesi için, yeni yetişen nesiller içinden çıkacak ciddi araştırmacılara ihtiyaç vardır. Bu konuda en büyük sorumluluk da ilahiyatçı hocalara düşmektedir.



“Maturidi’nin kelam, cedel ve fırkalar hakkındaki eserleri:



a–Kitab et–Tevhid

b-Risale fi’l’akaid

c-Şeru’l-fıkı’l-ekber

d- Redd–i Evâili’l–Edile li’l-Ka’bi

f- Reddu’l–Usûli’l–Hamse li’l-Bahili



g- Reddu Kitabi’l–İmam li ba’di’r–revafıd

h-er-Redd ‘ale’l-karamita

ı-Reddü kitabi’l-Ka’bi fi va’idi’l-füssak

j-Beyanü vehmi’l-Mu’tezile

k- Kitab el–makalât

l-Kitabu tefsiri’l-esma’ ve’s-sıfat



Maturidi’nin usule dair eserleri:



a-Me’ahizü’ş-şerai fi usuli’l-fıkh

b-el-Cedel fi usuli’l-fıkh

c-edüDürer fi usuli’d-din

d-el-Usul



Maturidi’nin tefsir ve Kur’an ilimlerine dair eserleri:



a-Te’vilatü’l-Kur’an

b-Risale fi ma la yecuzü’l-vakfu aleyhi fi’l-Kur’an



Maturidi’nin vasaya ve münacata dair eseri:



a-Vasaya ve münacat”[11]

İMAM EŞARİ KİMDİR?



İmam Eşari dokuzuncu asırda Irak’ta doğmuş, yaşamış ve ölmüştür. Bu yüzyılda İslam dünyasındaki iki büyük Kelam aliminden biridir. Onun hayatı kaynaklarda şu şekilde anlatılmaktadır:

“Ebu’l Hasen Eş’ârî’nin Doğum tarihi hakkında çeşitli kaynaklarda hicri 260, 266, 270 ve 275 tarihleri verilmiş olsa da, yaygın olan kanaata göre (260/873-74) tarihinde Basra’da doğmuştur. Eş’ari’nin hayatını, doğumundan on yaşına kadar, on yaşından Mu’tezile mezhebinden ayrıldığı zamana kadar ve bundan sonraki hayati olmak üzere üç devrede incelemek mümkündür.

1. Doğumundan on yaşına kadar olan dönem:

Bu dönem O’nun çocukluk ve ilk tahsilini tamamladığı dönemdir ki, çeşitli ilimleri tahsil etmiş ve daha ziyade babasının ahlaki ve ilmî terbiyesinde bulunmuştur.

2. On yaşından Mu’tezile mezhebinden ayrılmasına kadar olan dönem:

Otuz yıllık bir dönemi kapsayan bu dönem O’nun, üvey babası Ebû Ali el-Cubbâî (302/914-15) ile ilmî yakınlığı bulunduğu dönemdir. O Kelâm ilmini de Cubbâî’den öğrenmiştir. Fıkıh’ta Hanefi olan Eş’ârî, itikatta hocasının tesiriyle koyu bir Mu’tezile mezhebi savunucusu olmuştur.

Hicrî 300 tarihinde O’nun Mu’tezile’den ayrılarak, Ehl-i Sünnet akîdesine bağlandığı bilinmektedir.

3. Kırk yaşından ölümüne kadar olan dönem:

Mu’tezile mezhebinden ayrılıp, selef akidesi üzere geri kalan hayatini devam ettiren Eş’ârî, yaklaşık yirmi beş yıllık bu süre zarfında, bol bol eser telif etmiş ve selef akidesini müdafaa ile geri kalan ömrünü geçirmiştir. Ehli Sünnet adına üslendiği müdafaa ile büyük taraftar kazanmış ve kendisinden sonra daha da gelişecek olan Eş’ariyye ekolünün kurucusu ve temsilcisi olmuştur. Zaten bir görüşe göre Eş’ariyye mezhebi, Mu’tezile’ye antitez olarak doğmuştur.

