İç savaş mı istiyorsunuz!
İbrahim KARAGÜL 08 Mayıs 2007
Durum, bir muhtıranın ötesine geçti. Askeri müdahale ihtimalinin, cumhurbaşkanlığı seçiminin, rejim tartışmasının, laikliğin, başörtüsünün, kurumların denetiminin, siyasi ve ekonomik iktidarı elde tutmanın, asker-sivil restleşmesinin, demokrasi mücadelesinin dışına çıkarak derin toplumsal bölünme, ayrışma, kamplaşma ve hesaplaşma çizgisine doğru sürükleniyor.
Cumhuriyet tarihi merkez iktidarın, iktidarı kaybetme riski gördüğü, kurucu felsefeden uzaklaşıldığı hissine kapıldığı anda başvurduğu müdahaleler tarihidir. Gerekçe her zaman vardır ve hep değişkendir. O günün şartlarına göre popüler tehdit neyse gerekçe de odur. Bu ya komünizm olur, ya iç çatışmalar olur, ya ülke bütünlüğü olur, ya “İslamcı tehdit” olur. Ama amaç değişmez, hedef değişmez, yöntem değişmez.
Müdahaleler hep ülke için, halk adına yapılır. Ama halk desteğinin ne olduğu, ne kadar olduğu, halkın ne kadar bu müdahalelerin yanında olduğu hiçbir zaman bilinmez. Daha doğrusu halk adına yapılan müdahalelerde halk hiçbir zaman yoktur.
Bu sefer farklı bir durum var ortada. Bu sefer, toplumsal bölünme işaretleri, tepedeki iktidar mücadelesinin önüne geçti. 28 Şubat'ta uygulanan toplumsal ayrıştırma stratejisi bile sokaklara böyle yansımadı. Onca çabaya, onca karalamaya, onca sınıflandırmaya, iyi-kötü listelerine rağmen bu tür bir saflaşma başarılamadı. Sermayenin rengine, ideolojik kamplar üzerinden yürütülen çatıştırma senaryolarına, yine rejim tehdidi üzerinden pazarlanan tehdit kampanyalarına rağmen çatışma tepede, dar iktidar çevreleriyle sınırlı kaldı.
Bugünkü süreci izleyenler, üzerinde yorumlar/analizler yapanlar, ayrışmayı aynı şekilde tanımlıyor. Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla, yeni seçim süreciyle, parlamentoya girecek partilerle, Meclis'teki milletvekili dağılımıyla sınırlı sanıyor. Krizin tırmanmasının ya da çözümünün bu süreçlerin etkisiyle sınırlığı olduğuna inanıyor.
Bence bu bir yanılgı, çok ciddi bir yanılgı. İlk kez, toplumsal ayrışma askeri müdahale senaryolarının önüne geçti. Bu ayrışmanın zamanla kamplaşmaya daha sonra da çatışmaya dönüşüp dönüşmeyeceğinden kim emin olabilir?
Bu yönüyle kriz, tepedeki iktidar mücadelesinden, ideolojik mücadeleden, semboller ve sloganlar üzerinden yürütülen restleşmeden daha fraklı bir boyuta, sokağın bölünmesine, ayrışmasına dönüştü. Bugün laiklik üzerinden kendini hissettiren ayrışma böyle giderse etnik ayrışma, mezhepsel ayrışma şeklinde kendini göstermeye başlarsa ne olacak?
Kavga tepeden sokağa yansırsa ne olacak? Tandoğan'da, Çağlayan'da toplanan yüz binlerin, laikliği koruma, rejimi koruma, ülke bütünlüğünü koruma adına Türkiye nüfusunun ezici bir çoğunluğunu yok sayması, daha sonra bu çevrelerle “birlikte yaşamaya hayır”a dönüşürse ne olacak? Sokaktaki bu ayrışma, yarın “diğer taraf”ın da sokaklara yüz binleri yığmasına neden olursa ne olur? Sokaktaki gövde gösterisi barışçı, demokratik tepki olarak kalabilir mi?
Burası Türkiye! Böyle bir durum olmasa bile bir sabah hepimizi şaşırtan şiddet eylemleriyle sarsılabiliyoruz. Yüz binlerin sokağa akmasından medet umanlar, demokratik sınırlar içindeki taleplerle şiddet arasındaki ince, belirsiz çizgiyi hiç düşünmüyor. Bir küçük kıvılcım, Türkiye'ye geri dönülmez bir noktaya sürükleyecektir.
Bu aşamada “Ülke bütünlüğü” için yürüyenler, ülke bütünlüğü için sokakları teşvik edenler, ülkeyi bölünmenin; parçalanmanın eşiğine getirecektir. Ayrışma çatışmaya dönüştüğü anda kaybedilen ilk şey Türkiye'nin bütünlüğü olacaktır. Olası bir askeri müdahalede ise ilk tartışma konusu Güneydoğu olacaktır.
Mesele haklı-haksız, laiklik/İslam, yerli/yabancı, sivil/asker meselesi de değil. Bu tehlike Baykal'ın “Anayasa Mahkemesi'nden ters bir karar çıkarsa, Türkiye çatışmaya sürüklenebilir” cümlesiyle de sınırlı değil.
Sokaktaki kamplaşmanın çatışmaya dönüşmesi riskinin gerçekleşmesi Türkiye'nin dağılma sürecini başlatabilir. Türkiye'nin bütünlüğünü isteyenler, birlikte yaşama iradesini de yok ediyor ve belki de farkında olmadan ülkenin bölünmesine zemin hazırlıyor.
Çünkü böyle bir çatışma demokrasi mücadelesi olmayacak, tepedeki iktidar çatışmasıyla sınırlı kalmayacak. Bu çatışma, toplumsal bölünmeyi kontrolden çıkaran bir çatışma olacak. Belki bir etnik savaşa, iç savaşa yol açacak.
Ama inanıyoruz ki, bu ülkenin ezici çoğunluğu böyle bir felaket senaryosuna karşı. Bu basiretsizliğe duyarlı, ayrışmayı değil kaynaştırmayı tercih ediyor. Tek umudumuz bu derin bilinç…