« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

03 Tem

2023

İdris Küçükömer

Ozan Örmeci 01 Ocak 1970

Türkiye’de sol düşünce 1960’lara kadar resmi ideoloji etkisinde kalmış, bağımsız bir gelişim gösterememiştir. 1960’larda solda ilk resmi örgütlenmeler kurulur ve farklı sesler görülmeye başlar. Bu dönemde resmi görüşe ve dönemin yaygın sol eğilimlerine karşıt fikirleriyle dikkat çeken İdris Küçükömer; sol, sosyalizm ve sosyal demokrasi kavramlarını ezberlenmiş düşünce kalıplarından farklı bir bakışla yorumlayarak sosyalist mücadelede sivil kanadın temsilcisi olur. Bu yazıda İdris Küçükömer’in fikir hayatı, Türk solunun gelişimindeki yeri ve demokratikleşmeye etkileri üzerinde durulacaktır.

İktisat profesörü ve düşünür İdris Küçükömer (1925 Giresun-1987 İstanbul), İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde öğrenim gördü. Aynı fakültede doktorasını tamamladıktan sonra doçent oldu. Fakülte kurulunun profesörlüğe yükselmesi için aldığı karar üniversite senatosunca onaylanmadı. Bunun üzerine Danıştay’da dava açan Küçükömer, davayı kazanmasına karşın profesörlüğe ilişkin kararname 10 yıllık bir gecikme ile ancak 1976’da yürürlüğe girdi. Küçükömer 27 Mayıs sonrasında sol rüzgârların estiği 1960’larda Yön ve Ant dergilerindeki yazılarla tanındı. Milliyet gazetesindeki açık oturumlarda dönemin yerleşik yargılarını sorguladı sonra 1973’te 10 yıllık bir suskunluğa büründü ve daha sonra Yeni Gündem yazılarıyla tekrar ortaya çıktı. Küçükömer’in başlıca eserleri şunlardır;

· Düzenin Yabancılaşması: Batılaşma

· Gelişmiş ve Az Gelişmiş Ülkelerin İlişkileri

· İktisat İlkeleri Üzerine

· Batılaşma-Düzenin Yabancılaşması

· İktisat Üzerine Yeniden Bakış

· Anılar ve Düşünceler

· Cuntacılıktan Sivil Topluma

· Sivil Toplum Yazıları

· Halk Demokrasi İstiyor mu?

1960’larda Avrupa’da yaşanan sosyalist hareketlenmeler, Türkiye’de ilericilik ve sol kavramlarının yeni baştan değerlendirilmesi sürecini başlatmış ve bu tartışmalar Osmanlı toplumsal yapısı üzerinde odaklanmıştır. Üretim tarzı esas olmakla birlikte feodalizmden kapitalizme ve sonra da sosyalizme geçiş süreci tartışmaların diğer boyutunu oluşturur. Türk toplum yapısının özgünlüğünden hareketle farklılıklar üzerinde durarak tarihsel sürece yönelen İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu gibi iktisatçılar ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı) kuramını gündeme taşırlar. ATÜT toprağın mülkiyetinin devlete ait olduğu ve artık ürünün devlet adına tayin ettiği kişiler tarafından kullanıldığı üretim biçimidir. Bu kurama göre Türkiye Batı benzeri bir gelişim süreci yaşamamıştır, kendine has tarihsel koşulları vardır ve Türk modernleşmesi kendi tarihsel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Kuramı ekonomik boyutlarına ağırlık vererek inceleyen İdris Küçükömer, bu farklılığı açıklarken Türkiye’nin ekonomik koşullarından, daha doğrusu kapitalistleşemediğinden yola çıkar. Osmanlı’nın son dönemlerinden günümüze uzanan devlet-toplum ilişkilerini Batı ile karşılaştırarak inceler, Türkiye’nin kapitalist bir ülke olmadığı için farklı olduğunu savunur. Ona göre Batı geçmişte sınıflı feodal bir yapıdadır ve modernleşmesi “özel çıkarlar ve sınıflar arası mücadele alanı” olarak sivil toplum oluşumuyla gerçekleşmiştir. Türkiye’de ise tarihsel koşulları nedeniyle sivil toplum oluşamamıştır. Osmanlı toplumsal düzeni feodaliteye yakın olmakla birlikte ondan farklıdır ve ATÜT ile açıklanması daha uygundur. Batı’da kapitalistleşmeyi sağlayan burjuva sınıfıdır. Osmanlı’da burjuvazi bir sınıf olarak ortaya çıkamadığı için kapitalizm bürokrasi yoluyla gelişmiştir. Cumhuriyet döneminde bürokrasi, çok partili dönemde de iktidarın işbirliği yaptığı yerli egemen sınıflar üretim güçleri ve sermaye birikimi üzerinde hâkimiyet kurarak üretim güçlerinin gelişimini ve kapitalistleşmeyi engelleyen unsur olagelmiştir. Batı’da sermaye sınıfı bir sınıf olarak büyüyerek geliştikten sonra politik gücü elde ederken; bizde, siyasi-politik güçler zamanla ekonomik gücü de elde ederek sermayedar sınıf niteliğine dönüşür. Batılılaşma çabalarıyla devleti kurtarmak isteyen bürokrasi ilerici olarak halkla ilişkilerini koparmış, bu da doğucu-İslamcı kesimin eski değerler sistemine tutunarak gerici ilan edilmesine neden olmuştur. Gerici olarak nitelenen doğucu-İslamcı kesim içerisinde zamanla büyüyen işçi kesimin örgütlenerek gerçek bir sınıf hareketi oluşumu bürokrasi tarafından engellendiği için Türkiye’de sol hareket tabanı işçi sınıfı hareketi ile değil, aydın-bürokrat geleneği ile oluşturulmuştur. ATÜT tartışmaları asker kesimin siyasetteki rolünün belirlenmesi açısından da önem taşır. ATÜT’çülere göre Türkiye’de Soğuk Savaş koşullarında öncü rolleri pekişen askeri ve sivil bürokrasi, demokratikleşmenin ve sanayileşmenin önünde engel oluşturur. Tarihsel süreçte devlet iktidardaki bürokrasi ile özdeşleşerek her türlü toplumsal muhalefet denemesinin başarısızlıkla sonuçlanmasında etkili olmuştur.

