Nasîrüddin Tusî
Agil Şirinov 01 Ocak 1970
11 Cemâziyelevvel 597’de (17 Şubat 1201) Tûs’ta doğdu. Kum veya Hemedan yakınlarındaki Cehrûd Sâve’den olan ailesi daha sonra Tûs’a yerleşmiştir. Kaynakların çoğunda Ebû Ca‘fer künyesiyle geçiyorsa da Ca‘fer adında bir oğlu olduğu bilinmemektedir. Bu durum, onun İmâmiyye’nin önemli âlimlerinden Ebû Ca‘fer et-Tûsî ile (ö. 460/1067) karıştırılmasından veya Rahim Sultanov’un belirttiği gibi (bk. bibl.) saygı amacıyla ona benzetilmesinden kaynaklanmış olabilir. Bazı müellifler Tûsî’yi Ebû Abdullah künyesiyle anmıştır (meselâ bk. Yûnînî, III, 79; Zehebî, s. 114; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, XVII, 514). En çok kullanılan lakabı Hâce Nasîrüddin’dir. İlk eğitimini babasından alan Tûsî on beş yaşlarında iken dönemin ilim merkezlerine yolculuk yaptı. Nîşâbur’da Muînüddin Sâlim b. Bedrân el-Mâzinî el-Mısrî’den fıkıh, Ferîdüddin Dâmâd diye bilinen Ebû Muhammed Hasan b. Muhammed Ferîmûdî’den felsefe dersleri aldı. Kendisinin felsefeye meyletmesinde bu sonuncu âlimin büyük etkisi vardır. Tûsî ondan İbn Sînâ’nın eserlerini ve özellikle el-İşârât ve’t-tenbîhât’ı okudu. Aklî ilimlerdeki hocalar silsilesi Ferîdüddin Dâmâd, Ebû Ali Sadreddin Muhammed b. Hârisân es-Serahsî, Efdalüddin Gîlânî, Ebü’l-Abbas Fazl b. Muhammed Lûkerî, Behmenyâr b. Merzübân el-Âzerbaycânî, İbn Sînâ; naklî ilimlerdeki hocalar silsilesi de babası Muhammed b. Hasan, Fazlullah b. Ali b. Abdullah el-Hasenî er-Râvendî, Ebû Ca‘fer et-Tûsî, Şerîf el-Murtazâ şeklinde sıralanır (İşkeverî, II, 415; Hânsârî, VI, 414). Tûsî’nin İmâmiyye mezhebine mensup âlimlerden oluşan naklî ilimlerdeki hocalar silsilesinde bir kopukluk bulunmaktadır. Zira kronolojiye göre Râvendî’nin Ebû Ca‘fer et-Tûsî ve Şerîf el-Murtazâ’dan değil bu iki âlimin öğrencilerinden ders almış olması gerekir. Tûsî’nin yukarıda adı geçenler yanında başka hocaları da vardır (Tünükâbünî, s. 381; Razavî, s. 167-169).
Genç yaşlarından itibaren ilme olan iştiyakı Tûsî’yi kısa zamanda üne kavuşturdu ve ünü, Kuhistan bölgesinin İsmâilî hâkimi Nâsırüddin Abdürrahîm b. Ebû Mansûr Muhteşem’e kadar ulaştı. Nâsırüddin, Tûsî’yi kendi bölgesine davet etti; Moğol istilâsı yüzünden huzuru kaçan Tûsî bu teklifi kabul etti. İlk dönemlerde valinin kendisine destek olmasıyla Kuhistan’da ilmî faaliyetlerini yürütmek için uygun bir ortam buldu; özellikle felsefî ve tecrübî ilimler alanında değerli eserlerinin çoğunu burada yazdı. Bunlar arasında Şerḥu’l-İşârât, Aḫlâḳ-ı Nâṣırî ve Taḥrîrü’l-Mecisṭî bulunmaktadır (Razavî, s. 345-351). Ancak çok geçmeden İsmâilîler’le arası açıldı. Kaynaklara göre bu durum onun Abbâsî Halifesi Müsta‘sım-Billâh’a yazdığı bir mektuptan kaynaklanmıştır. Tûsî’nin halifeyle mektuplaştığını öğrenen Kuhistan hâkimi onu hapse attırdı; bir müddet sonra İsmâilîler’in merkezi olan Alamut Kalesi’ne gönderildi. Moğollar Alamut’u kuşattıklarında Tûsî, Alamut hâkimi Rükneddin Hürşah’a Hülâgû’ya karşı koymanın bir işe yaramayacağını anlattı ve gizlice orayı terkedip kaleyi ona teslim etmesini tavsiye etti. Kalenin tesliminde Tûsî’nin bu rolünü öğrenen Hülâgû onu yanına alarak iltifatta bulundu. Hatta bazı kaynakların belirttiği üzere Tûsî’yi vezir yaptı ve birçok kurumun yönetimini kendisine verdi (Tünükâbünî, s. 368-369, 378-380; İşkeverî, II, 416). Ardından Tûsî, Hülâgû’nun Bağdat seferine de katıldı. Bazı kaynaklar son Abbâsî halifesi Müsta‘sım-Billâh’ın Tûsî’nin tavsiyesiyle öldürüldüğünü kaydeder. Bilhassa Takıyyüddin İbn Teymiyye (Minhâcü’s-sünne, III, 445-446) ve İbn Kayyim el-Cevziyye (İġās̱etü’l-lehfân, II, 679) bu konuda Tûsî’ye ağır eleştiriler yöneltmiştir. Ancak Bağdat’ın işgali ve halifenin öldürülmesi konusunda geniş bilgi veren kaynakların hiçbirinde bu husus yer almaz. Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr de bu rivayeti şüpheyle karşılamaktadır (el-Bidâye ve’n-nihâye, XVII, 514). Tûsî’nin Hülâgû nezdindeki saygınlığı, özellikle müsbet ilimlerdeki faaliyetlerini yürütmek için maddî destek bulmasına vesile oldu. Hülâgû’yu ikna ederek Azerbaycan’ın Merâga şehrinde kendi dönemine kadar İslâm coğrafyasında yapılan en büyük rasathânenin (Ballay, XXXVII/3 [1990], s. 389-390) kurulması için ondan kaynak sağladı. Rasathânenin yapımı 657 (1259) yılında tamamlandı.
