Şehid Ali Paşa
Abdülkadir Özcan 01 Ocak 1970
İznik gölü kenarında bulunan Sölöz köyünde doğdu. Öldüğünde otuz beş yaşında olduğu bilindiğine göre 1093 (1682) yılında dünyaya geldiği söylenebilir. Kaynaklarda Silâhdar ve Damad unvanlarıyla da anılır. Bazı Batı kaynaklarında geçen Cin lakabı muhtemelen Has Oda’da iken padişahı çeşitli hokkabazlıklar ve sihirbazlıklarla oyalamasından kaynaklanmıştır. Babası İstanbul’a gelerek bazı paşaların kethüdâlığında bulunmuş olan Hacı Hüseyin (bazı kaynaklarda Hasan) Ağa’dır. Küçük yaşta II. Ahmed döneminin (1691-1695) sonlarında saraya girdi, Enderun’da Kiler Odası’nda eğitim gördü ve bu sırada halife unvanını aldı. Çorlulu Ali Paşa’nın silâhdarlığı esnasında ona intisap etti ve II. Mustafa’ya takdim edilerek bu padişahın has kulları arasına katıldı. III. Ahmed’in cülûsundan sonra da durumunu korudu, Has Oda’da sırasıyla rikâbdar, çuhadar ve silâhdar oldu; dört yıl süreyle bu görevde kaldı. Bu sırada Has Oda nizamında değişiklikler yaptığı, Şeyhülislâm Paşmakçızâde Ali Efendi ile baba-oğul gibi oldukları ve onun tesiriyle Bayramî-Melâmî şeyhi La‘lîzâde Abdülbâki Efendi’ye intisap ettiği rivayet edilir (DİA, XXVII, 90-91).
1120’de (1708) III. Ahmed’in musahibi olan Ali Ağa, bir süre sonra padişahın kızı Fatma Sultan’la nikâhlandı (Rebîülevvel 1121 / Mayıs 1709) ve ikinci vezirlikle taltif edildi. Çok geçmeden rikâb-ı hümâyun kaymakamlığına getirilince nüfuzu daha da arttı, sadrazam tayinlerinde bile etkili hale geldi. O sırada sadrazamlık yapan Çorlulu Ali Paşa’nın makamından azledilmesinde rol oynadı. Baltacı Mehmed Paşa kendisini padişahın yanından uzaklaştırmaya çalıştıysa da bunu başaramadı. Hoca İbrâhim Paşa’nın sadrazamlığa tayininde etkili oldu. Fakat sadrazamın kendisine karşı bir suikast tertibi içinde bulunduğunu öğrenince onu katlettirdi; 1 Rebîülâhir 1125 (27 Nisan 1713) tarihinde kendisi sadrazamlığa getirildi.
Sadrazamlıkta Ali Paşa’nın ilk icraatı, Prut Antlaşması’nın Rusya ve Lehistan’la ilgili bazı maddelerini açıklığa kavuşturmak ve Rusya’nın anlaşma şartlarına uymasını sağlamak oldu (Temmuz 1713). Selefleri gibi 1699 Karlofça Antlaşması ile kaybedilen yerleri geri alma siyaseti izledi. İlk hedefi ise Mora idi. Venedikliler’in Karlofça Antlaşması’na aykırı biçimde Akdeniz’deki Osmanlı ticaret gemilerini sürekli tâcizleri, 1713’te hâmilik anlaşması yaptıkları Karadağlılar’ı Osmanlılar aleyhine kışkırtmaları ilişkileri gergin bir noktaya getirmişti. Ali Paşa, Venedik’e mektup göndererek bu devleti uyardıysa da sonuç alamadı ve sefer hazırlıklarına başladı. Bu arada Köprülüzâde Nûman Paşa, Venedikliler’in tahrikiyle ayaklanan Karadağlılar’ı yatıştırmıştı. Ancak kaçan bazı âsi Karadağlılar, Akdeniz’deki Osmanlı gemilerine saldırmıştı. Bu durum antlaşmanın bozulması