ATÜT kuramının siyasal yansımaları olarak Küçükömer Türkiye’deki sol düşüncenin Batı’dakinden farklı bir sol olduğuna dikkat çeker. Ona göre Türkiye’nin solcuları ilerici değildir; üretim güçlerinin gelişimini istemezler ve otoriter bir örgütlenmeyi savunurlar. Türkiye’nin ilericileri ise sağ cenahta yer alan İslamcı halk kitleleridir. Onlara bu niteliği kazandıran ise değişmeye açık sosyal ve ekonomik istekleridir. Türkiye’de sınıf hareketinin oluşabilmesi için uygun koşulları yaratmaya çalışan kesim Prens Sabahattin’den Demokrat Parti’ye uzanan çizgidir. Küçükömer Düzenin Yabancılaşması’nda çizdiği tabloda Batıcı-laik-bürokratik geleneği temsil eden CHP’yi ve İttihat Terakki’den CHP’ye uzanan çizgiyi sağ olarak nitelerken; CHP’ye göre daha halk örgütlenmesi özellikleri olan DP’yi sol ideoloji altına koymuştur[1]. Bunun nedeni CHP’nin gücünü halktan değil bürokrasiden alması ve ordu ve aydınları yönetime ortak etme düşüncesidir. Böylece Batılılaşmanın toplumda yarattığı ekonomik ve sosyal koşullar ile neden olduğu yabancılaşmayı kabullenemeyen Doğucu-İslamcı halk kitleleri, CHP ve bürokrasiye olan tepkilerini DP iktidarı ile dile getiririler[2]. Dolayısıyla Türkiye’de sol düşünce tabanı Batı’daki gibi işçi-emekçi örgütlenmesi olarak değil, bürokrat ve elit kesimin temsilcisi olarak oluşur. Klasik anlamda sola oy vermesi gereken emekçi kitleler kültürel nedenlerle sağ parti tabanında, sağa oy verecek daha yüksek sınıf mensubu kitleler ise sol parti tabanında yer alır.

