Vilnius’tan önce İstanbul’da kahve molası
Bahadır Kaynak 01 Ocak 1970
Aslında bizim alışık olduğumuz görüntü, Erdoğan’la Putin’in bir araya gelip iki ülke arasındaki meseleleri ele aldığı zirvelerdi. Seçimden sonra da beklenti Putin’in nihayet bir iade-i ziyaret yapmasıydı, zira bundan önce defalarca Soçi’de, Moskova’da ev sahipliği yapan taraf kendisiydi. Ama olmadı, Wagner darbe girişimiyle Rusya’da işler karıştı ve Putin’in yerine rakibi Zelensky Ankara’da olmasa da İstanbul’da Erdoğan’ın konuğu oldu.
Ev sahiplerinin konuklarına iltifat etmesi âdettendir ancak Erdoğan’ın Ukrayna liderine yaklaşımı beklenenden de sıcaktı. Gerçi Türkiye 2014’teki ilk Rus saldırısından beri Ukrayna’nın toprak bütünlüğü konusunda net bir duruş sergilemişti. Kırım’ın ilhakını da dört bölgedeki Rusya’ya katılma referandumlarını da tanımadığını her zaman beyan etti. Ancak geçen sene başlayan savaşa rağmen Moskova’yla ilişkilerin derinliğini koruması kafaları karıştırmaktaydı. Bilhassa Ankara’nın ekonomik yaptırımlara katılmama kararı Batı’dan ciddi eleştiri aldı, hatta bazı durumlarda ikincil yaptırımların kıyısından dönüldü. Ukrayna’nın pozisyonuna verilen siyasi desteğe ve silah satışlarına rağmen, bu yaklaşımdan dolayı Putin kafasında Türkiye’yi diğer Avrupalı ülkelerden ayrı bir yerde konumlandırdı. Erdoğan’ın dengeli politikasından memnuniyetini de doğalgaz ödemelerini öteleyerek kendisine bir seçim hediyesi vermek suretiyle göstermişti.
Putin Ankara’nın bu yaklaşımının değişmez bir tavır olmadığını, konjonktürel olduğunu tahmin etmiş olmalı. Ancak Zelensky ziyaretindeki Erdoğan’ın tutumu sanırım Putin’in beklediğinden de öteye geçti. Cumhurbaşkanının Ukrayna’nın NATO üyeliğini hak ettiğini söylemesi, Rusya’da kaşları kaldıracak bir tutum. Daha da önemlisi sembolik bir adımla, Erdoğan yapılan anlaşma gereği Türkiye’de kalması gereken Azov Birliği komutanlarını Zelensky’e teslim ediverdi. Kremlin sözcüsü de doğal olarak bu davranışın anlaşma şartlarının ihlali olduğunu söyledi. Ayrıca yeni dışişleri bakanımızın Ukrayna milletvekili ve Kırım Türklerinin lideriyle Kırım bayrakları önünde resmi de servis edildi. Böylece Ankara bir kez daha bu çatışmada tarihsel referansları kullanmayı pek seven Putin’e kendi referanslarıyla cevap vermiş oldu.
Bütün bunlar Türkiye ile Rusya arasındaki yakın ilişkilerin elbette birdenbire kopacağı anlamına gelmiyor. Moskova’nın bütün Batı dünyasıyla sorun yaşarken kendisine soluk alma alanı açan böyle bir kapıyı kapatması kolay değil. Erdoğan da buna güveniyor olmalı.
Türkiye açısından bakıldığında ise Ukrayna savaşından dolayı kendisi herhangi bir bedel ödemek istemiyor. Bilakis oluşacak boşluklardan istifade eden, fırsatları değerlendirebileceği esnek bir politika takip ediyor. Ankara başlıca doğalgaz tedarikçisi, milyonlarca turist gönderen bir ülkeyi elbette kaybetmek istemiyor. Üstelik başta Suriye olmak üzere birçok konuda tarafların birlikte çalışma ihtiyacı sona ermiş değil. Yani bu geziyle ilgili birçok gelişme Kremlin’de homurtulara sebep olsa da dışarıya belirgin bir gerginlik yansımayacak.
Misafirimiz Zelensky ise kahvemizi içtikten sonra tarihi bir NATO zirvesine ev sahipliği yapması beklenen Vilnius’a geçecek. Bu zirvedeki gelişmelerin önümüzdeki haftaların da gündemini oluşturması beklendiğinden şimdilik Ukrayna ve Türkiye merkezli gündeme değinmekle yetinelim. Her şeyden önce İttifak üyelerinin Ukrayna’nın savaş çabalarına desteği artarak devam ediyor. F-16’lar henüz aktif olarak kullanıma girmeden bu defa da misket bombalarının Kiev’e teslimine onay verildi. Ukrayna karşı saldırısı istenen momentumu sağlayamamışken Batılılar sahada el yükselterek Moskova’nın direncini kırma çabasını sürdürüyor.