Eş’ârî’nin doğum tarihinde ihtilaflar olduğu gibi vefat tarihinde de bir takım ihtilaflar olmakla birlikte, tercih edilen görüşe göre O, (324/936-37) yılında Bağdat’ta ansızın vefat etmiştir.”[12]



Eşari Düşünce sistemi:



Eşari düşünceyi çarpıcı bir biçimde gözler önüne sermesi açısından, Sayın Prof. İlhami Güler’in Yarın Dergisinde yayınlanan, “Ahlaksızlığın İki Muhtemel Kaynağı:Tanrı ve Din Tasavvurları” makalesine göz atmakta yarar var:



“Rahman ve Rahim Olan Allah’tan, Hikmetinden Sual Olunmayan Allah’a


Kur’an’ın tasvir ettiği Allah, insanın tapınma, boyun eğme, itaat etme ve saygı göstermesini kendinde bulundurduğu ve insanlara gösterdiği adalet, rahmet ve sevgiden alır. Mu’tezile (adalet), Maturidîlik (hikmet), Tasavvuf (sevgi, rahmet) Allah’ın bu niteliklerini ön plana çıkarmaya çalışmışlardır. Sünnîliğin yaygın tasavvurunu oluşturan Eş’ârîlik ise Allah’ı bu niteliklerini bastıran ve kayıtsızlaştıran kudret (güç) sıfatını ön plana çıkarmıştır. “Hikmetinden sual olunmaz” Allah imajı böylece oluşmuştur. Burada Allah’a boyun eğmenin meşruiyeti, O’nun denetimi elinde bulundurmasından ve mutlak egemenliğinden kaynaklanır. Buradaki otorite imajı “Böyle yapacaksın” şeklindedir. Bu, Allah isterse “insanı it eder kuyruk takar”; ekmeği haram, içkiyi helal edebilir; insana gücünün yetmeyeceği şeyleri teklif edebilir; mü’minleri cehenneme kâfirleri ise cennete gönderebilir… Keyfema yeşa mülkünde istediği tasarrufta bulunabilir. Çünkü Eş’ârî’ye göre Allah için adalet ‘mülkünde istediği gibi tasarrufta bulunması’dır.”



“Bu insanın Tanrı’yla ilişkisi güç ve korku (cennet-cehennem) temeline oturtulduğu için, kendi denetimi altında bulunanlara aynı ilişkiyi yansıtmayacak mıdır? Meşru olmayan dinsel şiddet nereden kaynaklanıyor? Dinsel fanatizm ve bağnazlığın kaynağı burası değil mi?”[13]



“Böylece yaşama ilişkin her türlü sorunun çözümü “fetva” yoluyla müftüler aracılığı ile kitapta aranmıştır. Hz.Muhammed’in “Sen yine de en son mercî olarak kalbine, vicdanına danış” öğüdü unutulmuştur. Kitabın, kitapların ve fetvaların her yeri mutlak tahakkümü altına aldığı yerde artık insan aklının ve vicdanının esamesi okunmayacağı ortadadır.”[14]



Eşari’ninEserleri:



Ehli sünnet itikadının iki büyük kelamcısından biri olan Eşari’nin kaynaklarda zikredilen eserleri aşağıdaki gibidir.



“Eş’ârî’nin eserlerini kaynaklarda zikredilen konularına göre su gruplara ayırarak ele almak mümkündür:

a) Kelâm ilmiyle ilgili olan ve özellikle Mutezileyi reddi hedef alan eserler.

b) Filozoflar, Tabiatçılar, Dehrîler, Brahmanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar gibi cereyanları reddeden eserler.

c) İslâmî ve gayr-i İslâmî fırkaların görüşlerini reddetmeksizin nakleden Makâlât kitapları.

d) Tefsir, Hadis, Fıkıh ve diğer İslâmî ilimler sahasında meydana getirdiği eserler

