« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

03 Tem

2023

İnadına bayram yazısı

Ahmet Kasım Han 01 Ocak 1970

Türkiye idari tatil ile birleştirilmiş bir Kurban Bayramı marifetiyle uzun süre tatilde. Ekonomi gazetemiz de bu tatilin Kurban Bayramı’na denk gelen kısmında basılmayacak.

Bu sebeple geçen hafta bu yazıyı bir bayram yazısı olarak düşünmüştüm. Memleketçe siyasetten yana çok yorulmuş; ekonomiden yana çok yıpranmıştık. Biraz nefes almak hepimize iyi gelir, yaklaşımını benimsemiştim. Üstelik bu köşede yazılarıma tam da sıcak gündemin ortasında başlamıştım. Fikrimce, şöyle ağız tadıyla bir merhaba diyememiş, neyi ve nasıl yazacağımı sizlerle paylaşamamıştım. Bu arayı tüm bunlar için güzel bir fırsat olarak değerlendirmek mümkündü. Bunları ağız tadıyla yazabilirdim. Öyleydi, böyleydi vs… Yine fazla iyimsermişim…

Ülkenin gündem tüketim hızı mahalle arasındaki fast food büfesinde olsa altı aya kalmaz yüz şubeye ulaşır, halka açılırdı. Olay, olayı izliyor. Türkiye’nin merkezinde olduğu coğrafyanın da farkı yok. Daha bayram tatilinin “b”sine gelemeden Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası faiz kararını duyurdu. Onun tozu dumanı dağılmadan Rusya Federasyonu’nda ayaklanma oldu. Olduğu gibi de söndü desek yeridir. Wagner paralı askerlerinin lideri Yevgeni Viktoroviç Prigozin, haberlere bakarsan, Beyaz Rusya’da istirahate çekildi. Artık orası ebedi istirahatgâhı mı oldu, olur; bir gün yeniden tedavüle girer mi; o gün kim bilir belki yarın mıdır, yoksa “aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın” mı, orasını göreceğiz. Bizim utangaç ve fakat katiyetle bilinçli faiz kararı üzerine de bayram sonrasında konuşacak çok şey olacak.

Dolayısıyla yok öyle yağma. Bu bayram yazısı yazılacak… Usulüne uygun bir merhaba denecek. Okuyucuyla bayramlaşılacak.

Öncelikle köşenin adından başlayalım: “Kavanozun Dibi”. Efendim, bildiğiniz ve anladığınız gibi köşemizin adı, “kavanoz dipli dünya” atasözünden esinlenmiştir. Bu sözün manası malum: “Sürekli olarak durum değiştiren, hiçbir durumuna güvenilemeyen, üstünde yaşayanlara vefası olmayan” dünya demek.

Bizim “kavanoz dipli dünya” sözümüz kabaca modern strateji düşüncesinde içerisinde yaşadığımız dünyayı tarifte kullanılan bir kısaltmaya denk geliyor. Kısaltmamız, VUCA. Bu söz İngilizce: oynak (Volatile), belirsiz (Uncertain), karmaşık (Complex) ve müphem (Ambiguous) kelimelerinden oluşuyor. İlk defa 1985’te, iki ekonomist akademisyenin, Warren Bennis ve Burt Nanus’un, “Liderler: Hakimiyet için Stratejiler” başlıklı kitaplarında kullandıkları kavramlara dayanılarak, 1987'de ABD Ordusu Harp Akademisi tarafından üretilmiştir. Kamuoyuna açık biçimde ilk kullanımı 1991’de Herbert Barber tarafından yapılmıştır. Özellikle Soğuk Savaş sonrası çok kutuplu uluslararası sistemin analizini isabetli biçimde yapabilecek liderlerin yetiştirilmesinde kullanılan bir metodoloji olarak ön plana çıkmıştır. VUCA dünyasıyla baş etmenin yolu olarak da Harvard Üniversitesinden William George VUCA tavrını önermiştir. Bu defa VUCA: vizyon (Vision), anlayış (Understanding), cesaret (Courage) ve uyumluluk (Adaptability) olmuş. Sonra iki “D” ve bir “P” eklenmiş tarife(ye). İki “D”; çeşitli (Diverse) ve dinamik (Dynamic), “P” ise paradoks yerine. Şimdilerde ortam giderek kaotik bir hal alırken VUCA yerine önerilen yeni yaklaşımlar var. Örneğin; BANI. Bu defa da kırılgan (Brittle), kaygılı (Anxious), doğrusal olmayan (Nonlinear), çetrefil (Incomprehensible) bir dünyadan bahsediyoruz. Bu modeller uzatılabilir elbet. Ama netice aynı yere varıyor sevgili dostlar; Kavanoz dipli dünya işte, ya da KDD.

