İttihatçıların kara kutusu: İaşe Nazırı Ahmed Kemal Bey
Somer Alp 01 Ocak 1970
Ahmed Kemal Bey veya Kara Kemal, İzmir Suikastı davasından (1926) sonra üzerine çok konuşulan fakat literatüre bakıldığı zaman hakkında ciddi bir araştırma bulunmayan İttihatçılardan biridir. Bu bilinmezliğin yahut konunun üzerindeki gizliliğin oluşmasında araştırmacıların konuya karşı duyarsızlığı kadar Ahmed Kemal Bey de pay sahibidir. Zira sıkı bir örgütçü olmasından mı yoksa işlerini genellikle arka planda yürütmesinden mi bilinmez, Ahmed Kemal Bey bizlere kendisi hakkında kendi elinden çıkmış herhangi bir bilgi kırıntısı dahi bırakmış değildir. Kemal Tahir’in Kurt Kanunu olmasaydı Türk okuyucusu muhtemelen Kara Kemal’e belirli bir mecradan bakma şansına hiç sahip olmayacaktı. Konunun üzerindeki bu kalın perdeyi bir nebze olsun aralamak için yazımızda Ahmed Kemal Bey’i iki evrede inceleyeceğiz: Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluş evresindeki çalışmalarında, ardından millî burjuvazi oluşturma çabalarında.
Kara Kemal yahut Büyük Efendi
Ahmed Kemal Bey 1886 doğumludur ve muhtemelen fiziksel özelliklerini niteleyen Saçlı Kemal ve Zülüflü Kemal gibi iki lakaba sahiptir. Ancak yaptığı işleri niteleyen lakapları Küçük Efendi ve Kara Kemal’dir. Talat Paşa’nın İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) “Büyük Efendi”si olduğu hesaba katıldığı zaman, Ahmed Kemal’in İTC’nin sivil kanadının önderi olan Talat Paşa’nın gölgesi altında faaliyetlerini icra eden “Küçük Efendi” olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Nitekim Ahmed Kemal, İTC kongre kararlarının Talat Paşa himayesinde uygulanmasını sağlayan kişi olarak ön plana çıkmaktadır. Kara Kemal lakabı ise fiziksel özelliklerine atfedilebilir ise de esasen Ahmed Kemal Bey’in İTC’nin kara kutusu ve gözü kara bir kişiliğe sahip oluşuna bağlanabilir. İTC’nin en önemli ve gizli yapılanmalarında yer alan böylesi bir karakterin İzmir suikastı sanığı olarak aranırken yakalanıp intihar etmesi bu sebeple pek makul bir iddia değildir.
Posta memurluğundan Teşkilat-ı Mahsusa’ya
Kara Kemal İTC’ye örgüt yeraltında iken girmiş ve önemli şahısları Cemiyet’e kazandırmıştır. Bunlardan biri, ileriki yıllarda gerek Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluş aşamasındaki Gürcü teşkilatlanması çabalarında, gerekse esnaf cemiyetlerinin örgütlenmesi aşamasında beraber çalışacağı arkadaşı Memduh Şevket Esendal’dır.
Kara Kemal, efendisi Talat Bey gibi memur olarak posta idaresinde çalışmıştır. Posta memuru olarak çalıştığı için Cemiyet’in gizliden gizliye ülkeye getirdiği mecmua ve yayınların dağıtımına yardım etmiştir. Yusuf Hikmet Bayur tarafından “Nargileci”[1] olarak da tanımlanan Kara Kemal, nargile içmeyi çok sevdiği için kahvehaneleri sık sık ziyaret eder ve kendisi için gelmiş olan dergilerin bu kahvehaneler aracılığıyla dağıtımını sağlardı. Bu sayede, kahvehaneleri ziyaret eden vatandaşlar Kara Kemal’in Avrupa’dan yurda sızdırdığı Türkçe ve Fransızca yazıları okuma fırsatı bulurlardı.
