Seçimin sosyal psikolojisi
İskender Öksüz 01 Ocak 1970
Herkes seçim analizi yapıyor. Benim de birkaç gözlemim var.
Bir kere cumhurbaşkanlığı seçim sonucu 48’e 52 gibi. Bu demek ki bir taraftan 2 puan alıp diğerine eklerseniz sonuç tersine dönüyor. İki puan, neredeyse çoğu kamuoyu yoklamalarının hata sınırıdır. Devlet imkânlarının hoyratça iktidar lehine kullanılması ve daha nice kanun dışı, etik dışı hareketler, Suriyeliler… Sonuç iki puan. Burada ne devasa bir zaferden ne de kahredici bir yenilgiden söz edebiliriz.
İşte bu kemiyete-niceliğe- dayanan gerçeğe, bir anda keyfiyet-nitelik- elbisesi giydirdik. Biz öyleyizdir: “Fazla” diyemeyiz, “çok fazla” yetmez, “çok daha fazla” diye gideriz. Grimiz yoktur bu dünyada. Ya apak ya simsiyahtır. Biz dijitali erken keşfetmişiz. Aklımız 0- 1 diye mi çalışıyor?
Beklenen kadar düşmedi – artmadı
“Faiz sebep, enflasyon sonuçtur”dan başlayıp daha nice tutarsızlıklara, başarısızlıklara rağmen beklendiği kadar düşmeyen iktidar oyları ve beklendiği kadar artmayan, hatta bazı muhaliflerin azalan oyları.
Yine hataya düşmeyelim, siyah-beyaz eylemeyelim. Ak Parti’nin oyları düştü. CHP’nin arttı. Gürültü, bunların her ikisinin de muhalefetin beklediğinin altında kalması.
Niye böyle?
Böyle çünkü biz partileri; başarı ve başarısızlıklarıyla değerlendireceğimiz kurumlar gibi değil, mensup olduğumuz veya düşman olduğumuz cemaatler gibi algılıyoruz. Bu da fazla genel bir hüküm. Doğrusu şu, toplumumuzda önemli bir kesim, partileri mensup oldukları cemaatler gibi, tuttukları futbol kulüpleri gibi algılıyor. “Biz” diye değerlendiriyor.
Bugünlerde Hofstede, Hofstede ve Minkov’un, Kültür ve Örgüt – Zihnin Yazılımı (Cultures and Organizations – Software of the Mind; Türkçesi Nobel Akademik Yayıncılık, 2022.) eserini okuyorum. Kültürler sınıflandırmasında kullandıkları eksenlerden biri, “bireyci-kolektivist” ekseni. Bu eksene, isterseniz “bireyci-cemaatçi” de diyebilirsiniz. Türkiye, bu sınıflandırmada, bireycilik indeksinde yüz üzerinden 36 puanla, 76 ülke arasında 43. sırada. Mutlak kolektivist değil ama bireycilikte ortanın altında. Demek ki kolektivist tarafımız ağır basıyor. Yani gruplara mensubiyet, birçoğumuz için önemli ve çoğumuz mensubu olduğumuz grubu, iyi mi, kötü mü diye değerlendirmiyor. Çünkü böyle bir değerlendirme bireyci davranıştır! Bireyci- kolektivist ekseni, birçok özelliği de beraberinde taşıyor. Bunlardan bir kısmı sonuç, bir kısmı sebep. Mesela kırdan şehre gidildikçe ve gelir arttıkça bireyci uca doğru kayılıyor.
Mahallenin yazdığını oynarım
Sayın Kılıçdaroğlu’nun seçim sonuçları analizini dinlemişsinizdir. 1, 2, 3 sandıklı çevrelerde, yani köyler ve küçük yerleşimlerde Ak Parti oyları tavanda dolaşıyor. 4 ve daha fazla sandık bulunan yerlerde, yani büyücek ilçeler ve şehirlere gelindiğinde cumhurbaşkanlığı oylarında, Kılıçdaroğlu %51’e %49 öne geçiyor. Sandık sayısı çoğaldıkça kolektivist topluluklardan bireyci topluluklara geçiyoruz…
Yine dikkatinizi çekerim, değişiklik 0-1 değil. Büyük yerleşimlerde 51-49. İşte bu ikisinin karması bizim seçim sonucunu verdi: 48- 52.
Aynı gerçeklere bir başka bakışı da bundan önce birkaç kez anlatmıştım. En son 28 Nisan’daki köşemde: Yetişkin gelişmesindeki aşamaları inceleyen Harvard’lı psikolog Kegan’ın “sosyal safha” dediği ve ergenlikle sona ermesini umduğu bir “çocukluk” aşaması var. Kegan’ın “sosyal safha”sındaki insanlar, Hofstedelerin kolektivist toplumuna gayet uygun. Birebir aynı değil herhâlde. Kaldı ki Kegan, milletleri karşılaştırmıyor. Kişileri değerlendiriyor. Araştırması büyük çapta ABD ile sınırlı ve Kegan’ın bulgularına göre, ABD yetişkinlerinin %58’i sosyal safhayı aşıp bir üst aşamaya, “kendi senaryosunu yazabilen zihin” safhasına geçememiş. Sosyal safhanın özelliği, başkasının onun için yazdığı senaryoyu oynaması.
İlk hedefiniz mahalle!
Bahsettiğim yazıyı şu soruyla bitirmişim: “Bizde, bu yüzdelerin daha küçük olması için bir sebep var mı?“ Zihnin Yazılımı kitabındaki bilgiler, bu sorunun cevabına biraz ışık tutar gibi. ABD, Hofstedelerin bireyci-cemaatçi ekseninde bireycilikte bir numaradaki ülke. Bireycilik indeksi yüz üzerinden 97. Bizde 37.
Kegan’ın gelişme aşamaları da Hofstedelerin bireycilik-kolektivistlik ekseni de aynı sonuca işaret ediyor. Türk toplumu, kolektivist, cemaat duyguları kuvvetli bir toplum.
O hâlde muhalefetin yapması gereken ne? Toplumun şehirleşmesini sağlamak, ülkeyi zenginleştirmek mi? Bunlar etkili ama bir seçimden diğerine gerçekleşecek şeyler değil. Bunlar büyük ve benim tektonik dediğim hareketler. Muhalefetin etkileyebileceği hareketler değil. İktidarın görevi. Muhalefet ancak oturup bunların gerçekleşmesini bekleyebilir. Beklenecek süre birçoğumuzun ömrünü aşar.
Muhalefetin başarabileceği önlem, kolektivist topluma nüfuz etmektir. Mahalle seviyesinde teşkilatlanabilmek, tek tek hanelere ulaşabilmektir. İşte iktidarın mükemmel düzeyde yaptığı, muhalefetin bir türlü beceremediği budur.