Merâga’daki faaliyetlerini sürdüren Tûsî Bağdat’a yaptığı bir seferde vefat etti (18 Zilhicce 672 / 25 Haziran 1274); aynı şehirde İmam Mûsâ el-Kâzım’ın türbesinin yanına daha önce Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh için yapılan, ancak bazı sebeplerle halifenin gömülemediği mezara defnedildi (Safedî, I, 183; İbn Usfûr el-Bahrânî, s. 246-247). Öğrencisi İbnü’l-Fuvatî, Tûsî’nin intihar ettiğini söylerse de (el-Ḥavâdis̱ü’l-câmiʿa, s. 245) bu bilgiyi diğer kaynaklar doğrulamamaktadır. Nitekim aynı müellif eserinin başka bir yerinde (s. 269) onun normal şekilde öldüğünü belirtmektedir. İbnü’l-İbrî de, “Bazıları onun zehirlenerek öldüğünü yaydılar” ifadesine yer vermiştir (Târîḫu’z-zamân, s. 330). Sünnî ve Şiî kaynaklarında Tûsî’nin güzel ahlâklı, mütevazi ve insanlara karşı saygılı olduğu kaydedilir (İbnü’l-Fuvatî, s. 269; Safedî, I, 112; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, XVII, 514). Ancak İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi Selefîler onun şer‘î kaidelere uymadığını, namaz ve oruç gibi ibadetleri yerine getirmediğini, şarap içtiğini, âhirete inanmadığını, âlemin kadîm oluşunu iddia ettiğini ileri sürmüştür. Hatta İbn Kayyim, Tûsî’nin Kur’an’ı “avamın Kur’an’ı”, İbn Sînâ’nın el-İşârât’ını “havassın Kur’an’ı” diye nitelendirdiğini söylemiştir. Aynı âlimler Tûsî’nin rasathâne faaliyetlerini sihirle uğraşma olarak değerlendirmiştir (Minhâcü’s-sünne, III, 446-449; İġâs̱etü’l-lehfân, II, 679). Fakat bütün bu iddialar gerçeği yansıtmamaktadır; zira Tûsî’nin kitapları, özellikle kelâma dair eserleri incelendiğinde onun şeriatın dışına çıkmamaya gayret ettiği görülür. Yetiştirdiği öğrenciler arasında Ali b. Ömer el-Kâtibî, Kutbüddîn-i Şîrâzî, İbn Meysem el-Bahrânî, İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, Hasan b. Şerefşah, İbnü’l-Havvâm, İbnü’l-Fuvatî gibi âlimler bulunmaktadır.
Düşünce Sistemi. Nasîrüddîn-i Tûsî’nin düşünce hayatını birkaç evreye ayırmak mümkündür. Eğitim çağı olan ilk evre, onun babasından ve diğer Şiî-İmâmî âlimlerle Ferîdüddin Dâmâd gibi İbn Sînâ okuluna mensup düşünürlerden ders aldığı dönemdir. İkinci evresi, Kuhistan’ın İsmâilî hâkimi Nâsırüddin b. Muhteşem’in daveti üzerine oraya gitmesiyle başlar. 654 (1256) yılında Kuhistan’ın Moğollar tarafından işgaliyle birlikte Tûsî’nin düşünce hayatının üçüncü dönemi başlar. İsmâilîlik’ten vazgeçtiğini açıkça ilân ettiği bu evre, onun müsbet ilimler ve Meşşâî felsefesiyle ilgili çalışmaları yanında felsefî kelâm alanında da eserler yazdığı dönemdir. Tûsî, Fahreddin er-Râzî ile sistematik bir kimliğe bürünen felsefî kelâm geleneğinin temsilcilerinden biri ve İmâmiyye içerisinde felsefî kelâmın kurucusudur. Bu alandaki en önemli eseri olan Tecrîdü’l-iʿtiḳād müteahhirîn dönemi kelâmının başlıca kaynakları arasında sayılır. Meşşâî felsefesiyle kelâmın birlikte işlenmesi yönündeki girişimler Gazzâlî ile başlayıp Râzî ile gelişmişse de onların bu faaliyetleri kendi içinde felsefeye karşı bir tepki barındırıyordu. Tûsî’de söz konusu geleneğe karşı tepkisel bir tavır görülmediği gibi özellikle Tecrîd’de felsefe ve kelâm konuları aynı alanın meseleleri şeklinde ele alınmıştır. Bundan dolayı başta Taşköprizâde olmak üzere birçok müellif kelâmla Meşşâî felsefesini tam anlamıyla ilk mezcedenin Tûsî olduğunu söylemiştir (Miftâḥu’s-saʿâde, I, 28). Bu sebeple Tûsî, Meşşâî felsefesi geleneğinin önemli temsilcileri arasında zikredilmiş, Gazzâlî tarafından tutarlı biçimde eleştirilen bu geleneği ihya edenlerden biri sayılmıştır. İbn Sînâ felsefesini onun sistemine uygun şekilde yorumlamaya özen göstermiş, bu felsefeyi Ebü’l-Feth eş-Şehristânî ve Fahreddin er-Râzî gibi Eş‘arî geleneğine mensup düşünürlerin eleştirilerine karşı savunmuştur. Şerḥu’l-İşârât ve Muṣâriʿu’l-Muṣâriʿ gibi eserleri bu yöndeki gayretlerini aksettiren temel çalışmalarıdır. Bilhassa Fahreddin er-Râzî’nin el-İşârât ve’t-tenbîhât’a yazdığı şerhteki eleştirilere cevap mahiyetinde aynı eser üzerine yeni bir şerh yazan Tûsî burada tam bir İbn Sînâcı olarak davranmaktadır. Bununla birlikte sadece Şerḥu’l-İşârât’a bakarak Tûsî’nin İbn Sînâcı çizgiyi sadakatle izlediğini söylemek yanlış olur. Şerḥu’l-İşârât, onun kendi düşünce sistemini ortaya koymak yerine İbn Sînâ’nın görüşlerini açıkladığı bir eserdir. Nitekim kitabın başında bunu kendisi de vurgulamakta ve şerh boyunca buna titizlikle uymaktadır. Hatta tamamen karşı görüşü savunduğu bir konuda bile bu şartı hatırlatarak (III, 331) eleştiriden kaçınmaktadır. Tûsî aynı zamanda önde gelen İslâm mantıkçıları arasında yer alır. Başta Esâsü’l-iḳtibâs ve Tecrîdü’l-manṭıḳ olmak üzere bu alanda önemli çalışmaları vardır. Müteahhirîn döneminin önde gelen düşünürlerinden Teftâzânî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Mîr Dâmâd, Molla Sadrâ ve Molla Fenârî gibi âlimlerin eserlerinde Tûsî’nin görüşlerine yer vermeleri ve kendisini muhakkik sıfatıyla anmaları onun bir otorite kabul edildiğini göstermektedir.