1909 yılında kongre kararı ile İstanbul üyesi olarak atanan[2] Kara Kemal’in örgütçülükteki yeteneği ve elbette mevkiinin vermiş olduğu imtiyazlar Bab-ı Âli baskınının (1913) gerçekleştiği esnada da meyvelerini vermiştir. Ahmed Kemal Bey’in daha evvel kurmuş olduğu bağlantıları verimli bir şekilde kullanabilmesinin neticesinde yapılan baskın esnasında İstanbul’da telefon ve telgraf görüşmeleri durdurulmuştur. Böylelikle, baskını yapacak kadroya karşı olası bir direnişin belirli bir ölçüde önüne geçilmesi sağlanmıştır.
Örgütçülükteki tecrübesi ve Cemiyet’teki mühim mevkii Kara Kemal’in Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluş aşamasında yer almasını da sağlamıştır. Savaşın getirdiği koşullar artık asker ve sivil kanadın yetki için birbirleri ile mücadele etmesine sebep oluyor ve dengeler Harbiye-Dahiliye Nezaretleri arasında değişkenlik gösteriyordu. Tam da bu sırada, nasıl ki Enver ve Talat Paşalar arasındaki askeri ve sivil kanat mücadelesi 1. Dünya Harbi boyunca iktisadi imtiyazlar konusunda gündeme geldiyse, benzer bir şekilde Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluşu evresinde de Enver Paşa’nın gücü Talat Paşa tarafından dengelenmeye çalışılmıştır.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluş aşamasında Enver Paşa’nın faaliyetlerine karşı Talat Bey de boş durmamış ve kendi ekibini oluşturmuştur. Savaş sahasına gönderilen bu ekipler diğer gruplardan habersiz hareket ettikleri için başlangıçta sivil ve askerî kanat arasında ciddi bir sıkıntı yaşanmıştı. Bu bağlamda, Enver Paşa ile Kara Kemal arasında yaşanmış bir diyalog kayda değerdir. Harp sahasına İttihat ve Terakki katip-i mesulleri gönderileceği zaman Kara Kemal, Enver Paşa’ya, gönderilen kişilerin yerine kimlerin getirileceğini merak ettiğini söylemiş ve bu kişilerin işlerinden ayrılması ile o alanda boşluk yaşanacağını dile getirmiştir. Enver Paşa’nın bu boşluğun okumuş birkaç inzibat neferi ile doldurulabileceğini belirtmesi üzerine Kara Kemal, “Paşam, bu sözlerinizden anlaşılıyor ki bizim teşkilatımızın ruhunu henüz kavrayamamışsınız. Maiyetimde çalışan katip-i mes’uller yüksek tahsil görmüş kişilerdir ve hepsi de Merkez-i Umumi tarafından seçilmiştir” diye cevap vermiştir.[3] Dönemin katip-i mesulleri Hamal Ferit, Hasan Basri, Memduh Şevket, Ethem ve onların katipliği görevini yürüten Küçük Hasan Bey’den oluşmaktaydı.
