« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

16 Tem

2023

Hüzünler koyulaşıyor

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

Eleştirinin içi başka dışı başka yakıyor. Samimi ve yapıcı eleştiriler kadar zor taşınan bir yük tasavvur edemiyorum. Ama kolay yollar da her şeyi çok kolay kaybettiriyor.

Defalarca yazdım, ama yararlanıldığını hiç görmedim.

Hukukun üstünlüğü yargının üstünlüğü değildir. Hukuk, yargıyı da bağlar; daha doğrusu öncelikle bağlar. Ve tabii, hukuka bağlı yargı sayesinde yasamayı ve yürütmeyi de bağlar. Hukuk devleti böyle olunur. Hukuk yargıyı bağlamıyorsa, böyle durumlarla karşılaşılıyorsa; yasama ve yürütme gereken hukukî ve yasal düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür.

Anayasa Mahkemesi bir bilim üretme kurumu değildir. Bilimsel kavramların bilirkişisi de değildir. Bilimsel konular ve kavramlar mahkemelerde aydınlatılıp çözümlenmez. Böyle bir imkân, böyle bir âdet yok. Bilimin yeri üniversitelerdir; şu veya bu üniversite de değil, üniversite varlığın bütün mevcudiyetidir. İlmî ve fikrî kavramları, üzerine etiket yapıştırarak “tanımı ağırlığı niteliği şudur” diye kesin hükümlere saran bir kavram standartları enstitüsü henüz icat edilmedi!

Bana göre demokrasi budur, bana göre laiklik budur, bana göre çağdaşlık budur, bana göre cumhuriyetçilik budur, bana göre devlet budur diyerek kararlar verip hükümler kurmak, hiçbir hukuk ve yargı adamının hakkı ve yetkisi olamaz. Hangi resimde olursa olsun.

Hukuk, uygulama ihtiyaçlarını karşılayacak normları belli ölçülere bağlı olarak üretme ilminin adıdır. İnsanlık bu alanda uğraşır, çalışır, katkı sunmak için çırpınır; yorumlarla eleştirilerle o alanın güçlenmesi ve gelişmesi için beyin emeği verir göz nuru döker; bütün bunlar bir büyük hasılanın literatürün külliyet ve tatbikat zenginliğinin insanlığa kazandırılması içindir. Uzman da oraya bakacak, aydın da oraya bakacak, siyasetçi de oraya bakacak. Hiçbir uygulayıcı, ister siyaset ister hukukçu olsun; oraya bakmadan kendi yorum ve tanımlarıyla karar uygulatamaz, hüküm belirleyip icra edemez. Bu, sadece anayasaya değil, sadece hukuka değil, insanlığın ortak aklına ve mirasına aykırılık teşkil eder.

Yeri gelmişken söyleyelim: hukukun üstünlüğünden de önce insan aklının üstünlüğü vardır. Çünkü hukuku insan aklı (bazı kaynaklardan yararlanarak) üretir ve hukuk insan içindir.

Temel doğrularda ipin ucunu kaçırırsak; ne durulacak yer, ne gidilecek yol kalır; ne de durulacak sınır, kullanılabilecek ölçü, saygı duyulacak değer kalır. İpin ucu asla kaçırılmamalı. İpin ucunu kaçırmak, her şeyin şirazesinden çıkması demektir.

Kanunda boşluk varsa, var olduğu anlaşılmış ve ortaya çıkmışsa, ictihadi yoruma gidilir. Yasa koyucu o boşluğu doldurursa; o ictihadın anlamı kalmaz. Çünkü yargı ictihadıyla hukuk üretilemez, yasa oluşturulamaz; ayrıca da yargı ictihadı bilimsel değil, tatbiki bir ictihaddır. Bir başka deyişle de mecazi bir ictihaddır!

İctihad keyfi de değildir.

Eski dilde “Mevrid-i nas’da ictihada mesağ yoktur” denilirdi. Yani bir meselede norm, kural, yasa varsa orada içtihada izin verilemez.

İctihad ihtiyacı ve dahi liyakati, bir serbest alan işi değildir. Kurallara ölçülere, şartlara tabidir.

Şu dünyada “değişmez, kesin, nihai ictihad” diye bir kavramı herhangi bir insanoğlu herhangi bir zamanda hiç duymuş mudur?

İpin ucu kaçmamalı.

Bir batılı düşünür diyor ki, “Aklın sınırını aşınca başka sınır kalmaz.” Aklın sınırı aşılmışsa ipin ucu kaçmış demektir.

Yanılmazlık hakkı diye bir hak da şu tarihe kadar mevcut olmamıştır. İnsanlar yanılabilir, kurumlar yanılabilir. Parlamento da millet de yanılabilir. Ama bir “yanılma ve güven” mantığı vardır insanlık medeniyetinin. İnsanlık sonunda şunu bulmuş: Toplumlar da milletler de yanılabilir ama; bu yanılma süreklilik göstermez. Yanılma türü, derecesi, sürekliliği ölçülerine göre; millete ve topluma güvenmek, en akıllıca olanıdır. Demokrasi işte bu idrakten doğmuş. Bu, insanlığın en önemli keşfidir. Bir başka batılı düşünüre söyletelim işin sırra dönüşen tarafını: “Demokrasi, alelade insanların olağan üstü imkânların kaynağı olduğuna inanmaktır.”