Varlık Anlayışı. Tûsî’nin varlık anlayışı Meşşâî ve kelâmî geleneklerin izlerini taşımaktadır. Varlığı tanımlanamaz kabul ederek (Tecrîdü’l-iʿtiḳād, s. 105) hem İbn Sînâ-Behmenyâr okuluyla hem de kelâmcıların büyük bölümüyle aynı görüşü benimsemekte, varlık-mahiyet ilişkisinde Meşşâî felsefesinden yana tavır almaktadır. Bu konuda sadık bir İbn Sînâcı gibi davranıp mümkinler alanında varlıkla mahiyetin ayrı, zorunlu varlıkta ise aynı olduğunu söyler (Muṣâriʿu’l-Muṣâriʿ, s. 83). Mütekaddimîn dönemi kelâmcılarından farklı şekilde zihnî varlık kategorisini kabul etmesi de onun İbn Sînâcı yönlerinden biridir. Tûsî’nin, varlıkla yokluk arasında vasıta kabul etmeyerek Mu‘tezile kelâmcısı Ebû Hâşim el-Cübbâî’nin benimsediği ahvâl teorisine karşı çıkması kelâmcıların çoğunluğu ve Meşşâî düşünürlerin görüşleriyle, vücûb ve imkân gibi kavramların sübûtî nitelikler olmadığını savunması ise İşrâkīliğin kurucusu Sühreverdî’nin fikirleriyle örtüşmektedir (Tecrîdü’l-iʿtiḳād, s. 107, 112; krş. Sühreverdî el-Maktûl, I, 25-26). Tûsî, kelâmcıların bölünmeyen cüz (atom) anlayışını reddedip basit cismin herhangi bir cüze sahip olmadığını savunan Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî ile birleşmektedir (Şerḥu’l-İşârât, II, 20-25; krş. el-Muʿteber fi’l-ḥikme, II, 27). İbn Sînâ düşüncesinde önemli bir yer tutan kozmik akıllar teorisine karşı felsefe ve kelâma dair eserlerinde farklı tavırlar sergileyen Tûsî, Tecrîdü’l-iʿtiḳād’da bu teoriye karşı mütereddit davranırken el-Fuṣûl’de bunu açıkça eleştirmektedir. Onun el-Fuṣûl’deki istidlâline göre sudûrun kabul edilmesi, âlemdeki varlıklardan her birinin müteselsilen diğerinin vasıtalı veya vasıtasız illeti olmasını gerektirir; bu da illet ve ma’lûl olmaları bakımından bütün varlıkların dolaylı veya dolaysız birbirlerinden müstağni kalamayacağı anlamına gelir. Halbuki duyulur âlemde böyle bir şey söz konusu değildir. Ayrıca sudûr teorisinin varlık-yokluk, teklik-çokluk gibi yönlerden de tutarsızlıklar taşıdığını savunur ve bu teorinin doğru olmadığı neticesine ulaşır (el-Fuṣûl, s. 65). el-Fuṣûl’deki bu tutumuna rağmen Tecrîd’de sudûr konusunda mütereddit davranması, hatta bazan teoriyi savunması (meselâ bk. Risâle fî is̱bâti’l-ʿaḳli’l-mufârıḳ, s. 479-481) Tûsî’nin bu hususta tam bir kanaate varmadığını göstermektedir. Bu tereddüdü Sadreddin Konevî ile yazışmalarında konunun zorluğunu vurgulamasında (Ecvibetü mesâʾili Ṣadriddîn el-Ḳonevî, s. 230-232), ayrıca Râzî’nin öğrencilerinden Şemseddin Hüsrevşâhî’ye gönderdiği mektupta da görülmektedir. Burada tek bir illetten çokluğun çıkması sorununu çözemediğini belirterek Hüsrevşâhî’den bu konudaki görüşlerini kendisiyle paylaşmasını rica etmektedir (Mesâʾilü Naṣîriddîn eṭ-Ṭûsî, s. 268).