Trabzon’a yolculuk
Kara Kemal de harp sahasında hizmet edecekler arasındaydı. Seferberliğin ilanını müteakip Trabzon’a doğru yola çıktığında, yanında Mösyö Mosel ve Mösyö Kerel isimli iki kişi bulunmaktaydı. Bu kişiler Teşkilat-ı Mahsusa bünyesinde Gürcülerden oluşturulacak bir milis kuvvet için gönderilmişlerdi. Gürcülerden oluşacak milis kuvvetin olası bir Osmanlı-Rus savaşında gayri nizami harp bağlamında yararlı olacağı düşünülüyordu. Bu amaçla, Kafkasya’da bulunan kavimlerin silahlandırılması gerekiyordu.[4]
Bu çerçevede Trabzon, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından kurulan Kafkas İhtilal Cemiyeti’nin üç şubesinden birini teşkil ediyordu. Diğer iki şube Erzurum ve Van’da idi. Cemiyet genel bir Kafkas ihtilalini tertip etme görevine hizmet edecekti. Fakat Trabzon’daki Merkez-i Umumi reisinin kim olacağı konusunda fikir birliğine varılamamıştı. Seçenek olarak Rıza Bey öne sürülmüşse de kendisinin Enver Paşa’ya yakın olması sebebi ile Kara Kemal bu fikre pek sıcak bakmamıştı.[5] Cemiyet’in bir an evvel görevine başlaması için yapılandırılmasının tamamlanması ve Kara Kemal’in İstanbul’a geri dönerek Teşkilât-ı Mahsusa merkezine durumu bildirip Cemiyet’e para, silah, iaşe vb. ihtiyaçlarının tedarikini bir an evvel sağlaması gerekiyordu.[6]
Kara Kemal bu hususları halletmek için Trabzon’da bulunan katip-i mesuller ve Memduh Şevket Bey ile beraber İstanbul’a dönüş yapmıştır. Bahaeddin Şakir Bey’in Erzurum Vali Vekili aracılığıyla Talat Bey’e çekmiş olduğu beş maddeli şifreli telgrafın ikinci maddesinde, “Trabzon’dan gelen Kemal ve Rıza Beylerle Bayburd’da görüştük. Kemal Bey kafi derecede izahatla İstanbul’a gönderilmişdir” diye yazmıştır. Buradan Kara Kemal’in sadece Gürcülerle alakalı değil, genel anlamda Doğu Karadeniz teşkilatı, Kafkas İhtilal Cemiyeti yapılanması ve Rıza Bey ile alakalı hususlarda da ciddi etki ve bilgi sahibi olduğu anlaşılmaktadır.[7]
Kara Kemal İstanbul’a dönüş yaptıktan sonra Teşkilât-ı Mahsusa ve Kafkas İhtilâl Cemiyeti ile ilgili eksiklikleri gidermeye çalışmış, gönüllü kuvvetlerin oluşturulması sürecine katkıda bulunmuştur. Bu tip faaliyetleri üzerinden yola çıkarak denebilir ki Küçük Efendi Ahmed Kemal Bey’in esnaf cemiyetlerini oluşturma ve bu örgütlenmeyi meydana getirmede sağladığı başarı girdiği her alanda, sahip olduğu nüfuzu ve örgütçü kişiliğini kullanmasında yatmaktadır. Şüphesiz Kemal Bey’in Teşkilât-ı Mahsusa ile Kafkas İhtilâli Cemiyeti’nin yapılanmasında oynamış olduğu rolün 1. Dünya Savaşı yıllarında uygulanan “Millî İktisat”ta nasıl etkili olduğu da bahsedilmeye değer bir konudur.
1. Dünya Savaşı’nda Kara Kemal’in rolü
Her ne kadar daha evvel kullanılan millî söylemler ve propagandalar yaratılmak istenen “Millî İktisat” politikalarına bir altyapı oluşturmuşsa da art arda girilen savaşlar ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çok kutupluluğu bu politikaların uygulanmasını geciktirmişti. Ne var ki 1. Dünya Savaşı bu fikriyatı teoriden pratiğe dökmek için uygun bir zemin hazırlamıştı.
1. Dünya Savaşı’nın başlaması ve Osmanlı ordusunun seferber edilip savaşa katılması ile beraber üretim, iaşe vb. sıkıntılar çekilmeye başlamış, orduya tanınan imtiyazlar sivil kesimin sıkıntı çekmesine sebep olmuştu. Artık ekonomik anlamda Enver Paşa’ya bağlı Harbiye Nezareti ve Talat Paşa’ya bağlı Dahiliye Nezareti ekonomik anlamda da karşı karşıyaydı. Ulaşım henüz istenen seviyede olmadığından, iaşe işleri kolay yürüyemiyordu.