İdris Küçükömer’e göre Türkiye’de sol düşünce resmi ideolojiden bağımsız bir gelişim gösterememiştir. Bunun temel nedeni devletin sol düşünceye hâkim olması ve her türlü sivil hareket ve muhalefet oluşumunu engelleyerek demokratik olmayan bir nitelik sürdürmesidir. Onun Kemalizm’e ve CHP’ye yönelik eleştirileri de buradan kaynaklanır. Amacı devleti kurtarmak olan Osmanlı yönetici sınıf reformcuları toplumla ilişki kuramamıştır. Cumhuriyetin kurucu kadrosu ve onu kurduğu CHP de, Batıcı-laik-bürokratik geleneğin temsilcisi yönetici kadro içinde dönemsel olarak faydalı gördüğü bazı gruplar dışında (Kadro Hareketi) sosyalist hareketi ve muhalefet girişimini engellemiştir. 1960’lı yıllar Türkiye’de solda ilk resmi örgütlenmelerin kurulması bakımından önemli gelişmelere sahne olmuştur. Bu dönemde ilk sosyalist dergilerden Yön’deki yazılarıyla tanınan Küçükömer’in Türkiye İşçi Partisi (TİP) yönetim ve bilim kurulları üyeliğine getirilmesiyle Türk solu üzerinde belirgin etkileri görülür. Sosyalist Kültür Derneği’nde ve üniversitelerde verdiği konferanslarda Küçükömer düzenin değişmesi gerektiğini vurgular. Albay Talat Aydemir’le başlayan darbelerle sosyalizme geçiş mücadelesinde seçilen yolun demokratik olmadığını ve halktan kopuk bu girişimlerin sonuçta başarısız olacağını anladığı vakit askeri kanatla yollarını ayırır ve mücadelenin sivil kanadının temsilcisi olur. Bundan sonraki yaşamında da sivil hareketleri ve sosyalist sivil toplum oluşumlarını destekler ve darbeden uzak tutmaya çalışır. TİP’in bünyesinde aydın kesime yer vermesi ve Küçükömer ve Divitçioğlu gibi profesörlerin TİP bilim kurulunda yer almaları önemlidir. Çünkü onlar demokratik sosyalizmin üniversitelerde anlaşılmasına ve yayılmasına hizmet etmişlerdir. Küçükömer Milli Demokratik Devrim (MDD) tezine yönelik eleştirilerini Ant dergisi yazılarıyla dile getirerek tezin üniversitelerde ve gençlik arasında yayılmasına engel olmak ister. Kültürü de önemseyen siyaset ve iktisat eksenli tahlilleriyle TİP içerisinde belirgin Aren-Boran-Aybar grubu dışında üçüncü bir grubun sözcüsü olarak yükselir ve TİP içerisinde bazı tepkilere de maruz kalır. Uluslararası gelişmeler nedeniyle de ilgi görmeyen, aslında o dönem açısından önem taşıyan, değerlendirmeleri TİP’in sosyalist devrim stratejisinin belirgin hale gelmesinde etkilidir. Küçükömer TİP programını hazırlayan kurul içinde yer alır. Ancak sosyalist bir parti için hazırlanan programı yetersiz, çelişkili ve bürokratik olarak nitelendirerek değişmesini ister. Türkiye’de işçi sınıfının ve haklarının siyasal alanda temsil edilemediğine vurgu yapar.

Küçükömer TİP içerisindeki sivil toplumcu Aren-Boran grubuna yakın olmakla birlikte dış gelişmelerin (Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’yı ilhakı) etkisiyle Aybar’ın yaklaşımlarını daha fazla önemser ve bölünmede MDD/Yön çizgisi karşısında Mehmet Ali Aybar’ın yanında yer alır. ATÜT kuramı tartışmalarıyla da Aybar’ın değerlendirmelerine kaynaklık eder. Sosyalist hareketin yönlendiricisi olarak döneminde önemli bir isim olan Aybar’ın Türkiye’ye ilişkin analizlerinde ATÜT kuramcılarından etkilendiği görülür. Aybar da Türkiye’deki temel çelişkinin üstyapı çelişkisi, farklılaşmanın temelinde tepeden inmeci devlet anlayışı ve bürokrasinin de egemen sınıf olarak sivil hareketleri engellediğine vurgu yapar. TİP’in Türk siyasal hayatına en büyük etkisi CHP’nin ortanın soluna kaymasını sağlamasıdır. Geniş işçi ve aydın kesimi etkileyen solculuk söylemi ile TİP, CHP tabanındaki bir kesimi kendi tabanına çekmiş, bunun üzerine CHP merkezden sola kayarak kendisini ortanın solunda konumlandırmıştır. Böylece ortanın solu CHP’si ile sosyal demokrasi anlayışı ortaya çıkmıştır. Daha sonra kullandığı “demokratik sol” kavramıyla partiyi halka açarak halkçı bir nitelik kazandırmak isteyen Ecevit, geleneksel CHP tutumunu da eleştirmesiyle parti içindeki tutucu kesim tarafından Kemalizm karşıtı ve Marksist çizgide olmakla suçlanır. Ecevit’in geleneksel CHP söylemine aykırı beyanlarında TİP, ATÜT ve Küçükömer’in düşüncelerinin etkisi görülür. Türk solunu açıklarken sol parti olarak bilinen CHP’nin halktan kopuk, bürokratik, tutucu bir parti olarak sağ düşünceye tekabül ettiğini belirten Küçükömer; Düzenin Yabancılaşması ile bu eleştirilerini temellendirir. Küçükömer’in eleştirdiği CHP ve bürokratik tutum dönemin dergilerinden Özgür İnsan’da da sürekli eleştirilere ve tartışmalara konu edilmiştir. Aynı dönemde derginin daimi yazarlarından olan Ecevit’in CHP’deki değişimin temellerine yönelik düşünce ve yazılarında bu tartışmalardan etkilendiği görülür. Dönemin bir diğer önemli düşün adamı olarak ortaya çıkan İsmail Cem’de de Küçükömer etkisini görmek mümkündür.