Ulûhiyyet. Tûsî’nin ulûhiyyet anlayışı genel hatlarıyla mensubu olduğu İmâmiyye’nin görüşleriyle uyumludur. Başta isbât-ı vâcib olmak üzere bazı konularda İbn Sînâ geleneğinden etkilendiği söylenebilir. İsbât-ı vâcibde İbn Sînâ ekolünü izleyerek imkân delilini merkeze alan Tûsî, müstakil risâlelerinde ve öğrencisi Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî ile yazışmalarında söz konusu delil üzerinde ayrıntılı biçimde durmaktadır. Allah’ın sıfatları konusunda ise İmâmî-Mu‘tezile çizgisini benimseyip sıfatların zâtın aynı olduğunu kabul eder (Tecrîdü’l-iʿtiḳād, s. 194). Meşşâî felsefesiyle kelâm arasında tartışmalı alanlardan birini teşkil eden Tanrı telakkisi meselesinde de çeşitli kanıtlar ileri sürerek filozoflardaki “mûcib bizzât Allah” anlayışı yerine kelâmdaki “kādir-i muhtâr Allah” anlayışını kabul eder (a.g.e., s. 191; İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, s. 393-394). Ancak Tûsî, Allah’ın kādir-i muhtâr olduğu hususunda kelâmcıların delillerini esas alırken Fahreddin er-Râzî’den farklı şekilde (Kelâm’a Giriş, s. 164) İbn Sînâ ve diğer Meşşâî filozoflarında Allah’ın kādir olmadığı yolunda bir iddiaya rastlanmadığını ifade eder. Tûsî’ye göre kādir kendisinden hem fiil sâdır olabilen hem de olmayabilen varlıktır. Kudret sıfatına irade sıfatı eklenince kādir var etme veya etmeme şeklinde iki taraftan birini seçer. Filozoflar Allah’ın bu anlamda kādir olduğunu kabul ederler. Ayrıca Tûsî kelâmcılardan farklı biçimde yorumlasalar da filozofların Allah’ın muhtar olduğu anlayışını kabul ettiklerini söyler (Ḳavâʿidü’l-ʿaḳāʾid, s. 445). Bu konuda kelâmcılarla filozoflar arasındaki temel fark, iki sıfatın bir arada bulunması halinde fiilin sâdır olmasının mümkün mü zorunlu mu oluşundadır. Filozoflar, mûcip Tanrı anlayışını benimsediklerinden fiilin Allah’tan sâdır olmasını zorunlu görürken kelâmcılar bunu zorunlu değil mümkün görmüşlerdir (a.g.e., a.y.). Ayrıca filozoflar âlemin kadîm olduğu görüşünü benimsemiştir. Kelâmcılar ise bu sıfatların bir arada bulunuşundan sonra fiilin ortaya çıktığını savunup âlemin sonradan ve yoktan yaratıldığını söylemiştir (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal, s. 269-270). Tûsî, ilim sıfatı konusunda da Meşşâî geleneğiyle kelâm geleneği arasında uzlaşmacı bir yol izlemiştir. Bunu özellikle Allah’ın cüz’îlere dair bilgisi hususunda ortaya koyduğu görülür. Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını belirten Tûsî, Meşşâîler’in de bu konuda farklı düşünmediklerini kaydetmektedir. el-Fuṣûl’de (s. 74-75) kendisi filozofları eleştirmesine rağmen diğer eserlerinde onların Allah’ın cüz’îleri bilmediği yolunda bir iddiaları bulunmadığını, insan bilgisiyle Allah’ın bilgisi arasındaki farka dikkat çekmek istemelerinden kaynaklanan yanlış anlaşılmanın söz konusu olduğunu belirtmektedir. Tûsî’ye göre Allah’ın cüz’î olan şeyleri küllî şekilde bildiğinin ileri sürülmesi tenzih gereğidir (Ecvibetü mesâʾili Faḫriddîn, s. 44-46; Ecvibetü mesâʾili Ṣadriddîn el-Ḳonevî, s. 232-233). Tûsî, “Allah’tan başka kadîm yoktur” diyerek (Tecrîdü’l-iʿtiḳād, s. 120) âlemin kıdemi konusunda kelâmcıların görüşüne meyletmekle birlikte, “Gerçek kıdem ve hudûsta zaman dikkate alınmaz” sözüyle (a.g.e., s. 115) kelâmla İbn Sînâ felsefesinin arasını bulmaya çalışmaktadır. Zira İbn Sînâ da âlemin zaman yönünden değil kendi zâtı bakımından hâdis olduğunu kabul eder. Tûsî’nin -irade hürriyeti ve mükellefiyet konuları hariç- Allah’ın fiillerinin âdil olduğu hususunda Mu‘tezile-Şîa çizgisinde durduğu söylenebilir (el-Fuṣûl, s. 101-106). Nübüvvetle ilgili genel İslâmî görüşten farklı bir görüş ortaya koymazken imâmet konusunda İmâmiyye-İsnâaşeriyye mezhebinin telakkilerini savunur (a.g.e., s. 211-295).
Tecrübî İlimlerdeki Yeri. Tûsî, İslâm dünyasında müsbet ilimlerin gelişmesinde büyük katkıları bulunan âlimlerden biridir. Onun öncülüğünde Merâga Rasathânesi’nde yapılan çalışmalarda müsbet ilimler alanında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Tûsî, o dönemde İslâm coğrafyasındaki seçkin ilim adamlarını ve müsbet ilimlerde uzmanlığı bulunanları rasathâneye davet edip onlara gerekli desteği sağlamış, Bağdat’ın Moğollar’ca yağmalanması sırasında kendisinin kurtardığı eserlerle İslâm dünyasının çeşitli yerlerinden getirttiği kitapları rasathânede toplayarak büyük bir kütüphane kurmuştur. Rasathâne, astronominin yanında aklî ve naklî ilimlerde çalışmalarını yürüten âlimlerin de bulunduğu bir kurumdu. Kutbüddîn-i Şîrâzî ve Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî gibi felsefe, kelâm ve mantık; Müeyyidüddin el-Urdî ed-Dımaşkī gibi geometri ve astronomi; Fahreddîn-i Merâgī ve İbn Ebü’ş-Şükr el-Kurtubî gibi matematik; Fahreddîn-i Ahlâtî gibi tıp alanında uzman kişiler bu rasathânede faaliyetlerini rahatça yürütebiliyorlardı. Rasathânede Çin’den gelen Fau Mun Ji adlı bir astronom da çalışıyordu (İşkeverî, II, 418; Memmedbeyli, s. 59; Ballay, XXXVII/3 [1990], s. 390). Tûsî, bu âlimlerin yardımıyla astronomi kataloglarını içeren ve astronomi alanında en önemli eseri olan Zîc-i İlḫânî’yi yazmaya başlamış, ancak ölümü yüzünden eser yarım kalmıştır. Onun dönemine kadar yazılan kataloglar içinde en gelişmişi olan bu çalışma başta Çin olmak üzere bütün Asya’da bilinirdi (Bakhtyar Husain Siddiqi, I, 565). Zîc-i İlḫânî kataloglarında farklı takvimler üzerinde durulmuş, çeşitli yıldızların ve 256 şehrin koordinatları verilmiştir. Merâga Rasathânesi’nde kullanılan astronomi aletlerinin birçoğu bizzat Tûsî tarafından icat edilmiştir. Bunların en önemlisi, bugün kullanılan teodolit aletinin daha basit bir örneği olup semt ve irtifa tayininde kullanılan “torquetum” adlı araçtır (Dilgan, s. 9). Zîc-i İlḫânî’de Batlamyus’un yer merkezli sisteminin yanlışları gösterilmiş, yine yer merkezli başka bir sistemin tasarımı verilmiş, bu sistem Copernicus sistemine giden yolu açmıştır. Tûsî’nin geometri alanında da önemli çalışmaları vardır. Öklid’in Elementler’ine yazdığı Taḥrîru