Osmanlı Devleti savaşı sürdürmek için, yanında yer aldığı sanayi ülkelerinin desteğine ihtiyaç duyuyordu. “Eskiden savaş giderleri milyonlarla ifade edilirken Cihan Harbi ile artık milyarları bulmuştu. Savaş süresince ülkelerin askerî giderleri artık bütçenin kaldıramayacağı boyutlara ulaşmış ve devletler ordu ihtiyaçlarını karşılayabilmek için olağandışı yöntemlerle satın alma gücü yaratma yoluna başvurmuşlardır.”[8]
Bu hadise sadece sanayi üretimi ile sınırlı kalmıyor, aynı zamanda şehirlerde gıda temin edilmesini de etkiliyordu. Savaşa girildiği zaman Akdeniz yolu kapanmış ve İzmir Körfezi’nde bulunan Kösten adasında İngilizler üs kurmuştu. Ticaret, çoğunlukla deniz yolu ile yapıldığından gıda sıkıntısı yaşanmaya başlamıştı.[9] Gözler, Balkan Harbi ile başlayan yenilgiler ve Birinci Dünya Savaşı’na giriş ile birlikte artık Rumeli bölgesinden Anadolu topraklarına çevrilmeye başlamıştı.[10] İç ve dış ticaret sekteye uğramış, gerek ulaşım sıkıntıları gerekse ticari gerileme baş gösterince temel ihtiyaçların giderilmesi zor bir hal almıştı.[11] İstanbul şehri artık un ve zahire sıkıntısı çekiyordu.
Kara Kemal ise İttihat ve Terakki’nin bu politikaları içerisinde esnaf örgütlenmesi bakımından büyük önem arz etmekteydi. Savaş koşulları askerî erkanın gücünü artırmakla beraber, birçok yetkinin Harbiye Nezareti aracılığıyla Enver Paşa’nın elinde toplanmasına neden olmaktaydı. Siyasal alanda ise yetkiler meclis ve kabineden çok partinin Merkez-i Umumi’sine doğru kaymıştı. Merkez-i Umumi kanadında güç ve yetkiler Talât Paşa ve Kara Kemal’in elinde toplanmaktaydı.[12]
İstanbul’da çekilen ekmek sıkıntısından dolayı İstanbul Valisi, Beyoğlu ve Üsküdar mutasarrıfları ile Ticaret ve Sanayi Odası temsilcileri Vilayet’te toplantı yapmış, Dahiliye Nazırı’nın başkanlığında Havâic-i Zaruriyye komisyonunu kurmuşlardı. Bu komisyon ile iaşe işleri düzeltilecek, ordunun ve sivil halkın temel ihtiyaç maddeleri karşılanacaktı. Savaş şartlarının getirmiş olduğu karaborsacılığın da önüne geçilecek ve gerektiğinde istif edilen maddelere el konularak piyasada uçuk fiyatlara satılan ürünlerin önüne geçilecekti. Fakat bu komisyon başarıya ulaşamamıştı. Üretici kesim, kendi mallarına el konulacağı korkusu ile ekimi sınırlandırmıştı.[13]
İttihat ve Terakki, iaşe işlerine belediye ile birlikte çözüm arıyordu. Ne var ki bu çabalar başarısızlıkla sonuçlanmış, iaşe ve diğer temel ihtiyaçların tam serbesti olarak ahaliye bırakılmasına daha evvel edinilen deneyimlere dayanarak karşı çıkılmış ve bizzat İttihat ve Terakki’nin kendi teşebbüsleriyle sorunu gidermesine karar verilmişti. Bunun sonucu olarak İstanbul merkez heyeti üyesi ve Ekmekçiler Cemiyeti Katibi İzzet Bey’in başkanlığında Heyet-i Mahsusa-i Ticariyye isimli bir kuruluş oluşturuldu. Kuruluşun amacı, İstanbul’da bulunması zor olan şeker, gaz, bulgur, arpa, yağ, sabun, pirinç, mercimek, zeytin gibi temel ihtiyaçların giderilmesini sağlamaktı.[14]
Heyet-i Mahsusa-i Ticariyye, iaşe işlerinden büyük kârlar elde etmiş, kuruluşun denetimini Kara Kemal üstlenmişti. Ahmed Kemal Bey’in örgütçü kişiliği daha sonra burada da kendisini gösterecek, onun sayesinde elde eden kazançlarla millî şirketler açılacak ve millî bir banka kurulacaktır.