Eş’ârî’nin eserleri konusunda bazı şeyler söylemek mümkündür. Şöyle ki; O’nun hayatında iki ayrı dönem olduğu bilinmektedir. Acaba hangi eser hangi döneme aittir? gibi sorular zihinleri meşgul etmektedir. Ancak, burada bilinen bir husus vardır ki, o da, Eş’ârî’nin, Mu’tezile’den ayrıldıktan sonra kaleme aldığı bir çok kitapta eski mezhebinin yanlışlığını ve sakat taraflarını ortaya koyması ve dolayısıyla eski yazdıklarını reddetmesidir. Zaten bugün elimizde Eş’ari’ye ait olarak bulunan eserler fazla değildir ve hepsi son dönemlerinde kaleme alınmıştır.

I. Bugün mevcut olan eserleri:



1. el-Ibâne ‘an Usûli’d-Diyâne

2. el-Lum’a fi’r-Reddi ‘Alâ Ehli’z-Zeyga ve’l-Bid’a

3. Makâlâtu’l-Islâmiyyin

4. Risâle fî Istihsâni’l-Havz fi’l Kelâm

5. Risâletü’l-Imân

6. Risâle Ketebe Bihâ Ilâ Ehl’s-Sagr Bi Bâbi’l-Ebvâb



II. Diğer Eserleri:

1. Kitâbu fi Halki’l-A’mâl

2. Kitâbu fi’l-Istitâ’a

3. Kitâbu fi Cevâzi Rü’yetullah bi’l-Ebsâr

4. Kitâbu fi’r-Reddi Ale’l-Mücessime

5. Kitâbu fi’l-Cisim

6. Kitâbu fi’l-Istihsâd

7. Kitâbu fi’r-Rü’yet

8. Kitâbu fi’r-Reddi Ale’l-Felâsife

9. Kitâbu fi’l-Imâme

10. Kitâbu fi Mütesâbihi’l-Kur’an

11 . Kitâbu fi Ef’âli’n-Nebî

12. Kitâbu fihi Beyâni Mezhebi’n-Nasârâ

13. Kitâbun Kebîr fi’s-Sifât

14. Kitâbu Ale’d-Dehriyyin

15. Kitâbu’r-Redd ‘Alâ Makâlâti’l-Felâsife

16. Izâhu’l-Burhân fi’r-Reddi ‘Alâ Ehli’z-Zeyg ve’t-Tugyân

17. es-Serh ve’t-Tafsil fi’r-Reddi Alâ Ehli’l-Ifk ve’t-Tadlil

18. el-Muhtasar fi’t-Tevhid ve’l-Kader

19. en-Nevâdir fî Dakâiki’l-Kelâm

20. Kitâbu Tefsîri’l-Kur’ân: Bu eserin yetmis cilt oldugu söylenmektedir.”[15]



EŞARİ DÜŞÜNCENİN GÜNCEL YANSIMASI YA DA SİYASAL İSLAM!



Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” adlı kitabının, Eşari düşüncenin, günümüze yansıyan en güçlü yüzü, ya da yorumu olduğu bilinmektedir. Buna göre, mevcut bulunan tüm yönetim biçimleri, insan yaşamının en ince ayrıntılarını bile İslam’a göre düzenlemek zorundadır. Hem de hangi İslam yorumuna göre biliyor musunuz? Eşari’nin aklı devre dışı bırakan ve her şeyden Allah’ı sorumlu tutan İslam yorumuna göre! Eğer yönetimler bunu yapmıyorsa “İslam dışıdır.” Yani kafirdir. Bu nedenle de Seyyid Kutub’un (Dolaysıyla İmam Eşari’nin) felsefesini benimseyenler, yaşama bugünkü yaklaşımlarıyla “Siyasal İslamcı” olarak adlandırılmaktadırlar. Halbuki, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundaki temel inanç sistemi Hanefi-Maturidi inanç sistemidir. Bunu nereden anlıyoruz? Atatürk’ün Diyanet İşleri Başkanlığını kurmasından ve bu kuruma, Hanefi-Maturidi inanç sistemini esas olarak alması için verdiği talimattan! Peki, Atatürk’ün bu talimatına uyulmuş mudur, uyulmamış mıdır orası tartışılır. Eğer bu talimata uyulmuş olsaydı, bugün herhalde bu noktada olmazdık. Atatürk, Cumhuriyeti kurduktan sonra oluşturduğu hiçbir kurumu iş olsun diye kurmamıştır. Bu oluşumların hepsinin altında, Türk Milletinin haklı ve köklü bir gerçeği yatmaktadır. İşte Diyanet İşleri Başkanlığı, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi gibi kurumların oluşturulmasının ana nedeni budur. Ancak, demokrasinin kendilerine tanıdığı haklarla geldikleri noktada, demokrasinin değerini anlayamayanların, Eşari düşünce saplantısından kendilerini kurtaramayanların geldikleri nokta, İmam Eşari’den bin yıl sonra, onun çizgisinde aynı noktadır. Bu düşüncede olanlar, kendileri gibi düşünmeyenlerle sürekli bir çatışma içindedirler. Bu çatışmayı sürdürmek zorundadırlar. Eğer sürdürmezlerse, kendilerini de tekfir etmek zorunda kalacaklardır. Çizgileri bu derece keskin ve tartışmaya kapalıdır.



Geçmişte İmam Eşari’nin, günümüzde de onun yolundan giden “Siyasi İslamcıların” (Seyid Kutub vb.) hakim kılmaya çalıştıkları İslam anlayışında, “…hayatın her alanında toplumun karşılaşacağı bütün sorunları Allah’ın maksadına uygun olarak çözümleme görevini müçtehitler (İslam âlimleri) üstlenecek. Ekonomi, hukuk, dış ve iç politika, strateji, bilim, teknoloji, eğitim vb. tüm alanlardaki tüm çalışmalar, kararlar ve uygulamalar, bu konuları hakkıyla bilmesi mümkün olmayan ulemanın onayına tabi olacak. Devlet politikasından bireyin özel yaşamına kadar bütün faaliyetler din âlimlerinin fetvalarıyla çerçevelenecek. Oysa İslam ruhbaniyet, teokrasi, ruhani hükümet, kilise gibi kavram ve kurumları reddeder. Dinimiz bunları şirk (putperestlik) kurumları olarak nitelendirir. Kuran’da geçen ‘din adamlarının ilahlaştırılmasının’ nasıl olacağı sorusuna Hz. Peygamber’in getirdiği tanım çarpıcı: ‘Din adamlarının serbest bıraktıklarını helal, karşı olduklarını haram görmek, onları ilahlaştırmaktır.’ (Tirmizi, Tefsiru’l Kuran, 9). Burada şirkin kriteri din adamlarına fiilen tapmakta veya onların verdiği hükümlerin dine uygunluk derecesinde değil, kullanılan yetkinin geçici de olsa bağlayıcı sayılmasındadır.”[16]


İşte, İmam-ı Azam Ebu Hanife gibi büyük bir alimi şehadete taşıyan düşünce, bu tertemiz ve gerçek İslam düşüncesidir. Yani, kula kul olmak yerine Allah’a kul olmayı tercih etme düşüncesidir. Eğer İmam-ı Azam çağdaşı olan tağutların isteklerine uygun fetvaların altına imzasını atmış olsaydı, zindanlar yerine saraylarda yaşayacağını, bir eli yağda, bir eli balda bir hayat süreceğini biliyordu. Ancak bunlara karşılık kendisinin de bir canlı put olacağının bilincindeydi. O büyük insan kula kul olmak yerine Allah’a kul olmayı tercih etti. Bu tercihi de zindanlarda şehit edilmesine neden oldu. Ona bu kötülüğü yapmakla da kalmayan canlı putlar, onun altına imza atmamak uğruna canını verdiği zulüm fetvalarını, onun ölümünden sonra, “İmam-ı Azama ait fetvalar” olarak yayınlamaktan da çekinmediler. Çünkü onlar kendilerini ilah olarak görüyorlardı. İşte Allah’ın kullarına bahşettiği en büyük kıymet olan akıllarını inkar ve iptal edenlerin dinde gelecekleri son nokta burasıydı.