olarak kabul edildi ve Venedik’e savaş açıldı. Avusturya’ya elçi gönderildi ve Rus savaşında olduğu gibi bu savaşta da tarafsız kalması istendi. Çok kısa sürede sefer hazırlıklarını tamamlayan ve daha ziyade müsâdere yoluyla pek çok kişinin mallarına el koyan Serdârıekrem Ali Paşa karadan, Kaptanıderyâ Canım Hoca Mehmed Paşa da otuz kalyon ve kırk kadırgadan meydana gelen donanma ile denizden Mora seferine çıktı. Kara ve deniz kuvvetleri Selânik’te buluştu. Sadrazam kumandasındaki kara ordusu ilk hamlede Mora Kasteli’ni alırken kaptanpaşa da İstendil ve Egine (İğne) adalarını zaptetti. Gördüs (Korintos), Anabolu (Nauplion), Argos, İnebahtı ve Preveze’nin zaptından sonra Kuzey Mora’nın fethi tamamlandı. Ardından güneye hareket eden Ali Paşa Modon, Koron ve Navarin üzerine yürüdü, bunlardan sadece Modon’da Venedik direnişiyle karşılaştı, fakat kısa sürede Güney Mora’nın da fethini tamamladı. Ayrıca yarımadanın doğu ucundaki Benefşe, Çuka ve Ayamavra adaları ile Bosna sınırındaki Bihke Kalesi geri alındı. Katolik Venedik’in malî ve dinî baskılarından bıkan Moralı Rumlar, Osmanlı dönüşünden memnun olmuşlardı. Bu arada halktan Venedik’e yardımda bulunanlar tenkil edildi, yurtlarından çıkarılanların yeniden iskânları yapıldı. Böylece civarındaki adalarla birlikte kısa sürede geri alınan Mora yarımadası Eğriboz sancağının ilâvesiyle eyalet haline getirildi. Tekrar tahriri yapılarak kalelere yeni muhafızlar ve bir defterdar tayin edilirken Mora fâtihi diye anılan Ali Paşa da Edirne’ye döndü (11 Kasım 1715). Bu zafer münasebetiyle Osmanzâde Ahmed Tâib bir kaside, Derviş Mûsâ da bir manzume yazdı.
Ali Paşa, Mora’nın geri alınmasıyla meselenin bitmediği kanaatindeydi. Zira Korfu adası ile Zadra, Venedik’in kontrolü altındaydı ve bu devletin donanmasına yataklık yapıyordu. Bu yüzden Kaptanıderyâ Canım Hoca Mehmed Paşa’nın telkinleriyle yeni bir seferin hazırlıklarına başlandı. Yapılan hazırlıklardan haberdar olan Venedikliler de Avusturya ile ittifak yaparak savaş hazırlıklarına girişmişti. Avusturya Başvekili Prens Eugen, Ali Paşa’ya gönderdiği mektupta Venedikliler’den alınan yerlerin iadesini ve zararlarının tazminini istiyor, barışın bozulabileceğini ifade ediyordu. Bunun üzerine Ali Paşa donanmayı Korfu’ya göndermeye, kendisi de Avusturya seferine çıkmaya karar verdi. Dâvud Paşa Kışlası’nda toplanan meşveret meclisinde böyle önemli seferler için daha büyük hazırlıklar yapılmasını öne süren mâzul Anadolu kazaskeri Mirzazâde Şeyh Mehmed Efendi gibi muhalifler susturuldu. Özellikle şeyhülislâmın sefer lehine verdiği fetvaya Anadolu kazaskerinin, “Arada kan dökülmeden sulhü bozmak nâmeşrûdur” şeklindeki itirazına karşılık Ali Paşa, “İşte kâfir yakamıza yapıştı, artık nasıl sulh gözetilir?” diyerek onu Pravadi’ye sürdü.