İstanbul’daki un, buğday ve ekmek sıkıntısı gün geçtikçe artıyordu. Tıpkı 1980’lerin Türkiye’sinin yağ kuyruğu gibi o dönemde de karne ile ekmek satışı başlamıştı. Her mahallede bunu denetlemek zor olduğundan belediye aracılığıyla denetim yapılması sağlanmıştı.
Hükümetin kendi elleriyle oluşturmuş olduğu bu kurum gerek asker gerekse sivil kesimin sıkıntı çektiği ürünleri özellikle yurt içinden temin etmeye çabalıyordu. Daha evvel de belirttiğimiz üzere Rumeli topraklarından ümit yavaş yavaş kesilmeye başladığı için artık ilgi Anadolu’ya yönelmiş, Konya Ankara gibi topraklardan gerekli ihtiyaçlar getirtilmeye çalışılmıştı.
Ahmed Kemal Bey bu durumu hem çözmek hem de yerli sermayeyi güçlendirmek adına girişimlere başlamıştır. Onun öncülüğünde oluşturulan millî şirketlerin ilki olan Millî Mahsulat Anonim Şirketi 23 Ağustos 1915 tarihinde kurmuştur.[15] Bu şirket toplam 200 bin liralık sermaye ile kurulmuş ve sermayenin yarısı Anadolu tüccarına ödetilmiştir. Anadolu Millî Mahsulat Osmanlı Anonim Şirketi’nin temel işlevi tahıl, tarım, koyun, yün gibi ürünlerin alımı ve satımı ile ilgilenmekti. Kara Kemal’in kurmuş olduğu bu şirketin diğer bir vazifesi ise Konya-Ankara-Bağdat hatları arasında ihraç edilen hububat, tiftik, yapağı, yün, deri ve afyon gibi ürünlerin alımını ve satımını sağlamaktı.[16] Tıpkı bir hücre çekirdeği gibi oluşturulan bu şirketlerin kârları ile diğer şirketler meydana getirilmiştir.
Ahmed Kemal Bey ikinci şirket olan Millî İthalat Kantariye Anonim Şirketi’ni 6 Eylül 1916 tarihinde kurdu.[17] Bu şirketin temel amacı ihtiyaç duyulan şeker, yağ, pirinç, kahve benzeri ürünlerde küçük ciro yapan bakkal gibi esnafların ihtiyaçlarını karşılamaktı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eli artık küçük esnafa da uzanıyor ve onların yükselip ülkenin millî burjuvası olacak düzeye erişmesini sağlamaya çalışıyordu. Ekonomi ise savaş sonrasını da düşündürecek hale gelmişti ve düzgün bir kapitalist sınıf ile bu döngüde gerekli adımların atılması için zemin oluşturuyordu. Kurmuş olduğu bu ikinci şirket ile dahil ve hariçten kantariye ve bakkaliye eşyası getirmek ve bunun üzerinden komisyon sağlanmasına çabalanmıştı. Aynı zamanda kurmuş olduğu bu şirket yerel bakkallara şeker, yağ, pirinç, kahve gibi temel maddeleri de dağıtıyordu. Dolayısıyla esnaf kesimi her zaman denetim altında tutulabiliyordu.[18]
Ahmed Kemal Bey üçüncü şirketi olan Millî Ekmekçiler Anonim şirketini 12 Aralık 1916 tarihinde kurdu.[19] Görevleri buğday, un ve undan üretilen malları üretmekti. Kurulan dördüncü şirket Millî Mensucat A.Ş oldu. 100 bin lira ile açılan bu şirket yün, pamuk, keten, kenevir, iplik, kumaş gibi ürünlerin üretimini tesis etmeye çalışıyordu.