İdris Küçükömer, Türkiye’de halkın bir türlü oy vermediği sol partilerin iktidar olabilmesi için resmi ideoloji (Kemalizm) ve devrimcilik anlayışından bağımsız, halk ve işçi sınıfı tabanında örgütlenmesi gerektiğini belirtir. 1973 seçimleri öncesinde CHP için “reddi miras” yapmadıkça oylarını artıramayacağını ifade eder. Gerçekten de Ecevit ve onun halka açtığı CHP’nin seçimlerdeki başarısı onun bu iddiasını doğrular. CHP tarihinde ilk kez halkın çoğunluğunun oyunu alarak iktidar adayı olur. Bu başarıyı Türk tarihinin üçüncü cumhuriyeti olarak nitelendiren Küçükömer, seçimden sonra kurulan CHP-MSP koalisyonuna da tarihi iktidar adayları olarak bakar. Türkiye’nin 1970’li yıllarda yapısal bir değişim yaşadığını, bu değişimin Batılılaşma çabalarıyla yaratılan kültür ile devralınan tarihi miras arası ideolojik bir çelişkiden kaynaklandığını belirten Küçükömer; CHP-MSP koalisyonunun bu çelişkiyi çözebileceğine inanır. Ekonomik ve sosyal değişmeler içerisinde bulunduğu yerden memnun olmayan, ekonomik gelişme içerisinde kendine bir yer arayan sınıfların hareketliliğinden söz eder. Bu hareketlilikte Ecevit CHP’si arayış içerisindeki sol kesimi, Erbakan MSP’si de sağ güçleri temsilen onların iktisadi gelişmeye katılımını sağlayacaklar ve Türkiye’nin sınıfsal yapısı modern toplumlara benzemeye başlayacaktır. Ancak Küçükömer’e göre Türkiye’de sosyal demokrat olarak bilinen partiler halk tarafından desteklenen sosyal demokrasi anlayışına ulaşamamışlardır. CHP, 12 Eylül ile son bulan ortanın solu dönemi hariç, tarihsel süreçte halkın partisi olamamış, devlet partisi olma niteliğini sürdürmüştür. TİP içindeki sosyalizm ve demokrasi taraftarı sivil toplumcu grubun (Aybar, Küçükömer) MDD taraftarlarınca partiden tasfiye edilmesiyle, TİP demokratik sol çizgiden uzaklaşmıştır. SHP içerisinde birleşen sivil toplumcu bu kanat, SHP’nin 12 Eylül sonrası tekrar merkeze kayan CHP ile birleşmesi sonucu mücadelesini kaybetmiştir. Türkiye’de sınıfsal gelişme yoluyla modernleşmeyi sağlayacak işçi sınıfı hareketleri tekrar CHP (ve devlet) denetimine girmiştir.