Aslında Rusya’yı zorlayacak asıl gelişmeler belki de savaş meydanlarından ziyade bu hafta gerçekleşecek zirvede, diplomatik alanda cereyan edecek. Zelensky’nin Vilnius’a gelmesi başlı başına önemli bir mesaj. Daha da kritik olan Ukrayna’nın NATO üyeliğine yönelik olarak daha sıkça duymakta olduğumuz destek mesajları.
2008’deki Bükreş zirvesinde Gürcistan ve Ukrayna’nın üyelik başvurularının tavsaması sonucunda her iki ülkenin de Rus saldırılarına hedef olduğunu gören NATO bu defa daha caydırıcı bir tutum almayı planlıyor. Genel sekreter Stoltenberg’in açıklamasının satır araları okunduğunda üyeliğin şimdilik pek mümkün görünmediği ama Kiev’e başka tür garantiler verileceği anlaşılıyor. Zaten Zelensky de Rusya’yla savaş halindeki bir ülkenin NATO’ye üye olmasının Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatacağını bildiğinden barış anlaşmasının sonrasını işaret ediyor.
Silahlar sustuğunda, Ukrayna’nın nihai statüsüne ilişkin kalıcı bir anlaşma mı olacağı yoksa yeniden siyasi çözümsüzlüğe dayalı bir ateşkese mi gidileceği bilinemediğinden Vilnius’tan üyelik için bir yol haritası çıkacağına dair şüphelerim var. Yine de Putin’in ‘özel operasyon‘ için bahane ettiği NATO genişlemesinin iki İskandinav ülkesinden sonra, varlığını sorguladığı Ukrayna için de ciddiye binmesinin önemi ortada.
İttifakın yeni üye adaylarına söz gelmişken İsveç’e de değinmekte fayda var. Ukrayna’nın durumundan sonra Vilnius’taki en hararetli tartışma konusunun İsveç’in üyeliği olacağını tahmin edebiliyoruz. Bu da topu yine bizim sahamıza getiriyor, çünkü NATO’nun 32’nci üyesiyle kavuşmasının önündeki engel Ankara’nın vetosu. Macaristan da bizimle birlikte henüz bu genişlemeye onay vermiyor ancak Türkiye’nin yeşil ışık yakması halinde onların da peşimize takılacaklarını bekleyebiliriz.
Erdoğan İsveç’in üyeliğine karşı çıkışını PKK’ya verilen destekle açıklıyor ve zirve öncesi sert sözlerini yineliyor. Bununla beraber cumhurbaşkanının beyanlarının kesin bir pozisyon alma anlamına gelmediğini, pazarlık manevraları olduğunu da söyleyebiliyoruz. Erdoğan içeride pazarlayabileceği bazı sembolik tavizleri Stockholm’den alabilirse, en önemlisi savaş uçaklarının modernizasyonu konusunda ABD’yle tıkanıklıkları açabilirse durum değişebilir. İsveç’te yeniden bir Kur’an yakma vakasının yaşanmasının iç kamuoyuna bu işin pazarlanması konusunu zorlaştırdığını da eklemek gerekir.
İsveç’in üyeliğinin uzaması Ankara üzerindeki baskının artmasına, özellikle ABD ile gerilimin sürmesine yol açacak. Yine de bu sorunun Vilnius’ta hallolacağına dair şimdiden iyimser bir şey söylemek güç.
Neticede birincisi Rusya’yla ikincisi ABD’yle ilişkiler açısından kritik iki önemli NATO genişlemesi meselesi önümüzdeki haftaki zirvenin ana meseleleri olarak gündeme gelecek. Elbette Asya Pasifik’ten zirveye katılan ülkeler, geçen sene Madrid’de tespit edilen yeni konsept sonrası ilk zirve olması ve Çin’le ilişkiler gibi bir dizi başka gündem de tartışılmaya değer. Ancak zaten bu kadar sıcak bir gündemin içinde böylesi kritik bir üst düzey toplantıya yeniden değinme fırsatımız olacaktır.
Şimdilik Zelensky’i bir acı kahve ve kendi ülkesinde kahraman karşılaması yapması için Azov Birliklerinin komutanlarıyla beraber uğurluyoruz. Erdoğan’ın sözlü düzeyde Ukrayna’ya desteği de cabası. Birkaç gün sonra ise daha somut gelişmelerin ele alınacağı bir büyük organizasyon var. Zelensky yine toplantıda gözlerin üzerinde olduğu kişi olacak.
Türkiye’nin zirvedeki pozisyonu ise belki daha az görünür olacak ama daha fazla önem taşıyacak. Bakalım Erdoğan’ın İstanbul’da Ukrayna liderini ağırlarkenki tutumu Ankara’nın uluslararası siyasette yeniden rota oluşturması anlamına gelecek mi yoksa ABD ile süregiden çekişmenin içinde taktik bir hamle olarak mı kalacak?
Vilnius’la beraber resmi daha net göreceğiz.