Tüm bu şirketlerin iki açıdan faydalı olduğu söylenebilir; gerekli iktisadi altyapının oluşturulması ve Kara Kemal’in siyasi gücünün artırılması. Bütün bunlar yapılırken eleştirilerde beraberinde geliyordu. İstanbul halkının savaş nedeni ile artan yokluğu fırsat bilen bazı kimseler “memlekette yetişmediği için dışarıdan getirilmesi gereken şeker gibi bazı gıda maddelerini inhisara (tekele) alıp çok yüksek fiyatlarla halka satmaya çalışıyorlardı”. Üretim savaş koşulları nedeni ile düşüşe uğruyordu.[20]
Üretimlerin yeni ekonomik koşullara göre planlanmasından ötürü bölgeler ve sektörlerin talep artışları ve üretimlerde yaşanan azalmalar bölgelere göre büyük farklılıklar gösteriyordu.[21] Bu koşullar içerisinde hükümete ve Kara Kemal’e eleştiriler fazlası ile artmıştı. Halkı iaşe etmek maksadı ile kandırdıklarını söyleyen muhalifler, hükümete ve Kara Kemal’e yükleniyor, savaş koşullarında halkı fakirleştirip kendilerini ve taraftarlarını zenginleştirdiklerini iddia ediyorlardı.[22] Yapılagelen ticaretler deşilmeye başlamıştı; un ticaretinden vagon ticaretine kadar her husus artık muhalefetin dilindeydi. Seferberlik başladığında İstanbul’da meydana gelen ekmek sıkıntısının çözümü için dönemin şehremini Cemil Topuzlu yaşanan sıkıntı için Romanya’dan un getirtmek istemiş, fakat karşısında Kara Kemal’i bulmuştu. Kara Kemal kendi kurmuş olduğu şirketler aracılığı ile unu daha yüksek bir rakama Anadolu’dan getirtmek istiyor, Cemil Topuzlu buna karşı çıkıyordu. Kara Kemal ise yerli esnafın kazanması gerektiğinde ısrar ediyordu.[23] Sonuçta Ahmed Kemal Bey istediğini yaptırmakla kalmamış, aynı zamanda Cemil Topuzlu’yu şehremini görevinden aldırarak yerine kendi yakını olan İsmet Bey’i getirmişti. Tüm bu konular yoğun bir şekilde eleştiriliyor ve hükümet, muhalefet tarafından sıkıştırılıyordu.
Kara Kemal’in bu mükemmel teşkilatlanması, Merkez-i Umumi toplantısında kendisine sadrazamlık görevi verilmesini sağlamasıyla güç kazanmış, kendisini durdurabilecek bir kuvvet neredeyse kalmamıştı.[24]
Dönemin en kârlı işlerinden biri de vagon ticaretiydi, zira üretilen ürünlerin ulaşımı için vagon gerekmekteydi ve o dönemde vagon sahibi olan bir kimse ekonomik anlamda ileri düzeyde sayılıyordu. Kara Kemal de iaşe işlerini yürütürken kendi esnaf cemiyetine öncelik tanıyor, bu sayede vagon ticaretinden de paye alabilmelerini sağlamaya çalışıyordu. Girişilen tüm bu işlerin millî burjuvazi yaratma amacı taşıdığını savunuyordu. Nitekim bu baskılar sonucunda İttihat ve Terakki Kongresi’nde Kara Kemal izahat yapmak durumunda kalmıştır. Tabii kongreden Kara Kemal’in samimiyetine güvenildiği sonucu çıkmış, kendisi ayriyeten tebrik edilmiştir.
Tıpkı Teşkilat-ı Mahsusa’da olduğu gibi Kemal Bey kurduğu şirketlerde de hücre sistemini uyguluyor ve bir şirket diğer şirketin sermayesini oluşturuyordu. Bu şirketler kurulurken de sermayenin yarısı Heyet-i Mahsusa-i Ticariyye’nin daha evvel bahsetmiş olduğumuz kazançlarıyla karşılanmıştı. Savaş döneminde bu şirketler ciddi kazançlar elde etmişler ve millî burjuvazi oluşturma yolunda kurulan ilk ve en ciddi “millî” şirketler olarak tarihteki yerlerini almışlardır.
