Mükemmeli Arayan Adam: Necdet Sevinç
Ahmet Karabacak 01 Ocak 1970
Sevgili dostum merhum Necdet Sevinç’i düşününce mükemmeli arayan adam diyebilirim ancak. Bana, daha kendisi lise talebesi iken memleketi Gaziantep’ten yazdığı mektuptan ve geldiği İstanbul’dan,1966 yılından beri, hemen hemen yarım asra yakın dostluğumuz devam etti onunla… Yıllarca nasıl, hiç çatışmadan, küsmeden, kırılmadan böyle çetin bir adamla beraber olunabilir denir belki. Şu cevabı vermek isterim: Eğer sen de mükemmeli arıyorsan çok kolay beraber olunabilir.
Necdet Sevinç ile pek çok kere beraber seyahat ettik. Bunlardan biri, M.H.P.’nin yayın organı gazetede günlük yazı yazarken, yani partinin düşüncelerini millete aktardığına inanırken, 1977 büyük kongresine katılmak için Ankara’ya gitmemizdi. Bu kongreye gitmemizin bir amacı da Ahmet Arvasi’yi genel idare kuruluna seçtirmekti. Onu başardık. Fakat toplantı bizim özlediğimiz gibi gitmiyordu. İki gün takip ettik kongreyi. Yakın zamanda yapılacak seçimler için bir yığın, bizim “emek hırsızları” dediğimiz kişiler ön saflara doğru sızmağa başlamışlar. Bunlara, şöyle geri durun, diyen kimse de yok. Sonraki zor yıllarda ihanet eden bu kişiler baş tacı edilmeğe başlanmış. Bundan son derece rahatsız olduk. Ben, Necdet’e ve bizimle giden bazı arkadaşlara İstanbul’a döneceğimi söyledim. Necdet hiç tereddüt etmeden kendisinin de dönmek istediğini söyledi ve diğer bizimle gelmek isteyen arkadaşlarla beraber döndük. Döndükten sonra, partinin gazetesindeki durumum sarsılır demeden, başkaca bir geliri de olmadığı halde bizim o sırada yayınladığımız Ülkücü Kadro dergisinde partinin tutumunu eleştiren çok sert bir yazı yazdı. Oldukça da büyük bir tepki topladı. O, buna hiç aldırmadı ve yazılarına devam etti…
Elbette, esas mücadelesi, devleti idare ettiğini iddia edenlerdi. Masonlar, misyonerler, gayri Türkler, Türk düşmanları, hırsız politikacılar Sevinç’in atış sahası içinde idiler. Hiç çekinmeden, ceza alırım demeden bunlarla mücadele etti, ihanetlerini yazdı yıllarca. Defalarca ceza evine girdi. Bir ara aldığı ceza miktarı 500 yıl falan olmuştu. 1974’te bir af çıktı ve cezalar affa uğradı. Ben de o sırada Tosya ceza evinden çıkmıştım. İstanbul’ a gelince çalıştığı gazeteye gittim ve gerek mahkemeler safhasında, gerek ceza evinde nasıl yalnız bırakıldığımı anlattım. Kendisinin de aynı durumlarla karşılaştığını bildiğim için, bundan sonra yazacağı yazılara dikkat etmesini söyledim. O, dikkat edeceğini söyledi, ama karakteri, yani mükemmeli araması bu dikkati göstermesine her zaman engel oldu; gene cezalar aldı, gene ceza evlerinde yattı, söylediğim gibi hep yalnız bırakıldı…
Necdet, vuruldu şikâyet etmedi, cezalar aldı şikâyet etmedi, ekonomik sıkıntılar çekti şikâyet etmedi, sıkıntılardan kalp hastası olup ameliyat oldu şikâyet etmedi. Tek şikâyeti milletin büyük kısmının kendisini anlamaması idi. Kendisini anlayanlar, menfaat düşkünü olmayan idealistler ve onu her zaman destekleyen ülkücü gençlerdi. Son zamanlarında Türk düşmanlarının, sahte Müslüman ve hırsızların devletin önemli yerlerine çöreklenmesine kahroluyordu. Arada telefon eder, bazı arkadaşlarımızı haberdar ederek bizim eve gelirler, saatlerce, bazen sabahlara kadar dertleşirdik…
Necdet Sevinç, çok iyi bir araştırmacı, çok yüksek derecede bir kültür adamı idi. Pek çok kitabı yüz binlerce satıldı ve bir devre damgasını vurdu. O, bütün bunlara rağmen alçak gönüllülüğünü hiç kaybetmedi. Kimseye yüksekten bakmadı. Fakat o, sıkıntılı zamanlar yaşamasına, ekmeğini kalemiyle kazanmasına rağmen fikirlerinden hiç taviz vermedi, çalıştığı gazetelerden bir baskı olunca alıp ceketini oralardan ayrıldı.
Necdet Sevinç, yukarıda belirttim, kendisini anlayan gençliğe güvendi. Gençler için yazdı ve gençler için yaşadı. Beyni hep genç kaldı. Bu kahraman dostum, kardeşim her zaman genç olarak hatırlanacak, unutulmayacak…