İdris Küçükömer Türkiye’nin ilk sivil toplum teorisyenlerinden biridir. Gündelik siyasete ilişkin tahlillerinde kültürün işlevselliğine ve önemine atıfta bulunur. Türk toplumuna özgü kültür modelinin oluşumunda ekonomik etkenlerin belirleyici rolü olduğunu savunur. Türkiye’de sol düşüncenin gelişim çizgisini açıklarken resmi tarih yargılarından radikal bir kopuş yaşanması gerektiğini ifade eder. “Kemalist çizgiden bağımsız bir sol” söylemi ile 1960 sonrası siyaset teorisine farklı bir bakış getirir. Öne sürdüğü tezleri ile Türkiye’de alışılmış ilerici-gerici ve sağ-sol kavramlarını altüst ederek, ATÜT kuramı çerçevesinde sağ- sol kavramlarının Batı’dan farklı yerleştiğini ifade eder. Resmi ideolojiye karşıt fikirleriyle geleneksel solun himayesinde geliştiği Kemalist çizgiye yönelik eleştirileriyle farklı bir düşünsel çizginin temsilcisi konumuna gelir. Mutlakıyetçi devlet anlayışı karşısında sivil hareketleri ve sivil toplum oluşumunu desteklerken, Türkiye’de devletin despotik niteliğinin sivil toplum oluşumunu engelleyen bir güç olduğunu belirtir. Bu nedenle devletçilik ve Batılılaşma hareketlerine tepkiyle yaklaşır ve bu tepkileri demokratik bir düzene ve sosyalizme geçilmesi için gerekli “sol” hareket olarak nitelendirir. Türkiye’de yerleşik sol’un dışında, devletten bağımsız bir sol düşüncenin gelişebilmesi ve solun İttihat ve Terakki Fırkası ve Kemalist ideoloji etkisinden kurtulması için mücadele eder. Türkiye’de demokrasinin mümkün olmadığını savunan ve ilerici diktatörlük rejimini getirmeye çalışan sol anlayış ve MDD tezi karşısında demokrasiyi savunur. Türkiye’de bağımsız bir sol gelişimi için başlatılan mücadelenin temsilcisi olarak önemli bir yere sahip olan Küçükömer’in vefatıyla bu kanat Türk siyasal hayatında belirleyici olma özelliğini yitirmiştir. Düşünce ve yorumlarıyla yaşadığı dönemde yeni ve farklı bir çizgiyi temsil eden Küçükömer’in görüşleri günümüz siyasal hayatında yaşanan gelişmelerle yeniden gündeme gelmiştir. Öne çıkarıp analiz ettiği konuların sadece yaşadığı dönem itibariyle değil, bugün de güncel bir nitelik taşıması onun yeniden hatırlanmasını sağlamıştır. Günümüzde yaşanan sağ-sol partiler arası milletvekili/aday transferleri yorumlanırken (Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ilk akla gelen örnektir) onun düşüncelerine atıfta bulunulmaktadır. Oysa ki Küçükömer hayatı boyunca kıyasıya eleştirdiği sol partiler içerisinde veya yakınında olmuş, asla sağ bir siyasal partiye geçmeyi düşünmemiştir. Solun bugün geldiği nokta, sol partilerin durumu ve seçimlerdeki başarısızlıkları açıklanırken 1980 sonrası tekrar etkili olan resmi sol anlayışın yerleşikliğine vurgu yapılır ve Küçükömer örneği hatırlatılır.