Kemal Bey, kurmuş olduğu şirketlerden oluşan kâr payelerini değeri 700 bin lira olan yapağıya yatırmıştı. İttihat ve Terakki Fırkası bu kazancın kazananlarda kalmasına karar vermiş ve eldeki para ile 300 bin ve 400 bin liralık iki vakıf kurulmuştu.[25] Bu vakıflardan Teşkilat-ı Mahsusa ve Kafkas İhtilal Cemiyeti’ni örgütleyen Memduh Şevket Bey de hisse sahibiydi.
Kara Kemal öncelikle görev aldığı Heyet-i Mahsusa-i Ticariyye aracılığıyla şirketler kurup esnafı birlik haline getirmiş, elde etmiş olduğu kârlar sayesinde millî bankanın temelini atmış ve Milli İktisat Bankası’nı kurarak ciddi bir yapılanmaya gitmişti. Daha sonra oluşturduğu vakıflara ve cemiyetlere gelen kişilerden alınan ücretin %51’ini aktarıyor ve kazanılan paraların da hayır işlerinde kullanılmasını sağlayarak daha fazla destek bulmayı hedefliyordu.
Sonuç olarak İttihat ve Terakki ekonomik örgütlenme için yapılandırmaya giderken söz konusu yapılanmanın görünür yönü halkın ve ordunun gereksinmelerini karşılamaktı, ne var ki asıl amaç savaşın yaratmış olduğu sıkıntıları avantaja çevirip savaş bitiminde ülkenin iktisadi kalkınması için bir altyapı oluşturmaktı. Bu uygulamaları bazı yazarlar devletleştirme olarak yorumlarken aslında dönemin yazarlarından Tekin Alp’in de belirttiği üzere kapitalist sistemi rayına oturtmak ve millî burjuvazi yaratmak adına Amerika’da uygulanan “New Deal” programına benzer bir programdı.[26]
Ahmed Kemal Bey ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne bizzat kendisi tarafından sokulan Memduh Şevket Bey 1908’de meşrutiyet devriminin başarıya ulaşması ile beraber esnaf cemiyetlerini teşkilatlandırmaya çalışmışlar ve Esnaf Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Oluşturdukları bu yapı ve başarıları İttihat ve Terakki’nin sivil kanadının güçlenmesini sağlamıştır. Kendilerine göre esnaf ve özelikle küçük girişimciler, kapitalizm nedeniyle en çok kaybeden gruplar oldukları ve İstanbul içerisinde en büyük nüfusu teşkil ettikleri için onları kuvvetlendirip burjuvazi yaratmak, kapitalist dünyada yer almak açısından avantajlı olacağı gibi parti için şehir içinde kuvvetli bir alt yapı da sağlayacaktı.[27]
Bunları denetlemek isteyen Kara Kemal şirketlerini oluşturduktan sonra artık tüm yetkileri kendi elinde toplamıştı ve hükümetten ziyade onun oluşturduğu teşkilatların sözü geçmeye başlıyordu. Artık Cemiyet-Fırka ikileminin tam merkezine yerleşmişti Kara Kemal. Her ikisinin de üstünde hakimiyeti vardı. Bu esnaf cemiyetleri artık daha evvel olduğu gibi yeniçeri mantığının işlediği birer oluşum haline gelmeye başlamış ve bir nevi gayri meşru denetleyici unsurlar olarak, adeta ekonominin milis kuvvetleri gibi görev yapmaya başlamışlardı.
Bu düzen içinde Kara Kemal ittihatçıların kara kutusu olarak hep arka planda kalmış, fakat çoğu şey onun kontrolünde ve elinde gerçekleşmiştir. Mesela iaşe işleri İaşe Umum Müdüriyeti’ne bağlandığı zaman bile, Kemal Bey 1. bölge iaşe reisi olarak görev yapmaya devam etmiştir. Bu, kendisinin görevden alınamayacak kadar korkulan birisi olduğuna delildir. Zira hamallardan fırıncılara kadar kaba kuvvet uygulayabilecek her unsur onun kontrolü altında olduğu için her an ayaklanma yaratabilecek bir imaj çizmiştir.