Bu konuda, Uygar Aktan’ın şu sözlerine hak vermemek mümkün mü?




“…en iyi niyetli müçtehitler bile, bütün temel konularda nihai onay mercii gibi içtihat verirlerse tağut (canlı put) olurlar ve onlara itaat edenler de müşrik (putperest) olmaktan kurtulamazlar. İslam kulun kula kulluk ettiği bütün saltanatları yıkmak üzere inmiştir. Buna ister ismi rahip, haham, papa olsun, ister müçtehit, ulema, fukaha olsun, din sınıfının saltanatı da dahil. Âlimin görevi halkı aydınlatmaktır, ona hükmetmek değil. Çünkü ‘Hüküm Allah’ındır’ (En’am 57, 62; Yusuf 40, 67; Kasas 70, 88; Gafir, 12) ve müçtehidin görevi hükmü Allah’a havale etmektir, onu gasp etmek değil. Ama teolojiniz ne ise ideolojiniz de ona göre şekillenir.



Selefi devrimciliğe heveslenmeden, tevhit bilincine dayanan ahlaklı bir toplum inşa etmek en zahmetli, ama en büyük zaferdir. Bu zaferi kazanmak için Kutub’un Tekfir-Hicret-Cihat döngüsünü kırıp, yerine Tevhit-Ahlak-Adalet üçlüsünü yerleştirmek gerek. Bireyin kalbine yerleşen tevhit bilinci topluma ahlak olarak, devlete de adalet olarak yansır. Çünkü ahlaklı bir toplumun fertlerinin yöneteceği devlet, ismi ne olursa olsun, mutlaka adaletli olur. O zaman da Cumhuriyet’in mahkeme duvarlarında Atatürk büstünün altındaki Hz. Ömer’in ‘Adalet Mülkün Temelidir’ sözlerinde ifadesini bulan Allah’ın en büyük muradı zaten gerçekleşmiş olur.”[17]


Bu konuda, Atatürk ve Cumhuriyetle uğraşmayı inandıkları dinin (İslam’ın demiyorum) birincil gayesi haline getirenlerin, ne Atatürk’ten, ne de Cumhuriyetten ne de İslam’ın özünden haberleri var. Bütün dinlerin ve insanlar tarafından ortaya atılan bütün rejimlerin ana gayesi “insanın mutluluğunu sağlamaktır”. Ama bunu yapabilirler veya yapamazlar o ayrı! Yönetim mekanizmasının başında “insan” unsuru bulunacağına göre, ne dini, ne de beşeri kaynaklı hiçbir yönetim şekli bu konuda sonsuza dek başarılı olamamıştır. (Eğer nesiller değiştikçe fikirler değişmeseydi, ya da Allah insanları özgür iradeleri ile baş başa bırakmasaydı, kimi kaynaklara göre 124 bin, kimi kaynaklara göre 128 bin peygamber gönderir miydi Allah?) Olamaması da doğaldır. Çünkü yöneten ve yönetilen insandır. Ancak, şurası da inkar edilemez bir gerçek ki, Türk Milletinin hayata bakış felsefesi, bahsettiğimiz mutluluğu yakalayabilmenin şifresini kırmıştır. Bunu en iyi dile getiren de Yunus Emre olmuştur.Ne diyor Koca Yunus:


“Elif okuduk ötürü,

Pazar eyledik götürü,

Yaratılanı hoş gör

Yaratandan ötürü.”


Veya;


“Cümle yaratılmışa,

Bir göz ile bakmayan,

Halka müderris ise,

Hakikatte asidir.”