Öḳlîdis (Taḥrîrü’l-uṣûl) adlı eser asırlarca kendi alanında en önemli çalışmalardan biri olarak ün yapmıştır. Hatta Sir Lanuckneri’nin XVIII. yüzyılda uzay hendesesini Nasîrüddîn-i Tûsî’nin düzlem hendesesi prensiplerinden beşinci prensip üzerine kurduğunu söyleyen bilim adamları vardır (M. Rızâ el-Hakîmî, s. 48). Tûsî, Öklid’in beşinci postulatı olan “koşutlar postulatı”nı yeterince doyurucu bulmamış ve onu “Tûsî postulatı” diye tanınan başka bir şekilde ortaya koymuş, bu postulatı kanıtlamada başarılı olamamışsa da postulatının ne olduğunun açıklığa kavuşmasına ve Öklid dışı geometrilerin ortaya çıkmasına öncülük etmiştir (Al-Daffa-Stroyls, IV/1 [1981], s. 1-41). Tûsî’nin, İslâm dünyasında trigonometriyle ilgili ilk müstakil çalışma olan Şeklü’l-ḳaṭṭâʿ adlı eseri sayesinde trigonometri astronomiden ayrılmış ve matematiğin bir dalı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Altı trigonometrik fonksiyonları kullanan Tûsî düzlemsel ve küresel üçgenlerin çözümüyle uğraşmıştır. Ayrıca bir çember içinde yuvarlanan başka bir çember üzerindeki noktanın geometrik yerine ilişkin verdiği sonuç, 300 yıl sonra Gerolamo Cardano ve Mikolaj Copernicus gibi bilginler tarafından kullanılmıştır. Tûsî’nin cebir alanına da önemli katkıları olmuştur (Dönmez, s. 194).
Eserleri. Nasîrüddîn-i Tûsî’nin eserlerinin sayısı konusunda çeşitli araştırmalarda farklı neticeler elde edilmekle birlikte onun 150 civarında telifi bulunduğunu söylemek mümkündür (Safedî, I, 181; Ziriklî, VII, 257-258; Demirkol, s. 17-28). Tûsî’nin eserleriyle ilgili müstakil çalışmalar bulunmaktadır. Bunlardan en kapsamlısı Muhammed Takī Müderris-i Razavî’nin Aḥvâl ve Âs̱âr-ı Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî adlı eseridir (bk. bibl.). Muhammed Müderris Zencânî’nin Sergüzeşt ve ʿAḳāʾid-i Felsefî-i Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî adlı çalışmasında da (Tahran 1379 hş.) eserleri hakkında bilgi verilmiş, çalışmada Tûsî’nin eserleri konularına göre tasnif edilmiştir. Azerbaycan İlimler Akademisi doğumunun 800. yılında Tûsî’nin eserlerini, bulundukları kütüphaneleri tanıtan ve çeşitli dillerde Tûsî hakkında yazılan kitap ve makalelerin listesini ihtiva eden bir kitap neşretmiştir (Xâce Nasîreddin Tûsî: Biblioqrafya, Bakü 2004). Benzer bir çalışmayı Seyyid İbrâhim Eşk Şîrînî, Hasan Rahmânî, Elizabeth Alexandrın ve Sergei Tourkin ortaklaşa yapmıştır (bk. bibl.).
A) Kelâm. 1. Tecrîdü’l-iʿtiḳād*. Tecrîdü’l-kelâm diye de anılan ve felsefî kelâmın ilk örneklerinden olan eser üzerine yazıldığı dönemden itibaren İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, Şemseddin Mahmûd Abdurrahman el-İsfahânî ve Ali Kuşçu gibi âlimler tarafından 200 civarında şerh, hâşiye ve ta‘lîkāt yazılmıştır. Eserin başta M. Cevad Hüseynî Celâlî’nin tahkiki olmak üzere (Kum 1407/1986) birçok neşri bulunmaktadır. 2. Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal. Fahreddin er-Râzî’nin önceki filozof ve kelâmcıların görüşlerini özetlediği Muḥaṣṣalü efkâri’l-müteḳaddimîn ve’l-müteʾaḫḫirîn adlı kitabının tenkitli bir şerhi olan eser Naḳdü’l-Muḥaṣṣal, Şerḥu’l-Muḥaṣṣal ve Telḫîṣ fî ʿilmi’l-kelâm gibi adlarla da tanınmıştır (Razavî, s. 446; Hânsârî, VI, 304). Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal (Kahire 1323, el-Muḥaṣṣal ile birlikte; Kahire, ts.), Tûsî’nin kelâm ve felsefe alanındaki otuz risâlesiyle birlikte Abdullah Nûrânî editörlüğünde neşredilmiştir (Beyrut 1405/1985). 3. Ḳavâʿidü’l-ʿaḳāʾid. Genel kelâm konularının tasvirî şekilde incelendiği muhtasar bir eserdir (nşr. Abdullah Nûrânî, Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, Beyrut 1405/1985; nşr. Ali Hasan Hâzim, Beyrut 1413/1992). 4. el-Fuṣûl. Tûsî’nin kelâm alanında Farsça telif ettiği eser Rükneddin Muhammed b. Ali el-Cürcânî tarafından 728 (1328) yılında Arapça’ya tercüme edilmiştir (Hânsârî, VI, 313). Süleymaniye Kütüphanesi’nde bir nüshası bulunan eser (Şehid Ali Paşa, nr. 2816, vr. 49-60), Abdullah Ni‘me’nin el-Edilletü’l-celiyye fî Şerḥi Fuṣûli’n-Naṣîriyye (Beyrut 1986) ve Mikdâd b. Abdullah es-Süyûrî’nin el-Envârü’l-Celâliyye fî Şerḥi’l-Fuṣûli’n-Naṣîriyye (nşr. Ali Hâcî Âbâdî-Abbas Celâlî Niyâ, Meşhed 1420/1999) adlı eserleri içinde yayımlanmıştır. 5. İs̱bât-ı Vâcib Risâleleri. Tûsî’nin, isbât-ı vâcib konusunda öğrencisi Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî ile yazışmalarından ibaret olan iki risâlesi bulunmaktadır. Risâleleri Fuat Sezgin İspanyolca tercümeleriyle birlikte (Frankfurt 2000), Muhammed Hasan Âl-i Yâsîn el-Muṭâraḥât felsefiyye adıyla (Bağdat 1956) neşretmiştir. Müellifin aynı konuda Burhân fî İs̱bâti’l-Vâcib adlı tek sayfalık bir risâlesi (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, Beyrut 1405/1985) ve Mecmûʿa-i Resâʾil-i Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî içinde neşredilen (Tahran 1335 hş., s. 1-7) Farsça bir isbât-i vâcib risâlesi daha bulunmaktadır. 6. Risâletü’l-İmâme. İmâmiyye Şîası’nın imâmet anlayışını savunmak için telif edilen risâle (nşr. Muhammed Takī Dâneşpejûh, Tahran 1335/1916; nşr. Abdullah Nûrânî, Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, 1405/1985), Hasan Onat tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir (AÜİFD, XXXV [1996], s. 179-191). 7. Risâle-i Cebr ve Ḳader (Mecmûʿa-i Resâʾil-i Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî içinde, Tahran 1335 hş., s. 8-27). Müellifin İsmâilîler’in himayesinde bulunduğu dönemde kaleme alınmıştır. 8. Efʿâlü’l-ʿibâd beyne’l-cebr ve’t-tefvîż (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, s. 477-478). 9. Eḳallü mâ yecibü’l-iʿtiḳādü bih (Risâle-i İʿtiḳādiyye). Her müslümanın inanması gereken temel itikadî konuları içeren bir risâledir (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, s. 471-472). 10. el-Muḳniʿa fî evveli’l-mevcûdât. Risâlede tevhid, adl, nübüvvet, imâmet, meâd gibi İmâmiyye inanç esasları kısaca ele alınmıştır (Telḥîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, s. 473-474).
