Darbeciler sömürgecilere karşı
Bahadır Kaynak 01 Ocak 1970
26 Temmuz’da Nijer Devlet Başkanı Bazoum’un devrilmesiyle sonuçlanan askeri darbenin ne bizim ne de uluslararası siyasetin gündeminde önemli bir yer tutması bekleniyordu. Sık sık gerçekleşen askeri müdahalelerle yarım yamalak demokrasileri kesintiye uğrayan Sahraaltı Afrika ülkelerinin konuyu çalışanlar dışında pek kimsenin radarında olduğu söylenemez. Buna rağmen darbenin ardından yükselen bölgesel gerilimle Türkiye’de de Nijer darbesinde anti-kolonyal, anti-emperyalist bir damar arama, buradan son zamanlarda ülkede güçlü bir eğilim haline gelen Batı karşıtlığına selam gönderme çabaları gözlendi. Nijer kimilerine göre küresel bir trend haline gelen, Batı emperyalizminin ricatının duraklarından birisiydi.
Bir yanıyla Afrika, en azından son 150 yıldır, Avrupalı güçlerin en hoyratça sömürdüğü, kolonyalizm çağı kapanalı yarım yüzyıldan daha fazla olduğu halde ellerini üzerinden çekmediği bir coğrafya. Nijer’in de içinde bulunduğu Batı Afrika’nın büyük bölümünün sömürgeci ülkesi ise bugünkü krizde de adı sıkça geçen Fransa’ydı. Kuzey Afrika’daki daha erken başlayan maceraları bir yana, Fransızlar kara kıtadaki saldırgan politikalarına Avrupa’daki büyük yenilgileri sonrasında girişmişti. 1870’de Prusya karşısında uğradıkları hezimet sonrası dikkatlerini Afrika’ya yöneltmiş, diğer Avrupalı güçlerle yarışarak kıtanın en büyük koloni imparatorluğunu kurmuşlardı.
Fransa’ya bu ağır yenilgiyi tattıran zamanın Alman şansölyesi Bismarck ise Paris’in bu yeni tutkusunu hararetle desteklemişti. Yenilginin rövanşını almakla uğraşmak yerine uzak coğrafyalarda macera peşinde koşmakla meşgul bir Fransa Almanya’nın mutlulukla karşılayacağı bir gelişmeydi. Diğer Avrupalıların sömürge kapma yarışını kayıtsızca izleyen Bismarck ise önündeki Avrupa haritasını göstererek, “İşte benim Afrika kıtam” diyordu.
Bu iki farklı tutum bugüne kadar birbiriyle çekişen, bu koca kıtaya ilişkin gelişmiş ülkelerde birbiriyle yarışan görüşlerden kaynaklanıyor. Birincisi Afrika kıtasını uçsuz bucaksız zenginliklerin vadedilmiş kıtası olarak görüyor. Sömürgecilik yarışının arkasında işte bu hazine avcılığı hesabı yatıyordu. Bismarck’ın öncülü olduğu diğer grup içinse Afrika kıtası ve belki diğer sömürgeler bunca emeğe, savaşa değmezdi. Asıl çözülmesi gereken mesele hemen burunlarının dibinde Avrupa’daki hakimiyet kavgasında yatıyordu.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir 20 yıl içinde kimi zaman kanlı ama çoğunlukla barışçıl biçimde sömürge imparatorlukları tasviye edilirken ikinci görüşün ağır bastığı bir iklime girilmişti. Hiçbir gelişmiş ülke kendisine özel bir sömürge imparatorluğu kurmaya çalışmamalı, ticaretin ve finansmanın serbestçe mecrasını bulduğu, herkese eşit koşullar sağlanan bir küresel sistem kurulmalıydı.
Bu idealist dünya görüşünün karşısında ise bugünlere kadar hala yeni koloniciliğin sürdüğü, ABD’nin ve Avrupa’nın eski sömürgeci güçlerinin daha sinsi metotlarla Afrika ve diğer üçüncü dünyayı sömürdüğü iddiaları süregeldi. Eski efendiler belki doğrudan değil ama, yerli işbirlikçileri sayesinde kendi imtiyazlarını korumakta, üçüncü dünya ise geri kalmışlık çukurunun içinde debelenmekteydi.
İşte Nijer darbesine romantik yaklaşanlara göre askeri müdahale bu yeni sömürgecilere bir tokat indirmiş, başta eski kolonyal güç Fransa ve küresel hegemon ABD olmak üzere, Nijer’in kanını emenlerin kurduğu oyun bozulmuştu. Darbecileri destekleyen göstericilerin taşıdığı Rus bayraklarıysa direniş cephesinin umudunu nerede aradığını gösteriyordu. Uzun süredir kendisini ABD hegemonyasının karşısındaki güç olarak konumlandıran Putin’in çabaları böylece karşılık görmüşe benziyordu.
