Ebu Talib el-Mekkî
Bilal Saklan 01 Ocak 1970
Hayatı hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Aslen İran’ın batısındaki Cebel bölgesinden olup Mekke’de uzun süre kaldığı ve burada yetiştiği için Mekkî nisbesini aldı. Acemî diye de tanındığına göre Arap olmadığı anlaşılmaktadır.
Gazzâlî ve Abdülkādir-i Geylânî üzerinde önemli tesirleri olan Ebû Tâlib el-Mekkî hakkında Ebû Nasr es-Serrâc, Kelâbâzî, Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Ebû Nuaym el-İsfahânî, Kuşeyrî, Hücvîrî vb. sûfî tabakat müellifleri bilgi vermezler. Buna karşılık gerek İbn Hallikân ve Safedî gibi genel mahiyette biyografik bilgi veren müellifler, gerekse İbn Kesîr ve İbnü’l-İmâd gibi tarihçiler az da olsa ona dair bilgi vermeyi ihmal etmemişlerdir.
Öğrenimine Mekke’de başlayan ve burada hadis tahsil eden Ebû Tâlib çeşitli beldeleri dolaştı, gittiği yerlerde tanınmış âlimlerden faydalandı, oralarda vaazlar verdi ve ders okuttu. Muhammed b. Hasan el-Âcurrî, Ali b. Ahmed el-Masîsî ve Muhammed b. Ahmed el-Cercerâî gibi muhaddislerden hadis rivayet etti. Basra’da Sâlimiyye fırkasının kurucusu Ebü’l-Hasan İbn Salim ile (ö. 350/961) tanıştı (Ḳūtü’l-ḳulûb, II, 192, 294). Onun kelâm ve tevhid konusundaki görüşlerini benimsedi. İbn Sâlim’in ölümünden sonra Basra’ya gitti (İbnü’l-Cevzî, VII, 189). Hayatının son yıllarını Bağdat’ta vâizlik yaparak geçirdi. 6 Cemâziyelâhir 386’da (26 Haziran 996) vefat edince buradaki Mâlikî Mezarlığı’nda toprağa verildi (İbn Hallikân, IV, 303).
İbn Sâlim, ünlü sûfî Sehl et-Tüsterî’nin görüşlerine bağlı idi. Ebû Tâlib daha çok naslara bağlı bulunan, ancak tasavvufî temayüllere de sahip bir kelâm fırkası olan Sâlimiyye çerçevesinde tasavvufî ve kelâmî görüşler ortaya koydu. İbnü’l-Cellâ ve Ahmed b. Dahhâk ez-Zâhid gibi sûfîlerin sohbetinde de bulunan Ebû Tâlib’i Zebîdî bir tarikat kurucusu olarak gösterir ve şeyhinin Ebû Saîd b. el-A‘râbî olduğunu söyler (ʿİkd, s. 85).
Çok perhizkâr ve çileli bir hayat yaşayan Ebû Tâlib’in bir süre helâl bitkilerden başka bir şey yemediği için cildinin renk değiştirdiği rivayet edilir (İbn Hallikân, IV, 303).
Gerek Sehl et-Tüsterî’nin, gerekse ona bağlı bulunan Sâlimîler’in Mâlikî oldukları dikkate alınırsa Mekkî’nin de bu mezhebe mensup olduğu söylenebilir. Mâlikîler’in mezarlığına gömülmüş olması da bu görüşü destekler mahiyettedir. Süyûtî de Savnü’l-mantık ve’l-kelâm’da (s. 132) onu Mâlikî âlimi sayar. Ancak bazı konularda bu mezhebe aykırı hükümler benimsemesine ve belli bir mezhebin taklit edilmesini bid‘at saymasına bakılarak (Ḳūtü’l-ḳulûb, I, 132; II, 324) onu serbest görüşlere sahip bir mutasavvıf olarak değerlendirmek de mümkündür. Ebû Tâlib’in en dikkate değer yanlarından biri, tasavvuf taraftarlarıyla şeriat taraftarları arasında ciddi ayrılıklar bulunduğu bir dönemde bu iki zümre arasında bir köprü kurma teşebbüsünde bulunanların ilki olmasıdır.