B) Felsefe, Mantık ve Ahlâk. 1. Şerḥu’l-İşârât (Ḫallü müşkilâti’l-İşârât). İbn Sînâ’nın el-İşârât ve’t-tenbîhât adlı eseri üzerine yazılmış en önemli şerhlerden biridir. Tûsî İsmâilîler’in kalesinde iken yazdığı bu şerhi 644 yılının Safer ayında (Haziran-Temmuz 1246) tamamlamıştır. Kitap üzerine başta Hillî ve Kutbüddin er-Râzî olmak üzere birçok müellif tarafından hâşiye ve ta‘lik yazılmış, eserin muhtelif baskıları yapılmıştır (İstanbul 1290; Leknev 1293, 1297; nşr. Süleyman Dünyâ, I-IV, Kahire 1948-1949, 1960; Beyrut 1413/1993; nşr. Kerîm Feyzî, Kum 1383 hş.). 2. Muṣâriʿu’l-Muṣâriʿ. Şehristânî’nin varlık, isbât-ı vâcib, tevhid, sudûr, Allah’ın ilmi ve nübüvvetin ispatı gibi konularda İbn Sînâ’ya karşı eleştirilerini içeren Muṣâraʿatü’l-felâsife adlı eserine reddiyedir (nşr. Hasan Muizzî, Kum 1405/1985). 3. Aḫlâḳ-ı Nâṣırî*. Tûsî, bu Farsça eserini Kuhistan’ın İsmâilî hâkimi Nâsırüddin Abdürrahîm b. Ebû Mansûr Muhteşem’in isteği üzerine kaleme alıp ona ithaf etmiştir (Kalküta 1269/1853; Tahran 1356 hş.). Eseri, A. Vahap Taştan ve Habil Nazlıgül Azerbaycan Türkçesi’nden (Ankara 2005), Anar Gafarov ve Zaur Şükürov aslından (İstanbul 2007) Türkçe’ye çevirmiştir. 4. Esâsü’l-iḳtibâs (Tahran 1375 hş.). Bu Farsça mantık kitabını Molla Hüsrev Arapça’ya tercüme etmiştir. 5. Taʿdîlü’l-miʿyâr fî naḳd-i Tenzîli’l-efkâr. Mantıkla ilgili olup Esîrüddin el-Ebherî’nin eseri üzerine yazılmıştır (Manṭıḳ ve mebâḥis̱ü’l-elfâẓ: Mecmûʿa-i Mütûn ve Maḳālât-ı Taḥḳīḳī içinde, nşr. Mehdî Muhakkık, Tahran 1353 hş., s. 137-248). 6. Tecrîdü’l-manṭıḳ (Beyrut 1408/1988). Esere İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’nin el-Cevherü’n-naḍîd adlı çalışması başta olmak üzere birçok şerh yazılmıştır. 7. Ecvibetü suʾâlâti Rükniddîn el-Esterâbâdî (Manṭıḳ ve mebâḥis̱ü’l-elfâẓ, Mecmûʿa-i Mütûn ve Maḳālât-ı Taḥḳīḳī içinde, s. 249-275). 8. Aḫlâḳ-ı Muhteşemî. Mukaddimesinde de belirtildiği gibi Tûsî’nin telifi olmayıp Nâsırüddin b. Muhteşem’in âyet, hadis, Ehl-i beyt’e dair haberlerle İsmâilî önderlerinin sözlerinden oluşturduğu ahlâkla ilgili kitabının Tûsî tarafından tamamlanmış Farsça tercümesidir (nşr. Muhammed Takī Dânişpejûh, Tahran 1361 hş., 1377 hş.). 9. er-Risâletü’n-Naṣîriyye. Ahlâkla ilgilidir (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal’la birlikte, Beyrut 1405/1985, s. 501-506). 10. el-Mürâselât beyne Ṣadriddîn Ḳonevî ve Naṣîriddîn eṭ-Ṭûsî. Bu felsefî yazışmaların Tûsî’ye ait olmadığına dair bazı iddialar bulunmaktaysa da (Bayram, bk. bibl.) bunlar kaynaklarca doğrulanmamıştır (Razavî, s. 493-497). Yazışmalar Konevî’nin Tûsî’ye varlık, mahiyet ve bunlar arasındaki ilişki, sudûr ve nefis gibi konulardaki sorularıyla Tûsî’nin bunlara Meşşâî felsefesi açısından verdiği cevaplardan oluşmaktadır. Eser Gudrun Schubert (Mürāselāt beyne Ṣadriddīn Ḳonevī ve Naṣīriddīn eṭ-Ṭūsī: Annaherungen der mystisch philosophische briefwechsel zwischen Ṣadr ud-Dīn Qonawī und Naṣīr ud-Dīn-i Ṭūsī, Beyrut 1416/1995, Risâletü’l-mufaṣṣıḥa ve er-Risâletü’l-hâdiye adlı eserleriyle birlikte) ve Abdullah-ı Nûrânî (Ecvibetü’l-mesâʾili’n-Naṣîriyye, Tahran 1373 hş.) tarafından yayımlanmış, Ekrem Demirli bunları Türkçe’ye çevirmiştir (İstanbul 2002). Ayrıca Tûsî’nin bazı felsefî risâleleri Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal’la birlikte neşredilmiştir (Beyrut 1405/1985). Tûsî’ye Seyr ve sülûk (nşr. Seyyid Celâl Hüseynî Bedahşânî, London 1998), Ravża-yı Teslîm (Taṣavvurât) (İng. trc. ve nşr. Wladimir Ivanov, Leiden 1950; S. J. Badakhchani, London 2005; Fr. trc. Christian Jambet, Paris 1996) adlı iki eser daha isnat edilmektedir. İsmâilîler’in kalesinde iken bu mezhebi savunmak için yazdığı ileri sürülen bu kitapların ilkinde İsmâilîlik’le biten kendi hayat hikâyesini anlatmış, ikincisinde bu mezhebin görüşlerini felsefî dille açıklamıştır.