Bizdekilere göre ise, halkın hep hatalı seçimleriyle iktidara gelenleri ne kadar engelleyip zaafa uğratırsak, o kadar aydın ve çağdaş oluruz!

* * *

Hiç istemediğim hâlde, bir de madalyonun öbür yüzüne bakmak durumundayız.

Karadenizli’nin biri mezar taşına şunları yazdırmış: “Hastayım dedum, inanmadınız; hastayım dedum, inanmadunuz. Gördinüz oni!” Karadenizli çok haklı ama, haklılığı bir işe yaramamış!

“Teker kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur” denilmiş. Bir söz daha olmalıydı: “Teker kırılmadan önce kulaklar her şeye kapalıdır!”

İma, tatlı ikaz, dolaylı ve temsilli eleştiri, yumuşak telkinler, sanatlı telmihler… Yok! Tık yok!

İmam-ı Rabbani diyor ki: “Evde birileri varsa kapıyı bir defa çalmak yeter. Kimse yoksa da zaten abes.” Var da; belki çok meşguldür, belki uyuyordur, belki televizyonun sesini çok açmıştır, belki isteksiz bile olsa “bu defa bir açayım!” diyecektir. Bu umut tevillerinden nasıl vazgeçelim ki?

İnsan kazanamayacağı bir mücadeleye giriyor ise, kazanabileceklerini de kaybeder. Başörtüsü için 20 yıldır yapılanlar, (1988-2008) yasa olmaksızın yapılan engellemelere hukuki statü kazandırmıştır. Böyle olacağını defalarca yazdım. “Engelleyici bir yasa yok” noktasından hareketle sürekli yasa ve yasama aktiviteleri gösterilirken, “yasa yoksa da var edeceksiniz” ikazıyla, önce gönülleri yatıştırıcı uzlaşma tavsiyelerinde bulunuyordum mahcup üsluplarla. “Yasa yok” derken şimdi öyle bir noktaya geldi ki; sözünü etmek bile anayasa ihlali sayılabilecek. Yasa yok ama, yasamayı bile bağlayan bir ictihadi karar var artık. “Teklif dahi edilemez” faslına küçük bir ekleme yapıldı! Yorumsal ama, hüküm hâline dönüşmüş bir ekleme. Varıla varıla, işte buraya varıldı. Ve böyle olacağı apaçık belliydi.

“Gerekli kıvam şartlarından mahrum” demek; dolaylı ve nazik beyan tarzına rağmen, “o iş olmaz” kesinliğini ifade eder. Düpedüz söylemiyorum ki, ağyar pek anlamasın da incitici olmadan mesaj alınabilsin diye. Posta güvercini bütün şirinliğiyle konsun penceresine, o da güvercinin akpak şirinliğinden rikkate gelsin de mesaja bir göz gezdirmek jestinde bulunsun. Umut bu ya.

Ne olurdu sayın Erdoğan’ın seçim sonrasındaki o etkileyici diyalog ve uzlaşma daveti ve vaadi, kalıcı bir siyaset tercihine dönüşseydi? Çok güzel şeyler olurdu, çok.

Bu haklı haksız meselesi değil. Doğrulara, yanlışlara ve kıvam şartlarına bağlı bir işlerlilik geçerlilik, meselesidir. Haklı olmanın da haksız olmanın da bazen hiçbir önemi kalmaz; hayatın öyle noktaları, öyle geçitleri vardır.

Çağrışım münasebetsizliği olmasın diye ismini vermeyeceğim. Çok sevdiğim bir eski siyaset adamı “onları kahr ü tedmir edeceğiz” dediğinde şefkat öfkesinden delirecektim. “Yahu ne kahrı ne tedmiri; o kişi şimdi karşına çıksa, saygıdan iki büklüm olursun. Sen o mizacın adamı mısın?” diye söylenip durduğunu hatırlıyorum rahmetli babamın. Başka bir fotoğrafını da hatırlıyorum. “Felek her türlü esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin, dönersem kahpeyim bir millet yolunda bir azimetten!” diyor ve yumruğunu masaya vuruyordu. Hâlbuki hiç de o şiddet ve celalin insanı değildi ve onun asıl gücü, gerçek mizacındaydı. Farz-ı muhal, “İstenmiyorsam giderim, siyasetten de giderim, gurbete de giderim” tarzında feryad etseydi eline eteğine yapışırlardı gitme diye.

“Konuşsan faydası yok, sussan gönül razı değil” hicranları da herhâlde bizim payımız.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,46 M - Bugn : 12133

ulkucudunya@ulkucudunya.com