Ne var ki tüm bu başarılar savaşın kaybedilmesiyle heba olmuş ve Ahmed Kemal Bey ilk başta tutuklanıp serbest bırakılmış,[28] ardından Malta adasına sürgüne gönderilmiştir.[29] Her ne kadar Kara Kemal diğer sürgündeki İttihatçı kadro ile kaçmayı başarsa da Kemal Tahir’in Kurt Kanunu romanında konu edildiği gibi dönemin faturası Cumhuriyet Türkiyesi’nde yaşayan İttihatçı kadroya kesilmişti. Artık Cumhuriyet Türkiyesi’nde İttihatçılara sempati yoktu, milliyetçiler olarak adlandırılan Mustafa Kemal’in ekibi, yani “ Kemalistler” vardı, bir de diğerleri diye anılan “İttihatçılar.”[30] Kara Kemal, Mustafa Kemal’e yapılan suikast girişiminin sanığı olarak yargılandığı dönemde arkadaşının evinde saklanırken polis baskın yapınca kümese sığınıp orada intihar etmiştir.
[1] Yusuf Hikmet Bayur. Türk İnkılâbı Tarihi C. 3 Kısım 4, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s. 868
[2] Osman Selim Kocahanoglu, Atatürk’e Kurulan Pusu, Temel Yayınları, İstanbul, 2005, s. 781
[3] Arif Cemil. Birinci Dünya Savaşında Teşkilât-ı Mahsusa, Arma Yayınları, İstanbul, s. 13
[4] Arif Cemil. A.g.e., s. 28-29
[5] Arif Cemil, A.g.e., s. 34
[6] DH. ŞFR., 443-77, 24 Eylül 1330 (7 Ekim 1914)
[7] DH. ŞFR., 443, 13 Eylül 1330 (26 Eylül 1914)
[8] Zafer Toprak, İttihad Terakki ve Cihan Harbi Savaş Ekonomisi ve Türkiye’de Devletçilik, Homer Kitabevi, İstanbul, 2003, s. 99
[9] İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Cumhuriyetin Harcı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 4
[10] Mahir Aydın, Savaşın Bitirdiği Doğu Açılımı: Tahsin Uzer Bey’in Van Valiliği (1913/1914), s. 540
[11] Ali Akyıldız, Anka’nın Sonbaharı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 148
[12] İlhan Tekeli ve Selim İlkin, A.g.e., s. 7
[13] Zafer Toprak. A.g.e., s. 270-273
[14] Ali Akyıldız, A.g.e., s. 149
[15] DUİT, 65-1/11-1
[16] İlhan Tekeli ve Selim İlkin, A.g.e., s. 19
[17] Duit,65-1/ ŞD, 1255/38
[18] İlhan Tekeli ve Selim İlkin, A.g.e,, s 19
[19] Duit 65-1/12-1; ŞD, 1266/6
[20] Rauf Orbay, Siyasi Hatıralar, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 79
[21] Selim İlkin ve İlhan Tekeli, Cumhuriyetin Harcı Köktenci Modernitenin Ekonomik Politikasının Gelişimi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 11
[22] Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki’nin Son Günleri: Süikastler ve Entrikalar, Bengi Yayınları, İstanbul, 2007, s. 91-92
[23] Selim İlkin ve İlhan Tekeli, A.g.e., s. 13
[24] Mithat Şükrü Bleda, İmparatorluğun Çöküşü, Destek Yayınevi, İstanbul, s. 112
[25] İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Cumhuriyetin Harcı Köktenci Modernitenin Doğuşu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 364
[26] Nevin Coşar, Türkiyede Devletçilik, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1995, s. 73-75
[27] Selim İlkin ve İlhan Tekeli, A.g.e., s. 358-360
[28] Cavid Bey, Felaket Günleri: Mütareke Devrinin Feci Tarihi, Temel Yayınları, İstanbul, 2000, s. 50
[29] Bilal N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2009, s. 134
[30] Eric Jan Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s. 26