Derin sistemik kırılma: Demokrasi bir tehdittir!
İbrahim KARAGÜL 08 Mayıs 2007
Türkiye'nin en derin krizini yönlendirenler, taraf olanlar, krize göre saf belirleyenler ne yazık ki, parti politikalarını, dar iktidar gruplarının çıkarlarını, hamaseti, mahalle kavgasını, kişisel hesaplaşma reflekslerini aşıp, hepimizin ortak geleceği için kaygılanma basiretini göstermekten giderek uzaklaşıyor. Siyasi partiler, kurumlar, iktidar aygıtları, sosyal örgütler sonu belirsiz bir iktidar mücadelesi için seferber edildi.
Bu mücadelenin ne tür travmalara yol açacağı şu an pek kimsenin umurunda değil. Bu tıkanmanın parlamento ve demokratik süreç içinde aşılamayacak bir noktaya doğru sürüklendiği üzerinde kaç kişi kafa patlatıyor ve elle tutulur ne öneriyor?
Bu yönüyle, her ne kadar erken seçime gidilse de, sorun devam edecek. Ve Cumhurbaşkanını halkın seçmesi, tahminlerin ötesinde, rejimi koruma refleksiyle hareket edenler tarafından çok daha derin bir kriz olarak pazarlanacak.
Mesele "demokrasi mi rejim mi", "milletin tercihi mi sistemin temel hassasiyetleri mi", "geniş kitlelerin beklentileri mi dar /seçkinci kesimin öncelikleri mi" gibi keskin bir ayırıma dayanıp kaldı. En azından şekil itibariyle bu noktadayız. Kavganın vahameti de bundan kaynaklanıyor. Yoksa dar siyasi iktidar mücadelesi olsaydı bu kadar endişe içinde olmayacaktık. Ama olay, demokrasinin sınırının ne olduğuna, millet iradesine nereye kadar tahammül edileceğine, demokratik sürecin, bazı kaygılar yüzünden, tehdit haline geldiğine kadar geldi. İşte bu noktadan sonra, kartlar, yöntemler, araçlar değişecek demektir. Bu noktadan sonra birilerinin açık savaş başlatacağı ortaya çıktı. Bu noktadan sonra "rejimi kurtarma" dürtüsüyle demokrasiye karşı bir savaş başlatıldı.
CHP lideri Deniz Baykal'ın önceki gün; "Eğer Anayasa Mahkemesi 367'ye gerek yok kararı alırsa bu Türkiye'yi çok tehlikeli bir noktaya götürecektir" ifadesi yeterince tehlikeliydi ve sokağa verilen bir mesajdı. Dün ise; "Cumhurbaşkanını halk seçemez" mealindeki sözleri, Türkiye'nin içinde bulunduğu savaşın vahametini ortaya koymaya yetti de arttı bile.
Şimdi, süreci önlemek isteyenler demokrasiye karşı bir savaş vermek zorunda kalacaktı ve bunun işaretleri hemen geldi. Baykal'ın dünkü konuşmasında verilen mesaj bunun açık işaretlerini içeriyordu.
Demokrasi için tehdit olarak gördükleri hükümetin tıkanıklıktan çıkış stratejisi yeni bir reform paketiyle şekillendi. Erken seçim, Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesi gibi öneriler, kamuoyu tarafından benimsenmesine rağmen belli iktidar çevrelerinde yepyeni bir tehdit olarak algılandı. Baştan beri süreci rejim tehdidiyle ilişkilendirenlerin, cumhurbaşkanlığı gibi, kurumların kontrolünü de içeren, makamı halkın iradesine bırakmayı hazmetmesini beklemek mümkün mü?
Krizi besleyerek sistemi kontrol etme yolunu tercih edenler böyle bir sürpriz beklemiyordu. En azından bu kadarını beklemiyordu. Millet iradesinin alabildiğine etkin olduğu bir Türkiye, aslında en büyük tehditti. Çünkü sistem, iktidar, kurumlar seçkin bir çevrenin kontrolünden milletin kontrolüne geçecek. Sadece Cumhurbaşkanlığı değil, temel iktidar aygıtları da Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ilk kez milletin eline geçecek.
Parlamento yoluyla yürütülen iktidar mücadelesinin dışında, bambaşka bir tablo var karşımızda. Gerçek anlamda derin bir sistemik kırılmanın, yenileşmenin, değişimin işareti. Cumhurbaşkanı'nın parlamentoda seçimini engelleyenler şimdi çok daha vahim durumda. Meclis'te seçilen bir cumhurbaşkanı her halükarda sistemin öncelikleriyle donatılabiliyor, milletin temsilcileri eliyle seçilse de, merkez iktidar tarafından belirleniyor, onun rengini yansıtıyordu. Bu sefer seçilememesi de bu yüzdendi. Şimdi, eğer milletin seçmesine yönelik süreç başarıya ulaşırsa, bir çok çevre ayrıcalıklarını, imtiyazlarını, denetleme gücünü kaybedecek. Bu nedenle, aslında çatışma ihtimali şimdi çok daha şiddetlendi.
Bundan sonra, "bu kadar demokrasi Türkiye'ye fazla, bunlar demokrasiyi istismar ediyor" denilecek. İşte o zaman aslında milletin tercihinin çok da önemli olmadığını, laiklik gibi sloganlar üzerinden iktidarı, imtiyazları, seçkinciliği koruma telaşının yaşandığını, bunun aslında bir demokrasi oyunu olduğunu, millet üzerinde oynanan bir satranç olduğunu göreceğiz. İşte o zaman, "demokrasi mi rejim mi" restleşmesinin ne kadar yakıcı bir tartışma olduğunu göreceğiz. O zaman, meselenin paranoyak bir "hayat tarzı" olmadığını bir sınıf ve acımasız bir ayrımcılık sorunu olduğunu göreceğiz.
Türkiye'nin asıl krizi de hep bu olmadı mı? Müdahaleler hep bu aşamalarda gündeme gelmedi mi? Şimdi sadece Ak Parti değil, millet de tehdit olarak algılanacak. Dünkü "İç savaş mı istiyorsunuz" başlıklı yazımda endişelerim işte bundan kaynaklanıyordu.