Bu köşede stratejik düşünce üzerine çalışan, ekonomi ve siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler okumuş bir akademisyen olarak yazarınız, bilgisinin ve aklının yettiğince, sizler için bu malum kavanozun dibine inmeye çabalıyor. Kalın camdan tabanın büyüteç işlevinden de faydalanarak, siyasetten, ulusal ve uluslararası ekonomiye; piyasalardan, uluslararası ilişkilere, dipte kalan tortudan neler olup bittiğini tahlile çalışıyor. Bunu yaparken de naçizane, sanayiden, yatırım bankacılığından, akademik yöneticiliğe uzanan bir deneyim yelpazesinin kendisine kattığı tecrübelerden faydalanmaya çabalıyor. Köşenin bir adının olması şart mıdır? Belki değil. Ama orada da benden çok daha tecrübeli iki dostun, gazetemizin Yönetim Kurulu Başkanı sevgili Hakan Güldağ’ın ve NTV Siyasi İşler programı ortağımız Sevgili Okan Müderrisoğlu’nun fikirlerine kulak verdim. Köşemizin adını bu düşüncelerle koydum. Umalım içeriği de ilginizi çekecek şekilde olsun…

Birkaç kelam da yazarın üslubu üzerine edelim. Benim düşüncelerim genellikle kesintisiz akıyor. Düşünce disiplinim stratejik akıl yürütme yönteminden besleniyor. Bu da zihni bütüncül ve bütünleşik düşünmeye zorlamak demek. Ayrıca, deneyimim gereği aynı anda birden fazla bilgi alanının entelektüel aletlerinden; inşa, kalıp ve kuramlarından faydalanıyorum. Bu da metin içerisinde parantezler açmama yol açıyor. Başkaca kutucuklarla esas konuyu bağlama eğilimine sürüklüyor beni. Bu zaman zaman karmaşık bir süreç ancak, bütünselliğin kavranması için zaman zaman bu karmaşıklıkla boğuşmak gerekli, bence…

Bu sebeplerle noktalama işaretlerini önemsiyorum. Ancak, sanırım bunlar arasında en az nokta ile barışığız. Öyle olunca cümleler uzayabiliyor. Bu vaziyet ihtimalen ademoğluna ait hiçbir düşünce ve kelamın nihai olduğuna inanmamamdan; hakikat, gerçek ve doğru arasındaki nüansı fazlasıyla kıymetli ve önemli bulmamdandır.

Galiba kimin ne kadar anladığından ziyade, kime neyi ve ne kadar merak ettirdiğimi daha fazla önemsiyorum. Nobranlıktan, kibirden, enâniyetten değil bu. Esasen “soru”nun kıymetine ziyadesiyle inanmaktan. Gelişimin, benim verdiğim cevaplardan daha çok, yazdıklarımla umulur ki önünü açabildiğim, bazen dillenmeye zorladığım, sorulardan kaynaklanacağına inanmamdan. Bu anlamda “kolay” okunmakla belki de ilgilenmem gerektiği kadar çok ilgilenmiyorum; keza birilerinin seviyesine çıkmak veya inmekle de. Bu da beni beğeni merak ve mahkumluğundan kurtarıyor… İnanıyorum ki böyle davranabilmek bana bir miktar daha fazla özgürlük veriyor. Her anlamda. Düşüncede, ifadede ve eleştiride. Günümüz Türkiye’sinde bunu özellikle önemsiyorum. Kolay okunmak değil zihni kendi bilgi düzeyine isyan ettirmek derdim. Zihni rahatsız etmekle, onu tatmin etmekten daha fazla dertleniyorum. İsyan, bana katılmakla, beğenmekle olduğundan daha fazla, dediğime itiraz etmekle mümkün olur inancındayım. Yalnız, itiraz öyle boşluktan doğmaz. Önemsenecek itiraz bilgi ile görgü ile mümkündür. Okuyucuyla, benim yazım üzerinden sohbet ederken, ben yazımla o zihninin içerisinde, bu türden bir itiraz noktasına gelirsek; “Ne güzel”, diyorum! O vakit aslında tam da özlenen menzile ulaştık demektir.

Bir de hikâye anlatmayı seven bir üslubum var. İyi bir hikâye kadar ilgimi çeken, sevdiğim, bir şey yoktur. Malum, güzel hikâye tek bir olay örgüsünden oluşmaz. Bir diğerine bağlanan alt temalarıyla bir örüntüsü vardır. Hikâyenin tadını, ana kurgunun sağlamlığı kadar, o alt temaların kattığı lezzet, örüntünün çekiciliği, belirler biraz da. Ve iyi bir hikâyenin dip notları da olmalı. Zira, dip not, atıf, referans, inandırıcılığınızı olduğu kadar, özgürlüğünüzü de perçinler. Kimi zaman açtığım parantezler biraz da bundandır.

Son olarak, doğrusu lisanım biraz aşuredir. O da aldığım eğitim ve içerisine doğduğum kültürle alakalı sanırım. Türkçe ile Farsça ve Arapça, ayrıca İngilizce ile birlikte Batı dillerine aşina olmaktan kaynaklı bir hal. Öğrendiğim kavramları onları ilk duyduğum dilde muhafaza ediyor zihnimin kütüphanesi… Bu sebeple kullanıyorum onları. Ama, biraz da gençlerin kavram dünyalarına katkı olsun diye, kullandığım kadim sözcüklerin tercümelerini de ekliyorum yanlarına. Fakat o ifadelerden vaz da geçemiyorum. Belki muhafazakarlık? Ama olsun. Sonra o ifadeleri, kendi içeriklerinden soyutlayıp, yeni bağlamlarla buluşturmayı seviyorum. Lego oyuncaklarını sevmem de bu çerçevede, tesadüf değildir elbette. Çünkü malum; hiçbir şey tesadüfen olmuyor bu hayatta…

İşte böyle sevgili dostlar. Bu vesileyle hepinizin bayramını içtenlikle kutlarım. Bayramınız, bayram gibi geçsin. Ne demiş Akif: “Âfâk bütün hande, cihan başka cihandır; Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandır!” (Şair ne demiş parantezi: Ufuklar bütünüyle gülmekte, dünya ise başka bir dünyadır; Bayram ne kadar hoş ve güzel, ne kadar sevinçli bir zamandır!)

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,44 M - Bugn : 40885

ulkucudunya@ulkucudunya.com