C) Riyâzî İlimler. Mecmûʿu’r-resâʾil (I-II, Haydarâbâd 1359). Mecmua içinde şu risâleler bulunmaktadır: Taḥrîrü’l-Muʿṭayât li-Öḳlîdis, Taḥrîrü’l-Üker li-Savizusyus, Taḥrîru Kitâbi’l-Ḳureti’l-müteḥarrike li-Otologus (Autolycos), Taḥrîru Kitâbi’l-Mesâkin li-Savizusyus, Taḥrîrü Kitâbi’l-Menâẓır li-Öḳlîdis, Taḥrîru Maʿrifeti’l-mesâḥati’l-eşkâl li-Benî Mûsâ: Muḥammed ve’l-Ḥasan ve Aḥmed, Taḥrîru Kitâbi’l-Meʾḥûẕât li-Arşimedis (Archimedes), Taḥrîru Kitâbi’l-Küre ve’l-üsṭuvâne li-Arşimedis (Archimedes), Taḥrîru Kitâbi’l-Mefrûżât li-S̱âbit b. Ḳurre, er-Risâletü’ş-Şâfiye. Bunlardan başka müellifin Cevâmiʿu’l-ḥisâb bi’t-taḫt ve’t-türâb (nşr. Ahmed Selîm Saîdân, Mecelletü’l-ebḥâs̱, XX/2, Beyrut 1967, s. 91-164; XX/3, s. 213-292), Taḥrîru Kitâbi’l-Eşkâli’l-küreviyye li-Menâlâvus (Menelaos) (A Collection of Mathematical and Astronomical Treatises as Revised by Nasiraddin at-Tusi Second Part içinde, nşr. Fuat Sezgin, Frankfurt 1998, s. 1-148) adlı eserleri ve Şeklü’l-ḳaṭṭâʿ (Kitâb fî shakl al-qaṭṭaʿ) başlıklı bir çalışması (nşr. Fuat Sezgin, Frankfurt 1998) vardır. Çeşitli eserlerde Tûsî’ye Taḥrîrü’l-Mecisṭî li-Baṭlamyus, Taḥrîrü’l-Üker li-Mânâlavus, Tecrîd fi’l-hendese, Taḥrîru Terbîʿi’d-dâʾire li-Arhimedis, Risâle der Aḥvâl-i ḫuṭûti’l-münḥaniye, Risâle-i Red ber Müṣâdere-i Öḳlîdis, el-Cebr ve’l-muḳābele, Risâle der Bâb-ı Ḳıble-i Tebrîz, Maḳāle-i Arşimîdes der Teksîr-i Dâʾire gibi risâleler nisbet edilmektedir (Safedî, I, 181; Ziriklî, VII, 257; M. Takī Müderris-i Razavî, s. 364, 369, 557-558).
D) Astronomi. 1. Mecmûʿu’r-resâʾil (I-II, Haydarâbâd 1359). Eserde şu risâleler yer almaktadır: Taḥrîru Kitâbi Cirmeyi’n-neyyireyn li-Aristarhus (Arisarchos), Taḥrîru Kitâbi’ṭ-Ṭulûʿ ve’l-ġurûb li-Otologus (Autolycos), Taḥrîru Kitâbi Ẓâhirâti’l-felek li-Öḳlîdis, Taḥrîru Kitâbi’l-Meṭâliʿ li-İsklâvus (Hypsicles), Taḥrîru Kitâbi’l-Eyyâm ve’l-leyâlî. 2. Zîc-i İlḫânî*. Tûsî’nin astronomi alanında en önemli çalışmasıdır. 3. Muḫtaṣar fî ʿilmi’t-tencîm ve maʿrifeti’t-taḳvîm (Risâle-i Sî Faṣl). Eseri Ahmed-i Dâî Tercüme-i Eşkâl-i Nasîr-i Tûsî başlığıyla Türkçe’ye çevirmiş (sadeleştirenlerin önsözü, s. 1), bu çeviriyi Tahir Nejat Gencan ve Muammer Dizer sadeleştirmiştir (İstanbul 1984). Kaynaklarda Tûsî’nin şu eserleri de zikredilmektedir: Zübdetü’l-idrâk fî heyʾeti’l-eflâk, Risâle der Beyân-ı Ṣubḥ-i Kâẕib, Risâle der Taḥḳīḳ-i Ḳavs ve Ḳuzaḥ, Teẕkiretü’n-Naṣîriyye fi’l-heyʾe, Şerḥu’s̱-S̱emere fî aḥkâmi’n-nücûm li-Baṭlamyus, Risâle fî inʿikâsi’ş-şuʿâʾât, Bîst Bâb der Maʿrifet-i Usṭurlâb, İḫtiyârâtü Mesîri’l-ḳamer, Şerḥ-i Muʿîniyye, Taḳvîm-i ʿAlâʾî, Kitâbü’l-Bârî der ʿİlm-i Taḳvîm, Taḥṣîl der ʿİlm-i Nücûm (M. Takī Müderris-i Razavî, s. 388-390, 399-406, 413-420, 561-563, 566-567). Bu eserlerin bazıları üzerine Kutbüddîn-i Şîrâzî, Fethullah eş-Şirvânî, Bircendî ve Nizâmeddin en-Nîsâbûrî gibi âlimler şerh yazmıştır.
