‘Şarkta yalan ayıp değildir’
Yavuz Alogan 01 Ocak 1970
Günümüzde yazarak insanları uyarmanın, çözümleme yapmanın, heyecana kapılarak atıp tutmanın, yazarın “catharsis”i, yani duygusal boşalması/zihinsel arınması dışında tamamen faydasız olduğunu fark etmiş bulunuyorum.
Tarihsel faşizm dönemlerinde yalnız kalan devrimcinin sadece “kendisi için devrimci” olması gibi, içine düştüğümüz gericilik çukurunda da yazar sadece “kendisi için yazar” olmak durumundadır.
Nazım Hikmet, “Saman Sarısı” şiirinde gece yarısının gelişini haber verdikten sonra gırtlağına saplanan bir okla ansızın ölen bir borazandan söz eder. Borazan, görevini yapmış ve iç rahatlığıyla ölmüştür. Şair, “yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden ölmenin acısını düşündüm,” der.
1964 yapımı “Behold a Pale Horse” (İntikam Ateşi) filminde Gregory Peck’in canlandırdığı Cumhuriyetçi militan Manuel Artiquez, İspanyol İç Savaşı’ndan sonra yirmi yıl sürgün hayatı yaşadığı Fransız köyünden annesinin ölümünü bahane ederek ayrılır, silahlarını gömdüğü yerden çıkarıp kuşanır, Anthony Quinn’in canlandırdığı polis şefi Vinolas’ın şahsında Franco faşizmiyle hesaplaşmak için sınırı geçer, çatışmaya girer ve huzur içinde ölür.
Şiirde geçen “iç rahatlığı” ile filmin sonundaki “huzur” aslında aynı şeyi anlatır. Şiirdeki borazan düşmanın gelişini haber vererek görevini yapmış, filmde ise Manuel Artiquez yirmi yıl gecikmeyle teslim olmayı reddederek, faşizme karşı erdemli bir direniş sergilemiştir.
İkisinde de fayda yoktur ama huzur vardır. Huzur isyandadır.
Seçimlerden önce altılı masanın sonuç alamayacağını, muhalefet partilerinin tamamının örgütsüz, kadrosuz, gevşek ve kafası karışık olduğunu; Devlet olarak örgütlenen AKP’ye karşı seçim kazanmanın, seçim kazanılsa bile iktidarı almanın, iktidar alınsa bile elde tutmanın mümkün olmadığını; parti yöneticilerinin ve çevrelerinde toplanan köpek balıklarının AKP’nin başına çöreklendiği pastadan pay edinmek dışında bir kaygı taşımadıklarını, hepsinin siyasî İslam’ın diliyle konuştuğunu uzun uzun yazdım, “laiklik” sözcüğünü neden ağızlarına alamadıklarını açıklamaya çalıştım.
Örgütlü ya da en azından kendiliğinden bir işçi sınıfı hareketi yükselmedikçe, başka deyişle işçi sınıfı ideolojik olarak AKP’den kopmadıkça, sosyalist partilerin varlık gösteremeyeceklerini; bu partilerin “gelin sizi partimizde örgütleyelim” diyecek yerde, çalışanların sendikalarda, meslek birliklerinde örgütlenmesi için mücadele etmeleri gerektiğini, aksi hâlde iki heves bir kalas ve cilâlı sözlerle yollarına devam edeceklerini, üstelik kimsenin onlara engel olmaya da kalkışmayacağını, “demokrasi”nin süsü olarak kendi hallerine bırakılacaklarını, bazen ima ederek bazen açıkça anlatmaya da çalıştım.
Ve seçimlere üç hafta kala yazamaz hâle geldim. Yazmadım değil, yazamadım, elim gitmedi.
Her şey çok güzel olacak, bahar gelecek güller açacak diye umutlanan insanlara, hiçbir halt olmayacak, size yalan söylüyorlar, gerçekleri sizden saklıyorlar, her şey çok daha kötü olacak, bahar gelmeyecek, ayazda kalacaksınız diye sürekli anlatmanın, sonra da “Ahan da haklı çıktım!” diye kasılmanın ahlaken hafiflik olduğunu hissettim.
