Girit’in Fethi
1669 01 Ocak 1970
Günümüzde Yunanistan'a bağlı bir şehir olan ve Doğu Akdeniz'de bulunan Girit adası, XVII. Yüzyılda Venediklilerin elindeydi. Bu durum Osmanlı Devleti'nin Akdeniz'deki hâkimiyetine gölge düşürüyordu. Osmanlı için, adanın kuzeyinde yer alan Kandiye kalesinin zabtedilmesi ise, adanın tamamının ele geçirilmesi ile aynı anlama geliyordu. Ancak oldukça müstahkem bir yapısı olan kalenin fethi, Osmanlı ordusu için hiç de kolay olmayacaktı. Nitekim çeyrek asır süren muhasara ve kuşatmalar sonunda çok ağır kayıplar verilmişti fakat yine de kalenin tamamen ele geçirilmesinden vazgeçilmemişti. Kale, adayı koruyan en önemli birinci merkez olarak, farklı unsurlardan askerlerle korunuyor ve yabancı devletler günden güne buraya yardımcı kuvvetler göndererek kale tahkimatını güçlendiriyordu. Bu durum karşısında, Osmanlı ordusu zaman zaman yetersiz kalıyor ve merkezi idaredeki karışıklıklar yüzünden gerekli desteği ve yardımı da bir türlü alamıyordu. Özetle; Kandiye kalesinin fethi, Osmanlı tarihi içerisinde en çetin mücadelelerin yaşandığı bir hadise olarak tarihe geçmiş oldu.
Osmanlı'nın Girit adasını fethine neden olan hadise şudur; 1644 yılında İstanbul'dan İskenderiyeye gitmekte olan bir Türk gemisi, Kerpe açıklarında Maltalı korsanlar tarafından saldırıya uğrar ve gemide bulunan mallar Girit'e götürülerek burada satışa çıkarılır. İbrahim Çelebi'ye ait olan bu gemide, kızlarağası olan Sünbül Ağa'dan başka Mısır kadılığına tayin edilmiş olan Bursalı Mehmet Efendi, veliaht şehzade Mehmet'in sütannesi Zafire Hatun ve kundaktaki çocuğu ile beraber çok değerli atlar ve mücevherler de vardır. Sünbül Ağa, hacca gittikten sonra, geri kalan hayatını Mısır'da tamamlamayı düşündüğü için yanına bütün servetini de alarak gemiye binmişti. Ancak İstanbul'daki casuslarından Sünbül Ağa'nın bu servetini öğrenen Maltalı Saint-Jean şövalyeleri, geminin yolunu keserek saldırmaya başlarlar ve büyük meblağlara ulaşan bu malları ele geçirirler. İşte bu olaydan sonra, sultan İbrahim derhal Girit'e sefer ilanını verdi ve hemen hazırlıklara başlanmasını emretti. Nihayet hazırlıklar tamamlandı ve bir yıl sonra Osmanlı donanmay-ı hümayünü İstanbul'dan hareket etti. Böylece tam yirmi beş yıl sürecek olan kuşatma hareketi başlamış oldu.
Bu süre zarfında İstanbul'da birtakım karışıklıkların çıkmış olması ile merkezi idarede, saltanatın zayıflamasıyla neticelenen olaylar, Girit'teki savaşın gittikçe uzamasına neden olmuştu. Öte yandan Venediklilerin Çanakkale boğazını tutmaları da adaya İstanbul'dan gidecek yardımları engelliyordu. Dolayısıyla Osmanlı ordusu, zayıf bir durumda mücadele veriyor ama kuşatmadan vazgeçmiyordu. Savaş bu şartlar altında devam etti. Bu arada sultan İbrahim tahttan indirildi ve saltanat işleri karışmaya başladı. Girit'te ise savaş devam ediyordu. İlk olarak Hanya şehri alındı. Daha sonra Resmo kuşatıldı ve Kandiye'ye gelene kadar civar yerlerdeki kaleler fethedildi. Bu arada Deli Hüseyin Paşa'nın çok yararlıkları oldu. Ancak birçok kez ordu komutanlığı el değiştirdi. IV. Mehmet zamanında köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa'nın Girit'e serdar-ı ekrem olması ile beraber artık savaşın son safhalarına gelinmişti.