E) Diğer Eserleri. Cevâhirü’l-ferâʾiż (el-Ferâʾiż ʿalâ meẕhebi Ehli’l-beyt, el-Ferâʾiżü’n-Naṣîriyye) (a.g.e., s. 529-530; Xâce Nasîreddin Tûsî: Biblioqrafya, s. 29), Tefsîru sûreti’l-ʿAṣr (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, s. 520); Evşâfü’l-eşrâf* (nşr. Seyyid Mehdî Şemseddin, Tahran 1377 hş.); Ecvibetü mesâʾili’ṭ-ṭıbbiyye (Ecvibetü’l-mesâʾili’n-Naṣîriyye içinde, s. 155-172) (kaynaklarda Tûsî’ye Ḳavânînü’ṭ-ṭıb, Ḥavâşî ʿalâ Külliyyâti’l-Ḳānûn ve Ḍavâbiṭü’ṭ-ṭıb adlı risâleler de atfedilmektedir; Safedî, I, 181; M. Takī Müderris-i Razavî, s. 554-555); Miʿyârü’l-eşʿâr (Şiʿr ve Şâʿirî der Âs̱âr-ı Ḫâce Naṣîreddîn-i Ṭûsî içinde, nşr. Muazzame İkbâlî, Tahran 1379 hş., s. 159-415) (bundan başka müellif, İbnü’l-Mukaffa’dan Farsça’ya Tercemetü’l-Edebi’l-vecîz li’l-veledi’ṣ-ṣaġīr’i çevirmiştir; Aḫlâḳ-ı Muḥteşemî içinde, Tahran 1377 hş., s. 495-559); Kitâbü’l-Vâfî fi’l-ḳavâfî ve’l-maḳāmât (Hânsârî, VI, 304-306; M. Takī Müderris-i Razavî, s. 583, 587); Tansûḳnâme-i İlḫânî: Cevâhirnâme (Azerbaycan Türkçesi’ne trc. Qafar Kendli, Bakü 1984).
Müellifin diğer risâleleri de şunlardır: Maḳāle fî feżâʾili emîri’l-müʾminîn ʿAlî (Aḫlâḳ-ı Muḫteşemî içinde, nşr. M. Takī Dânişpejûh, Tahran 1377 hş., s. 571-577); Risâle der Resm ve Âʾin-i Pâdişâhî (Mecmûʿa-i Resâʾil-i Ḫâce Naṣîruddîn-i Ṭûsî içinde, Tahran 1335 hş., s. 28-35); Âdâbü’l-müteʿallimîn (trc. Yahyâ el-Haşşâb, MMMA [Kahire] içinde, III/2, [1377/1957], s. 267-284; Nâme-i Ferheng, Tahran 1376 hş., IV, 190-195); Cevâbü Risâleti Ḳāḍi’l-Baḥreyn (Ecvibetü’l-mesâʾili’n-Naṣîriyye içinde, s. 277); Risâle-i Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî be Ḫâce Recâʾî Buzluk (Ecvibetü’l-mesâʾili’n-Naṣîriyye içinde, s. 278); Maḳāle der Mûsiḳī (Risâle fî ʿilmi’l-Mûsîḳā adıyla da bilinen ve tek nüshası Paris Bibliothèque Nationale’de bulunan [nr. 2466] risâleyi Fazlı Arslan Türkçe’ye tercüme etmiştir [“Nasîruddin et-Tûsî ve Mûsikî Risâlesi”, Dinî Araştırmalar, sy. 26 [Ankara 2006], s. 317-335]); Kitâbü’t-Teshîl fi’n-nücûm; Sâḳīnâme; Ḳānûnnâme; Âdâbü’l-baḥs̱; Risâle fî aḥkâmi’l-ketf; Risâle der Niʿmethâ ve hûşhâ ve leẕẕethâ; Ẕeylü Cihângüşâ: Vâḳıʿatü Baġdâd (M. Takī Müderris-i Razavî, s. 535, 571, 588, 592); Risâle fi’r-reml (er-Risâletü’s-sulṭâniyye fi’r-reml, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3797, vr. 91-96; Yenicami, nr. 11-76, vr. 265-270); Risâle-i İstiḫrâc-ı habâyâ; Ḫilâfetnâme-i İlâhî; Serîʿatü’l-es̱er fî encâhi’l-maḳāṣıd ve keşfi’l-mülemmât (M. Takī Müderris-i Razavî, s. 537-540; Hânsârî, VI, 304); Ṣalavât-ı Şerîfe Ber Devâzdeh İmâmân (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2673, vr. 8-13); Urûz (Safedî, I, 181).
Tûsî hakında Türkiye’de yapılan çalışmaların bir kısmı şöylece sıralanabilir: Nihat Keklik, İslâm Dünyasında Tasavvuf ve Felsefe Arasındaki Hesaplaşmalar: Sadraddin Konavî ve Nasiraddin Tûsî Felsefeleri (1962, doçentlik tezi); Fahrettin Olguner, Üç Türk-İslâm Mütefekkiri İbn Sînâ, Fahreddin Râzî, Nasîreddin Tûsî Düşüncesinde Varoluş, Murat Demirkol (bk. bibl.); Agil Şirinov (bk. bibl.); Anar Gafarov, Nasîruddin Tûsî’nin Ahlâk Felsefesi (2009, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Azime Şimşek, Nasireddin Tûsî’nin Ahlâk ve Eğitim Anlayışı (yüksek lisans tezi, 2005, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü). Tûsî’nin müsbet ilimlerdeki yeriyle ilgili olarak Hamit Dilgan’ın bir çalışması bulunmaktadır (bk. bibl.).