Sadece tanıdıklarımda değil, en geniş muhalif ortamda da bir umut patlaması gördüm. CHP’nin alkışlattığı eski AKP’lilerin palavraları bile insanlara umut verdi. Ankara’da bindiğim taksinin şoförü “Bu defa tamam, sürpriz yapacağız, çok şaşıracaklar,” dedi. Yurttaşlık görevimi yapmak için oy kuyruğunda beklerken tanıştığım karakol polisi, “Abi bunlar gidecekler, gerisi mühim değil,” dedi. Oy vermeye sabahın köründe gelen, aralarında tekerlekli sandalye ya da yürüteçle bedenini taşıyanların da olduğu, ak saçlı, Cumhuriyetçi eski Ankara ahalisinin umut dolu konuşmalarını dinledim.
İnsan umudu paylaşamadığı için utanıyor.
Ne diyeceksiniz?
Falih Rıfkı Atay, “Zeytindağı” adlı kitabında, “Şarkta yalan ayıp değildir,” demiş. Günümüzde politika yalan söyleme sanatına indirgenmiştir. Siyaset esnafı yalan söylüyor, yalanı açığa çıkınca da utanmadan “Liderimiz büyük başarı elde etti, bloğumuz 2,5 milyon seçmene ulaşıp Türkiye’yi kurtaracak,” diyebiliyor. Bir tane partili de çıkıp “Lan size de bloğunuza da …” diye adama girişemiyor. Menfaatperest parti unsurunu ortaya alıp eşek sudan gelinceye kadar demokratik biçimde dövmüyorlar mesela. Parti büyüklerimiz ne yapacak diye, inanmaya hazır, kuzuların sessizliği içinde öylece bekleşiyorlar.
Bir de “moral bozacak bir şey yok” diyenler var. “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz kişiler vardır, nitekim Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında…” diye nutuk atıyorlar.
Yalanla yükseltilmiş umutların boşa çıkmasından daha moral bozucu ne olabilir?
Adam gibi savaşırsınız, kendi savaşınızı verirsiniz ve kaybedersiniz, eyvallah! Bu örnekte kendi savaşınızı verememişsiniz. Aldatılmışsınız, size yalan söylemişler, emperyalizmin masasını kurup konsolosluklarla iş tutan adamları, tescilli gericileri, Aydınlanma ve laiklik düşmanlarını Atatürk resmi altında toplayıp size alkışlatmışlar, zerre kadar itibarı ve seçmen tabanı olmayan gericileri fetöcüleri sırtlarına alıp Meclis’e taşımışlar, üstelik ayakta zor duran lime lime olmuş Saray’a büyük bir zafer kazandırmışlar. Marifetleriyle ne kadar övünseler azdır!
Cumhuriyet tarihinin en Cumhuriyet düşmanı Meclis’ini oluşturmak gibi görkemli bir başarıya silinmez mürekkeple imza attılar. Saray ahalisi Mustafa Kemal’in kalpaklı fotoğrafını balkonuna asarak en gerici unsurlarla, domuz bağcılarıyla el ele tutuşup bayram etti.
Buna rağmen neşemizi bozmayacağız, umutlu olacağız. Öyle mi?
Bence moraliniz iyice bozulsun, kendinizi umutsuzluğun ve karamsarlığın ta dibinde hissedin. O dip noktada biraz kalın, hemen çıkmaya çalışmayın. Siyaset esnafının çarkları parayla dönen yalan makinesinden kendinizi ancak böyle kurtarabilirsiniz. Aksi hâlde ışığı görme imkânınız olmaz. Hangi partiye mensup olursanız olun, yeter ki Cumhuriyet mitinglerinin, Haziran Ayaklanması’nın ruhuyla, Kurucu İrade ve Kurucu Meclis mantığıyla, kendi kafanızla düşünün, sizin gibi düşünenlerle birleşip örgütlenin.
Şu yağmurlu pazar gününde herkese moral bozucu bir durum yokmuş gibi davranmamayı tavsiye ediyorum. Korkmayın, biraz umutsuz olun, en azından bakış açınızı değiştirmiş olursunuz.