Yakarsa dünyayı garipler yakar
Bahadır Kaynak 01 Ocak 1970
Fransa tarihinin en ciddi sokak olaylarından birisiyle başa çıkmaya çalışıyor. Salı günü Cezayir asıllı Nahel adında 17 yaşında bir genç polis tarafından aracında vurularak öldürüldü. Kayıtlara bakıldığında gencin polisi tahrik edecek bir şeye kalkışmadığı görülüyor. Fransa’da güvenlik güçleri arasında Kuzey Afrikalılara ve Sahraaltı Afrika’dan gelenlere yönelik önyargıların böyle soğukkanlı bir cinayet işlenmesine yol açmış olduğunu düşünen birçok kişi var.
Konu sadece bir polis tarafından gerçekleştirilen anlamsız şiddet ve masum bir canın yitip gitmesinden ibaret olsaydı günlerdir dünya kamuoyunun bir numaralı gündem maddesi haline gelmezdi. Olayın gerçekleştiği Paris’in Nanterre banliyösünden başlayan kitlesel eylemler tüm Fransa’yı kaplamış durumda. Başta Müslümanlar olmak üzere göçmenler ve onlara destek verenler ortalığı birbirine katıyor. Gösteriler çoğu yerde barışçıl eylem sınırlarını aşıp, kamu mallarına ve özel mülkiyete zarar vermeye kadar varıyor. Çok sayıda gözaltı olmasına rağmen eylemler henüz dindirilebilmiş değil. Macron’un görevi devraldığı ilk dönemdeki ‘Sarı Yelekliler’ hareketinin etkisini daha da aşan, yer yer güvenlik kuvvetlerinin kontrolü kaybettiği sahneler yaşanıyor.
Bu haliyle olaylar 1992’de Los Angeles’da siyahi Amerikalıların ayaklanmasını andırıyor. O zaman Rodney King adında bir siyahın polis şiddetine maruz kalması büyük ayaklanmalara sebep olmuş, güvenlik güçleriyle isyancılar arasında günlerce süren çatışmalar yaşanmıştı. Tek bir olayın bu derece yaygın kitlesel eylemlere yol açması elbette toplumsal fay hatlarına, hassasiyetlere temas eden bir yönü olmasıyla mümkün. Doksanlarda ABD’de siyahların hala ekonomik ve sosyal olarak toplumun en alt basamaklarında yer alıyor olması ve kolluk güçlerinden kötü muamele görüyor olmaları böylesi bir basıncın derinlerde birikmesine sebep olmuştu. Siyahi bir Amerikalının dövülmesi görüntülerinin ortalığa saçılmasıysa bu kırılgan zeminde büyük bir çatlağa yol açmıştı. İktidarın bütün safsata teorilerine rağmen Gezi Parkı olaylarına muazzam bir kitlesel katılım olması da basit bir inşaat faaliyeti gibi sunulan projenin toplumdaki belli hassasiyetlerine temas etmesiyle mümkün olmuştu.
Fransa’daki olaylara dönecek olursak, aynı şekilde polisin işlediği cinayetin bir ayaklanmaya yol açması, ülkedeki azınlıkların kendilerini dışlanmış, bir kenara itilmiş hissetmesinin doğrudan bir sonucu. İsveç’te Kuran yakılması gibi Müslümanları iyice rencide eden, kimliklerinden dolayı aşağılanmış hissettiren olayların üzerine bir de genç bir çocuğun sebepsiz öldürülmesi gibi infial yaratacak bir olay eklenince barutun üstüne ateş atılmış oluyor. Sonuç dünyanın şaşkın bakışları altında Paris’in sadece banliyölerinde değil merkezinde ya da Marsilya gibi Kuzey Afrikalıların yoğun yaşadığı şehirlerde hayretle izlediğimiz isyan görüntüleriyle karşılaşıyoruz. Aslında gördüğümüz Avrupa’nın en zengin, en gelişmiş merkezlerinde kendisini bütün o pırıltılı hayattan dışlanmış hisseden, bir kenara itilmiş insanların isyanı.