100.000’i aşkın bir orduyla (2 Cemâziyelevvel 1128 / 24 Nisan 1716), Avusturya seferine çıkan Serdârıekrem Ali Paşa, Belgrad’da yapılan istişare toplantısında Tımışvar tarafına gidilerek Avusturyalılar’ın bu yöne doğru çekilmesi teklifini kabul etmedi. Rumeli Beylerbeyi Sarı Ahmed Paşa’nın telkiniyle Avusturya ordusunun beklediği Varadin tarafına gitmeyi emretti. Avusturya kuvvetlerinin mevcudu 64.000 kadardı. Belgrad Kalesi’nden alınan toplarla Osmanlı ordusu Zemun yakasına geçti. Ancak ordunun top ve mühimmat eksikliği vardı. Toplanan savaş meclisinde hemen hücuma geçilmesi öne sürüldüyse de Sarı Ahmed Paşa’nın ordunun yorgun olduğu yolundaki sözleriyle bu yapılmadı. Ertesi gün de Ahmed Paşa saldırıyı engelleyip askeri siperlerde bekletti. Ordunun önüne siperler kazılıp etrafı mühimmat arabalarıyla çevrildi. Ali Paşa, Avusturyalılar’ın harekete geçtiğini görünce kethüdâsını Sarı Ahmed Paşa’ya göndererek durumu araştırdı. Avusturyalılar’ın kaçtığı yolunda haberler gelince bir süre daha oyalandı. Ali Paşa’nın reîsülküttâb ve kethüdâsının etkisi altında kaldığı, Müneccim La‘lîzâde Abdülbâki’nin hücum için belirleyeceği eşref saatini beklediği de rivayet edilir. O gün karşılıklı top atışlarıyla geçti, ertesi gün öğleye kadar süren asıl savaş ağır yenilgiyle sonuçlandı. Sağ cenah kumandanı Türk Ahmed Paşa’nın şehâdeti üzerine askeri cesaretlendirmek isteyen Ali Paşa at üstünde yalın kılıç hücuma geçince bir kurşunla alnından vurularak öldü (16 Şâban 1128 / 5 Ağustos 1716). O sırada yanında kapıkulu süvarilerinden sipah ve silâhdarlarla gedikli zaîmlerden başka kimse kalmamıştı. Fındıklılı Silâhdar Mehmed Ağa yanında kırk elli kadar iç oğlanı, on kadar sakallı ağa ile yeniçeri çadırlarının sonuna kadar at süren Ali Paşa’nın, “Hani ocaklı, hani gedikli?” diye bağırınca, “Kendine yarar asker mi bıraktın, işte şurada üç dört nefer ağa kaldı” cevabını aldığını yazar. Ali Paşa’nın naaşı Defterdar Efendi’nin kiler arabasıyla Belgrad’a götürülerek kale içindeki Kanûnî Sultan Süleyman Camii hazîresine defnedildi. Yirmi üç yıl sonra Belgrad’ın geri alınmasının ardından üzerine türbe yapıldı. Fakat Ali Paşa’nın kemiklerinin yetmiş yıl kadar sonra Belgrad’ı ele geçiren Avusturyalılar tarafından bir zafer nişanesi olarak Viyana’da Hadersdorf ormanına götürüldüğü nakledilir (Hammer, XIII, 313).