Yunus’un o arı-duru Türkçe’siyle söylediği, değeri ölçülemeyecek kadar kıymetli sözleri anlayamayan / anlamayan / anlamak istemeyenlerin; Atatürk’ün, masraflarını bizzat karşılayarak, Elmalılı Hamdi Yazır’a, Kuran’ın, Meclis kararı ile dokuz ciltlik Türkçe meal ve tefsirini yaptırmasını ve on bin adet bastırarak ülkenin en ücra köşelerine kadar göndermesinin ne anlama geldiğini anlamasını, Diyanet teşkilatını kurmasını ve bu kuruma Hanefi-Maturidi İslam düşüncesini esas alması için talimat vermesini, Maturidiliği İtikatta mezhebimiz, Hanefi mezhebini amelde mezhebimiz olarak topluma kabul ettiren Osmanlı kafa yapısının, medreselerde Maturidi düşünceyi dışlayarak ısrarla okuttuğu Eşari düşüncenin koskoca bir imparatorluğu nasıl bitirdiğini anlamasını beklemek için herhalde biraz saf olmak gerekecektir.


Günümüz dünyasında Eşari düşünceyi İslam toplumlarına dayatan canlı putların, en son geldikleri noktalarda, İslam düşmanı haçlıların elinde nasıl birer kuklaya dönüştüklerini, birer oyuncak olduklarını göremeyen kaldı mı acaba? Bütün bunlara rağmen, kurtuluşumuzu bize yabancı felsefelerde arayanların iyi niyetinden artık şüphe ediyoruz. Millet ve devlet olarak kurtuluş reçetelerimizin kendi değerlerimiz olduğunu tam manasıyla anladığımız gün, her şey hallolmuş olacaktır. İşte, İmam Maturidi bu açıdan değerlendirilmelidir. Ve Atatürk’ün bu konudaki talimatı ciddi olarak gündeme getirilmelidir. Bugün yaşadığımız pek çok sorunun çözümü buradadır.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbrahim Bıçakçı, “İmam Maturidi” adlı makale, http://www.enfal.de/ecdad85.htm

[2] Muhiddin Bağçeci, “Maturidi Mezhebi” adlı makale, http://www.muslumangenc.com/tarih/orta33.htm



[3] İbrahim Bıçakçı, http://www.enfal.de/ecdad85.htm



[4] A.g.m

[5] Akif Coşkun, “İslam İtikadında Ebu Hanife’nin Tesiri ve İmam Maturidi”adlı makale. http://www.yeniumit.com.tr/konu.php?konu_id=359&yumit=bolum2

[6] İbrahim Bıçakçı, “İmam Maturidi” adlı makale, http://www.enfal.de/ecdad85.htm

[7] Muhiddin Bağçeci, MaturudiMezhebi” adlı makale, http://www.enfal.de/orta33.htm

[8] Dr. M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları Nu:8, 1984, İstanbul, s. 289

[9] A.g.e. 290

[10] Dr. M. Sait Yazıcıoğlu, Maturidi ve Nesefi’ye Göre İnsan Hürriyeti Kavramı, M.E.B. Yayınları, 1992, s. 95, 96

[11] Dr. M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları Nu:8, 1984, İstanbul, s.260, 261, 262, 263

[12] Abdurrahim Güzel, “İmam Eşari” adlı makale, http://www.enfal.de/esari.htm

[13] Prof. İlhami Güler, “Ahlaksızlığın iki Muhtemel Kaynağı: Tanrı ve Din Tasavvurları” adlı makale, http://www.yarindergisi.com/yarindergisi2/yazilar.php?id=400

[14] A.g.m.

[15] Abdurrahim Güzel, “İmam Eşari” adlı makale, http://www.enfal.de/esari.htm



[16] Uygar Aktan, “İdeoloji,Teoloji ve Devlet” adlı makale. 12.11.2004, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=134059

[17] A.g.m

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 27048

ulkucudunya@ulkucudunya.com