Haksızlıklara baş kaldıran, güvenlik güçleriyle çatışan bu mutsuz azınlık işin sadece bir yüzü. Üstelik bu taraf nispeten daha kolay yönetilebilecek, olayların güncelliği azalınca bir biçimde gettolarına yeniden itilecek ve unutulacak kesim. Diğer yanda sokaklardaki bu yaygın şiddet olaylarını seyredip giderek sığınmacılara, ülkelerindeki azınlıklara karşı bilenen çoğunluk uzun vadede asıl sorunu yaratmaya aday. Fransa aşırı sağın son çeyrek yüzyılda önemli bir siyasi akım olarak giderek palazlandığı Avrupa’nın iki lokomotif ülkesinden biri. Son seçimde olduğu gibi aşırı sağın adayının artık son ikiye kalarak ikinci turda karşımıza çıkması alıştığımız bir sahne. Baba Le Pen 2002’de ikinci tur seçimlerinde Chirac’la karşı karşıya geldiğinde Fransa’da sol da mobilize olup, “faşiste oy vereceğimize, hırsıza oy veririz” diye sandıklara gitmiş, Chirac’a kolay bir zafer kazandırmıştı. Artık bu çekişme giderek kanıksanmaya başlandı. Macron son seçimde de aşırı sağ lider Marine le Pen’le çekişmenin avantajını kullandı ama toplumsal dinamikler böyle devam ederse bu artık kazandıran bir formül olmaktan çıkabilir. Ortalığı yakıp yıkan göçmenlerin görüntüleri ortalama bir Fransız seçmeninin yabancı karşıtı söylemleri daha kolay kabullenmesinin önünü açabilir. Her ne kadar Nahel’in polis cinayetine kurban gitmesine gösterilen tepkiyi anlasam da eylemlerin boyutlarının karşı kitlenin kemikleşmesine ve büyümesine yol açacağını da tahmin edebiliyorum. Her gün sosyal medyaya düşen yabancıların saldırısına uğrayan, gasp edilen sıradan vatandaşların görüntüsü ortalama Avrupalıyı kapıları sıkı sıkıya kapatmaya daha çok ikna ediyor. Güney İtalya sahillerinde denize giren halkın hemen önlerine Afrika’dan gelen sığınmacıları indiren botun görüntüleri, konforları üçüncü dünya dertleriyle bozulan Avrupalıların durumunu gözler önüne seriyor.
İtalya’da Meloni’yi Başbakanlığa getiren dinamik de bununla alakalı. Fakat belki en şaşırtıcı ve korkutucu olan Almanya’da AfD’nin yükselişi. Yakın bir zaman öncesine kadar radikal yabancı karşıtlığı sebebiyle gündem olan ama halk desteği sınırlı bir partinin bir anda Almanya’da kamuoyu yoklamalarında ikinci sıraya sıçraması, durumun vahametini gösteriyor. Tarihsel travmaları sebebiyle aşırı sağa tepkinin neredeyse otomatik olduğu bir ülkede işler buraya gidiyorsa varın siz kıtanın kalanındaki ruh halini tahmin edin.
Avrupa ekonomilerinde enflasyon ülkeden ülkeye farklılık gösterse de ortalama yüzde beşin üzerinde seyrediyor. Bu Türk tipi ekonomi modeliyle terbiye edilen bizler için gülünç derecede düşük ama Avrupalılar alım güçlerinin böylesine eritilmesine alışık değil. Üstelik yılın ortası itibariyle Almanya’dan başlayarak kıtanın durgunluğa girildiği görülüyor. Stagflasyon tabir edilen durgunluk ve fiyat artışlarını bir arada görüldüğü bu durum, seçmenlerin en çok rahatsız olduğu duruma işaret ediyor. Hesap herkesten önce ülkeleri yöneten siyasetçilerin önüne gidecekse de bir diğer fatura da işsizlikten, asayiş sorunlarından sorumlu tutulan ve üstelik ortalığı yakıp yıkan göçmenlere gidecek. Ülkelerini yabancı unsurlardan temizlemeyi vaat edecek aşırı sağcı politikacılar isyancıların çıkardığı yangınların ateşinde harlayacaklar kampanyalarını. Velhasıl Avrupa’da siyaset önümüzdeki yıllarda daha da sağa yatarsa kimse şaşırmamalı.
Biz işin bir yanında Avrupa kıtasının giderek güçlenen içe kapanma refleksinden zarar görecek bir toplumuz. Öte yandan bir zamanlar sadece bir yönüyle gördüğümüz resmi, şimdi biz de Avrupalıların gözünden görmeye başladık. Bir zamanlar yurt dışına göç veren Türkiye şimdi sayısını bile tam bilemediğimiz bir sığınmacı kitlesini ağırlıyor. Milyonlar milyonlara eklendikçe ve yabancıların kalış süreleri uzadıkça toplumun sabrı aşınıyor, Avrupa’da gördüğümüzden daha ağır bir yabancı düşmanlığı topluma nüfuz ediyor. Büyük şehirlerin ortalık yerinde denize giren yabancı erkek kalabalıklarının görüntüleri, bu bayramın en çok tepki toplayan paylaşımlarına girdi bile.
Fransa’da olayları başlatan Cezayirli genç bir göçmenin katli olsa bile ona gösterilen tepkinin şiddeti kısa zamanda yine faturayı yabancıların önüne koyacak. Aşırı sağ daha önce Avrupa’nın nispeten daha küçük ülkelerinde ses getirirken, İtalya’daki ölçülü zaferinin üzerine şimdi Fransa ve Almanya gibi lokomotif ülkelerde de ağırlığını artıracak. Bizde ise hala Erdoğan rüzgârı kalan eğilimleri kısmen gölgeliyor ama sığınmacılara yönelik tepki her geçen gün siyasetin merkezine kaymaya devam edecek. Gariplerin yaktığı ateş, korkarım herkesten çok geri dönüp kendilerini kavuracak.