Gençliğe hitabe
Ahmet Bican Ercilasun 01 Ocak 1970
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni hatırlamak
Ahmet B. Ercilasun
Atatürk’ün 1927 Ekim’inde söylediği “Gençliğe Hitabe”yi bugünlerde hatırlamak şarttır. Büyük Nutuk’un sonunda yer alan bu parça edebî bir şaheserdir. Bu sebeple özgün biçimini olduğu gibi yukarıya aldım. Metni bugünkü Türkçeye aktarmaya bir türlü gönlüm razı olmuyor. İstiklal ve istikbal kelimelerinin, muhafaza ve müdafaa kelimelerinin yarattığı ahengi bozmaya cesaret edemiyorum. Acaba bazı kelimelerin anlamını vermekle yetinsem mi? Yine de bugünkü Türkçeye aktarmayı bir deneyeyim. Nasıl olsa Atatürk’ün ağzından çıkmış olan özgün metin yukarıda duruyor. Gençliğe Hitabe, sadece kitaplarda ve ekranlarda değil, bir edebiyat şaheseri olarak her türlü iletişim kanalında sonsuza dek duracak ve yaşayacaktır.
Evet, sadece bugün için kullanım sıklığı azalmış kelimeleri değiştirerek bir deneme yapalım:
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ebediyete kadar muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve geleceğinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. Gelecekte dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, sana kötülük etmek isteyen dâhilî ve haricî düşmanlar olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şartlarını düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şartlar, çok uygunsuz bir şekilde otaya çıkabilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi fiilen işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şartlardan daha acı ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini istilacıların siyasi emelleriyle birleştirebilirler. Millet, fakirlik ve zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin evladı! İşte, bu ahval ve şartlar içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
***
Gençliğe Hitabe, büyük Nutuk’un “Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet” başlıklı bölümünde yer almıştır. Hitabede “gençlik” ve “istikbal (gelecek)” kelimelerinin vurgulanmasının sebebi budur. Atatürk doğrudan doğruya gelecekteki Türk gençlerine hitap etmek istemiştir. Yüz yıl sonraki, hatta belki de beş yüz yıl sonraki Türk gençliğine.
“Türk” kelimesinin vurgulanmasına da dikkat edilmelidir: Türk gençliği, Türk istiklali, Türk cumhuriyeti, Türk istikbalinin evladı.
Nutuk, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ikinci büyük kongresinde irat edilmiştir. Atatürk, 20. yüzyılın en büyük Türk milliyetçisidir. Bütün konuşmalarında büyük bir heyecanla, kalbi çarparak, sesi titreyerek “Türk” demiştir: “Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir.” Dolayısıyla bugünlerde CHP’nin “aslına dönmesi”ne vurgu yapılırken bu nokta unutulmamalıdır. Atatürk’ün kurduğu CHP, sol, sosyalist falan değildir; Türk milliyetçisidir. Çağdaştır, laiktir, halkçıdır ve bütün bu ilkeler Türk’ün yükseltilmesi yani Türk milliyetçiliği içindir.
Atatürk’ün bıraktığı emanete göre, yüz yıl sonraki, yani bugünkü Türk gençliğinin birinci görevi, Türk’ün bağımsızlığını ve cumhuriyeti korumak ve savunmaktır. Bu görev, gençliğin var oluşunun ve geleceğinin temelidir. Bu demektir ki, Türk’ün bağımsızlığını ve cumhuriyeti koruyabildiği sürece Türk gençliği var olabilir ve geleceğe yürüyebilir; bu temel olmadan varlığını sürdüremez. İşte bu sebeple yani bir ölüm kalım meselesi olduğu için bu temel bir “hazine”dir.
Türk gençleri, ilk cümlelerde belirtilen temel görevi, istiklal ve cumhuriyeti koruma görevini, kurucu ataları tarafından kendilerine tevdi edilmiş bulunan bu “hazine”yi asla akıldan çıkarmamalıdırlar. Çünkü gelecekte mesela yüz yıl sonra, yüz elli yıl sonra onları bu hazineden yoksun bırakmak isteyenler, istiklal ve cumhuriyeti koruma görevinden uzaklaştırmak isteyenler çıkabilir. Bunlar bedhah, kötücül insanlardır. Ülkenin içinde de olabilirler, dışında da.
Geleceğin gençlerine sesleniyor Atatürk ve “bir gün” diyor, “bir gün” Türk’ün bağımsızlığını ve cumhuriyetini korumak ve savunmak mecburiyeti ile karşı karşıya kalabilirsin. O günün şartları ve imkânları hiç de uygun olmayabilir. Ancak ey Türk genci, sen bu imkânsızlıkları, bu uygun olmayan şartları asla düşünmeden göreve atılmalısın.
Uygunsuz şartların, imkânsızlıkların ne olabileceğini de Atatürk müthiş bir öngörü ile açıklıyor:
Türk’ün istiklal ve cumhuriyetini ortadan kaldırmak isteyenler belki de dünyada benzeri görülmemiş bir galibiyetin temsilcisidirler. Türk’e karşı galibiyet kazanmış düşman neler yapmış olabilir, bunları da sayıyor Atatürk: Vatanın bütün kalelerini zapt etmiş olabilirler; bütün tersanelere girmiş olabilirler; bütün ordumuzu dağıtmış olabilirler; ülkenin her tarafını fiilen işgal etmiş olabilirler. Üstelik bütün bunları “cebren (zorla)” ve “hile ile” yapmış olabilirler.
Atatürk, çarpıcı olması için metni fazla uzatmamış, düşmanın yapabileceği fenalıkların birkaçını belirtmekle yetinmiştir. Metinde geçen “kaleler”i, “tersaneler”i bugünün şartlarına uyarlamak bize düşer. Elden çıkarılan, satılan fabrikalar, limanlar, orman alanları…
Devam ediyor Atatürk ve diyor ki: Bu şartlardan daha acısı ve daha vahimi de var. O da ülkedeki iktidarın şahsi çıkarları hesabına düşmanla iş birliği yapmasıdır. Şahsi çıkarlarını düşmanın siyasi hedefleriyle birleştirenler bunu gafil oldukları için yapmış olabilecekleri gibi dalaletten (sapkınlıktan) ve hatta hıyanetten dolayı da yapmış olabilirler. Bütün bunların sonunda da millet aç biilaç ve perişan bir vaziyette olabilir.
İşte o zaman yani yukarıda sayılan bütün bu ahval ve şartlar içinde görev Türk gençliğine düşüyor, gelecekteki Türk gençliğine. “Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarma” görevi, Türk istikbalinin evladına, geleceğin Türk gençliğine düşüyor.
Peki, “vazifeye atılmak için” içinde bulunacağı vaziyetin “imkân ve şartlarını düşünmeyecek” yani her şartta görevini yerine getirecek olan gençliğin dayanağı ne olacaktır?
Bu sorunun cevabı olan veciz cümleyi asla değiştiremem: “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”