1667 yılında Kandiye kuşatmasına tekrar başlandı. Kale, ağır toplarla dövülüyor fakat surlar çok kalın olduğu için gerekli tahribatı yapamıyordu. Bundan sonra olan ve çok fazla zayiata neden olan lağım muharebeleri ise, savaşın boyutlarını değiştirmye yetecekti. Kalenin fethedilmesi için her türlü fedakarlık göze alınıyordu. Özellikle kış aylarında çok zor durumda kalınmasına rağmen yine de geri dönülmüyordu. Nihayet Osmanlı askerleri, yer altına tüneller açarak kaleye yaklaşmaya çalıştılar ancak bu teşebbüsler de fayda vermedi. Bu sırada Kandiye kalesi, neredeyse bütün Avrupa'dan yardım görüyordu. Fransa, Almanya, İspanya ve Papalık, Kandiye’ye çok fazla asker ve mühimmat göndermeye devam ediyordu. Osmanlı ordusu kale önünde muazzam sığınaklar yaparak artık yeraltında yaşamaya başladı. Kale, üç taraftan 6-10 metre genişliğinde derin bir hendekle çevrilmişti. Bu hendekleri Osmanlı askerleri dolduruyor, düşman yeniden kazıyordu. 1669 yılına kadar geçen iki yıl içinde, Osmanlı askerleri 1000'den fazla yer altı koridoru açıp lağım patlatmışlardı. Venedikliler de zemini dinleyerek bu lağımların yerini buluyorlar ve onlar da tüneller kazarak karşılık veriyorlardı. Bazen tüneller birleşiyor ve yeraltındaki bu koridorlar, çok çetin geçen çarpışmalara sahne oluyordu. Bu şekilde süren mücadelelerden sonra artık iki tarafta da bir bıkkınlık havası gözlenmekteydi. Çeyrek asır süren savaşta, Venediklilerin kayıpları çok fazla olmuştu. Kandiye'ye gönderilen yabancı askerlerin çoğu geri dönemeyerek hayatlarını bu savaşta kaybetmişti. Osmanlı tarafında ise durum bundan pek de farklı değildi. Nitekim yirmi beş yıl içinde 120000'den fazla Osmanlı askeri şehit verildi.
1669 yılında Kandiye son kez kuşatıldı. Bu kuşatmadan sonra artık Venedik elçileri ile müzakereler başladı ve kalenin teslimi konusundaki şartlar Osmanlı tarafına bildirildi. Avrupa, artık savaşı devam ettirmek istemiyordu. Çünkü maddi-manevi çok fazla kayıplar verilmişti. Nihayet kalenin teslimi noktasında anlaşmaya varıldı. Eylül ayında Venedikliler, iki gümüş tepsi içinde Kandiye'nin anahtarlarını Fazıl Ahmet Paşa'ya sundular. Serdar-ı Ekrem anahtarları getiren subaylara mükafatlarını verdi ve Osmanlı birlikleri şehre girmeye başladılar. Adadaki yerliler, Osmanlı askerlerini büyük kutlamalar ve alkışlarla karşılıyorlardı. Çünkü yerli Rumlar uzun süren Venedik baskısından kurtuluyorlardı. Böylelikle Girit, Osmanlıların eline geçmiş oldu. Ancak şunun altını çizelim ki, Osmanlı tarihinde belki de hiçbir toprak parçasının fethi için bu kadar uzun süre uğraşılmamıştı denilebilir. Bu açıdan Girit'in fethinin Osmanlı tarihi içerisindeki yeri pek mühimdir.