Üç buçuk yıl kadar sadrazamlık yapan Ali Paşa, kaybedilen toprakların geri alınması yolundaki faaliyetlerinin ilkinde başarılı olduğu halde ikincisinde yenilgiye uğramış ve yeni meselelerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Kendisini yakından tanıyan Fındıklılı Silâhdar Mehmed Ağa, Ali Paşa’nın gururunun gençliğinden kaynaklandığını, çevresindekilerden kaptanpaşanın, kethüdâsının ve defterdarın etkisinde kaldığını, onların telkiniyle 1000’den fazla âyanı mal sevdasıyla katlettirdiğini ve mallarına el koydurduğunu, Avusturya seferinin masraflarını bu şekilde karşılamak istediğini belirtir ve onu akıllı, faziletli, âlim, cesur, merhametli, fakat zaman zaman gaddar ve sert mizaçlı biri olarak niteler. Ayrıca daha sarayda Has Oda’da iken sihre meraklı türlü hokkabazlık gösterileri yapan, bununla birlikte yüzü gülmez, kimseyle ahbaplık etmez, hastalıklı bir genç olarak tanındığını bildirir. III. Ahmed’in gözüne de yine bu sihir kabiliyeti sayesinde girdiğini yazar. Diğer kaynaklarda adaletli ve dürüst olduğu, israftan hoşlanmadığı, güzel konuştuğu, çok kitap okuduğu kaydedilen Ali Paşa’nın silâhdarlığı zamanında saray masraflarını kıstığı, yüksek rütbeli tayinlerde sadrazama verilmesi mûtat hediyeleri yasakladığı ifade edilir. Sadrazamlığı döneminde merkezde olumlu icraat ve ıslahatlarda bulunmuştur. Para karşılığı ilmî rütbelerin verilmesini, küçük yaşta müderris tayinlerini yasaklamış, tayinlerde her işin erbabını seçmeye özen göstermiştir. Fermanlar gönderterek Mısır’da Afrikalı kölelerin hadım edilmeleri geleneğini kaldırmıştır. Âdet-i ağnâm vergisini mâlikâne sisteminden çıkarmış ve mukātaaların mâlikâne şeklinde değil iltizam olarak tevcihi usulünü geri getirmiştir. Muhasebe defterlerini inceleterek yapılan suistimalleri tesbit ettirmiş ve kayıtları yeniletmiştir. Bu arada, öteden beri Dârüssaâde ağalarının nezâretinde olan Haremeyn evkafını Evkaf Muhasebesi adıyla yeniden teşkilâtlandırmıştır. Gedikli zeâmet teşkilâtını ıslah etmiş, devletin gelir gider defterlerini günü gününe tutturmuş, her ayın sonunda aylık defterine geçirterek yıldan yıla muhasebesini yaptırmıştır. Bu sayede vefatından sonra yirmi otuz yıllık hesapların bir günde görülmesinin mümkün olabildiği belirtilir (Tayyarzâde Atâ Bey, II, 99). Kabiliyetli kişileri himaye edip yetişmelerini sağlamaya çalışan Ali Paşa dönemin ilim ve mârifet erbabını çevresine toplamış, bunlardan Defterdar Sarı Mehmed Paşa’ya hazırlattığı Ta‘lîmâtnâme’sinde devlet memurlarının uyması gereken kuralları belirlemiştir. Özenle topladığı kitaplarını İstanbul’da Şehzade Camii yanındaki konağının taş odasını kütüphane haline getirerek buraya koydurmuş (bk. ŞEHİD ALİ PAŞA KÜTÜPHANESİ), İstanbul’da Üskübî mahallesinde ve Kuzguncuk’taki yalısında da kütüphaneler teşkil etmiştir. Ülke dışına kitap ihracını yasaklamış, daha önce medrese haline getirilen, fakat yanmış olan Galata Sarayı Mektebi’ni tamir ettirerek tekrar Enderun’a hazırlık mektebi yapmıştır. Şefik Mehmed Efendi’yi ve ardından Râşid Mehmed’i vak‘anüvislik görevine getirmiş, Nâbî’nin mektuplarını tezkirecisi Habeşîzâde Abdürrahim Çelebi’ye toplatmıştır. Kendisine sunulan Arapça, Farsça ve Türkçe arz, kaside ve tarihler Edirne’de maiyetinde bulunan Mustafa Sâmi Bey tarafından bir araya getirilmiştir. İnşâsının güzel olduğu belirtilen Ali Paşa’nın bir divançe teşkil edecek kadar şiirlerinin bulunduğu, fakat şiiri pek önemsemediğinden bunları kayıt altına aldırmadığı nakledilir. Ali Paşa doğum yeri olan Sölöz’de bir cami, geri alınmasından sonra Anabolu’da bir cami ve medrese inşa ettirmiştir. İstanbul’da Ayvansaray’da Çınarlıçeşme Mescidi’ni, bu civardaki Ebû Zer-i Gıfârî Mescidi’ni ve tavanı açık makam kabrini de yaptırmıştır.