Küçükömer ve benzeri düşünürlerde karşımıza çıkan temel tespit; Türkiye’de Kemalizm ve onun tepeden inmeci modernleşme anlayışı resmi ideoloji haline getirildiği için devletin otoriter bir niteliğe sahip olmasıdır. Bu görüşe göre iktidardaki bürokrasi ile özdeşleşerek her türlü muhalefeti ve sivil hareketi engelleyen devlet, demokratik olmayan bir geleneği temsil eder. Devletin sol düşünceye hâkim olması nedeniyle Türk solu, solun temel değerleri üzerinde ve devletten bağımsız bir gelişim gösterememiştir. Bu yüzden sol düşünce işçi sınıfı haklarına değil, aydın-bürokrat geleneğine dayanır. İdris Küçükömer Türkiye’de devletin niteliğini, ekonomik gelişmeyi, toplumsal yapıyı ve siyasete yansıma şeklini inceleyerek analizlerinden yukarıdaki sonuçları çıkarmıştır. Yerleşik düşünce ve kalıpları yeniden sorgulayarak alışılmış ilerici-gerici ve sağ-sol kavramlarını tersine çevirerek temel sorunları ve işleyişteki aksaklıkları kendince açıklamıştır. Türk solunu devletin himayesinden kurtarmak ve solun gelişim çizgisini sağlıklı yorumlayabilmek için Kemalist tarih ve toplum yargılarından bağımsız düşünmeyi deneyerek yeni bir bakış açısı getirdiği söylenebilir. Türkiye’nin modern Batı ülkeleri gibi sınıfsal bir yapıya kavuşması ve kalkınarak modernleşmesi için sivil hareketlerin ve sivil toplumun devletten bağımsız gelişimini ister. Bu yolda önemli adımlar atılmasına öncülük eder. Ancak elbette Küçükömer’in fikirleri de eleştiriye açıktır. Öncelikle demokrasiyi salt bir halk desteği (oy çoğunluğu) ve sivil toplum konusuna indirgemek (sonuçta faşist hareketler de geçmişte sivil olarak örgütlenmiştir) Küçükömer’in en temel hatasıdır. Oysa demokratik yaşamın belki de en önemli unsuru demokratik bilincin ve kültürün yerleştirilmesi ve demokrasiye uygun çağdaş bireylerin yetiştirilmesidir. İslamcı-doğucu kanadın halkın önemli bir bölümünü temsil ettiği ve Türkiye’deki modernleşmenin tepeden inmeci karakteristiği Küçükömer’in doğru tespit ettiği noktalardır. Ancak büyük ölçüde biat kültürüne dayalı şekilde yetişen İslamcı-doğucu kanadın, 1960’larda ve 1970’lerde, hatta bazılarına göre bugün hala demokrasiye ne derece yatkın oldukları bir tartışma konusudur. Dahası Küçükömer’in kısmen haklı gerekçelerle eleştirdiği Cumhuriyet Devrimi ve tek-parti döneminde (öncesinde de İttihat ve Terakki dönemi) atılan modernleşme adımları sayesinde bugün toplumun büyük bir bölümü okur-yazar, aydınlanmış, modern yaşamı benimser hale gelmiştir. Ancak geçmişte bu çağdaşlaşmacı adımlar atılmamış olup, doğrudan demokrasiye geçilmesi denenseydi muhtemelen yeni bir padişahlık rejiminin kurulacak olması muhtemeldi. Tarihsel spekülasyonu bir kenara bırakırsak, Türkiye’nin tam demokrasiye geçiş olgunluğuna ancak 2000’lerde yavaş yavaş ulaşabilmiş olduğu iddia edilebilir. Demokrasi bilincinin farklı toplumsal kesimler tarafından benimsenmeye başlaması bunun önemli bir göstergesidir. Ancak hala geniş halk desteğine sahip olan sağın aşırı eşitsizliklere yol açan kökten piyasacı politikaları ve otoriter eğilimleri demokrasi konusunda Türkiye’nin önündeki önemli engellerdir. Ayrıca Küçükömer’in solu salt devletçi-bürokratik kesimlerle özdeşleştirmesi doğru değildir. Sol Türkiye’de zaman içerisinde halkla kucaklaşmış ve daha ziyade orta sınıflar (küçük burjuvazi vs.) ve şehir kültürüyle yetişmiş emekçilerce tarafından benimsenmiştir. Dahası Türkiye’deki halen daha iyi eğitimli bürokratik kadroların sistemden dışlanması ve demokratikleşme adına küçümsenmeleri demokratikleşmeye fayda değil zarar getirir. Bu nedenle demokratikleşme dengeli ve toplumsal destek maksimum ölçüde sağlanarak gerçekleştirilmelidir.

Son tahlilde İdris Küçükömer sola halkçılaşması konusunda önemli eleştiriler getirmiş ve sandıkta başarılı tek sosyal demokrat örgütlenmeler olan 1973 ve 1977 CHP’sinin oluşmasına fikri anlamda katkıda bulunmuştur. Ancak Küçükömer’in fikirleri kadar siyasal tavrı da önemlidir. Küçükömer sola yönelik bazı noktalarda kanımca abartılı eleştirilerine ve sağı kutsayacak derecede sivil toplumcu yaklaşımına karşın asla bir sağ partiye üye olmamış, hayatı boyunca sol içerisinde mücadelesine devam etmiştir. Bu nedenle Küçükömer’in adının sağ partilere transfer olan eski solcularca sıklıkla zikredilmesi aslında ciddi bir haksızlık ve belki de ahlaki bir sorunsaldır. Küçükömer Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında bir geriye dönüşü engellemek amacıyla oldukça radikal olan modernizm paradigmasının yıllar içerisinde bir dengeye geleceğini öngörmüş ve bunda haklı çıkmıştır. Ancak mutlak bir reddi miras yapılmasını istemesi, kendi eleştirdiği radikalizmin yeniden tezahürü olarak okunabilir.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,45 M - Bugn : 288

ulkucudunya@ulkucudunya.com