Eserine zayıf ve uydurma hadisler aldığı ileri sürülerek hadis âlimlerince tenkit edilen Ebû Tâlib el-Mekkî, itikadî konulardaki görüşlerinden dolayı da tenkide uğramıştır. Semâı mubah saydığı için fakihler tarafından kusurlu bulunmuş ve görüşleri reddedilmiştir (İbnü’l-Cevzî, VII, 189; Gazzâlî, İhyâʾ, II, 269). Hatîb el-Bağdâdî, onun Ḳūtü’l-ḳulûb’da Allah’ın sıfatları konusunda kabul edilmez görüşler ileri sürdüğünü söyler (Târîhu Bagdâd, III, 89). Fakat hakkındaki en ağır suçlama, ömrünün sonuna doğru vaaz ederken saçmaladığı, hatta bir konuşmasında, “Yaratıklar için yaratıcıdan daha zararlı bir şey yoktur” dediği yolundaki iddiadır (a.e., III, 89). Bu cümlenin, “Kula en zararlı olan şey Allah’ı yeterince tanıyamamasıdır” (Ḳūtü’l-ḳulûb, II, 159) tarzındaki cümlenin tahrif edilmiş şekli olabileceği ihtimali üzerinde duranlar da vardır. Bağdâdî’nin verdiği bilgiye göre Mekkî’nin vaazlarında tehlikeli sözler sarfetmesi halkın kendisini dinlemekten vazgeçmesine yol açmış, o da daha sonra vaaz etmemiştir.
Takıyyüddin İbn Teymiyye, Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Allah’ın sıfatları konusundaki sözlerini tenkit eden âlimlerin onun hulûl*cü bir görüşe sahip olduğunu söylediklerini bildirerek kendisi de bu tenkide katıldığını ifade eder (Mecmûʿu fetâvâ, V, 483-490). Başka bir yerde ise Mekkî’yi över ve marifet, zühd, ibadet ve sünnete tâbi olma konusunda Gazzâlî’ye tercih edilebileceğini önemle vurgular (a.e., X, 360, 551-552; a.mlf., Buġyetü’l-mürtâd, s. 115). Mekkî’nin, Haris el-Muhâsibî gibi tasavvufa hadis ve kelâm konularını dahil ettiğini ifade eden İbn Teymiyye’nin kendisini Ahmed b. Hanbel ile çağdaş göstermesi ise gariptir (Mecmuʿu fetâvâ, XII, 169, 281, 409). el-Münkız adlı eserinde (s. 62) Mekkî’den faydalandığını söyleyen Gazzâlî, onun ameli imandan sayan görüşünü İḥyâʾda tenkit etmiştir (I, 116-118).
Eserleri. Ebû Tâlib el-Mekkî’nin en önemli ve günümüze kadar gelen tek eseri, tasavvufun doğuş dönemi hakkında bilgiler veren, zühd ve ibadet konularını genişçe işleyen Ḳūtü’l-ḳulûb*dur (Kahire 1310). Bizzat kendisi Menâsikü’l-hac ve Müsnedü’l-elif adlı iki eserinden daha söz eder (Ḳūtü’l-ḳulûb, I, 133; II, 231). Kaynaklar onun ayrıca tevhid konusunda eserleri bulunduğunu bildirirlerse de bunların adlarını vermezler (Hatîb, III, 89). Zehebî, Mekkî’nin kırk hadis konusunda bir eseri olduğunu söyler (Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XVI, 536). Hediyyetü’l-ʿârifîn’de de (II, 55) Müşkilü iʿrâbi’l-Kurʾân adlı bir eseri kaydedilmiştir. Bunların yanı sıra el-Beyânü’ş-şâfî adlı bir kitabı daha vardır (İA, VII, 643). Ona nisbet edilen (Brockelmann, GAL Suppl., 1, 360) ʿİlmü’l-kulûb’u yayımlayan (Kahire 1964) Abdülkādir Ahmed Atâ eserin Mekkî’ye ait olduğunu iddia ederse de İbrahim Medkûr ve Abdülhamîd Abdülmün‘im gibi müellifler bu eserin Mekkî’ye ait olmadığı görüşündedirler.