Olan bitene biraz daha dikkatli bakarsak, darbeyi ABD-Fransa ortaklığına karşı Rusya’nın bir zaferi olarak yorumlamak, göstericilerin ellerindeki bayraklara fazla anlam yüklemek, kolaycılığa kaçmak olacak. 26 Temmuz’da gerçekleşen darbenin arkasındaki general Tchiani de anti-emperyalist bir söylem kullanmakla beraber bunun arkasındaki kitleyi konsolide etme amacı taşıma ihtimali yüksek.
Darbeyi herhangi bir üçüncü dünya politik çalkantısından ayıran şeyse işin içine bölge ülkelerinin girme riski. Aslında ekonomik bir birlik olan Batı Afrika Ekonomik Topluluğu’nun (ECOWAS) darbe gerçekleştikten sonra demokratik hükümetin restore edilmesi için verdiği ültimatom işi karmaşıklaştırıyor. Adı ekonomik topluluk olsa bile örgütün daha önce de bölgesinde askeri müdahalelerde bulunmuş olması, son olarak da 2017’de Gambia’da benzer bir durumda başarılı bir girişimde bulunması suları ısındırıyor. ECOWAS’ın en büyük ülkesi Nijerya’nın cumhurbaşkanı Tinubu’nun konuyla özel olarak ilgilenmesi ve ültimatomun arkasına askeri güç koyma niyeti bir savaş ihtimalini doğuruyor. Nijerya bölgenin ekonomik büyüklük ve nüfus olarak en büyük ülkesi olmakla kalmıyor aynı zamanda iki yüz binin üzerinde askeri, savaş uçaklarıyla Batı Afrika’nın hakim gücü olarak göze çarpıyor.
Geçen pazar günü süresi dolan ültimatomun ardından her an bir askeri müdahale ihtimali sürüyor. ECOWAS’ın açık tehditleri ve Afrika Birliği’nden aldığı desteğe karşı Nijer’deki çiçeği burnunda askeri yönetimin arkasında iki komşu ülke, Mali ve Burkina Faso var. Onlar da askeri rejimlerle yönetildiği için ECOWAS üyelikleri askıya alınmış durumda. Böylece topluluğun -eşit biçimde olmasa da- düşman iki bloka dönüştüğü söylenebilir.
Askeri metotlara hemen başvurulmasa dahi özellikle Nijerya’nın elinde, darbecilerin hayatını zorlaştıracak araçlar mevcut. Nijer’in elektriğinin yüzde 70’ini sağlayan Abuja hükümeti hemen şalteri indiriverdi. Ayrıca Nijer’e sivil uçuşları durduracak biçimde bir uçuşa yasak bölge ilan ederken ECOWAS üyeleri darbeyle bağlantılı kişilerin mal varlıklarını da dondurdu.
Batı Afrika Ekonomik Topluluğu’nun bu tasarrufları ABD ve Fransa tarafından da tamamen destekleniyor. Nijer’in ekonomisi için yaşamsal bir öneme sahip dış yardımları Washington yönetimi bir çırpıda kesiverdi. Daha önceki yönetimle sıkı bağları bulunan Amerikalılar Nijer’de iki insansız hava aracı üssü kurmuştu. İddialara göre buradan Sahel bölgesinde çok aktif olan Boko Haram, El-Kaide gibi örgütlere operasyonlar gerçekleştiriyorlardı. Fransızların Nijer’deki çıkarları ise daha da kritik önemde. Enerji ihtiyacının yüzde 70’e yakınını nükleer santrallerden karşılayan Fransa uranyum için Nijer’in üretimine ihtiyaç duyuyor. Her ne kadar ülkedeki uranyum stokları dünyadaki rezervlerin yüzde 4’ü civarında olsa bile anlaşılan Fransa bu kaynağın nispeten güvenli ve sürdürülebilir olduğunu düşünüyordu. Bu rezervlerin rakip bir gücün kontrolüne girmesi ihtimali Paris’te canları sıkıyor olmalı.
Rakip güç derken gözlerin hemen Rusya’ya ve bölgede konuşlu Wagner’e dönmesi çok doğal. Mali’de de operasyonlarını sürdüren Wagner’in darbe yönetimi tarafından kurtarıcı olarak görülmesi şaşırtıcı olmamalı. Hele ECOWAS koordinasyonuyla bir askeri müdahale beklenirken böyle güçlü bir müttefik Nijerli generaller için can simidi olabilir.
Ülkenin jeopolitik önemini anlatmak için kullanılan bir diğer açıklama da Nijerya’dan Akdeniz sahillerine uzanacak boru hattı güzergahının üzerinde bulunması. Ancak bu projenin ekonomik rantabilitesi kuşkulu olduğundan meselenin uranyum stokları ve askeri üslerle bağlantılı olması daha akla yakın.
Gerekçe her neyse çoğumuzun harita üzerinde bile bulamayacağı bir ülke ve onun komşuları kanlı bir savaşın eşiğinde duruyor. Afrika’nın savaşları doksanlı yıllarda Kongo’da gördüğümüz gibi ne kadar kanlı olursa olsun dünya kamuoyunda yeterli ilgiyi çekmiyor. Benzer biçimde, gözlerden uzak bir şiddet patlamasının eşiğinde olmadığımızı umalım.
Bizim içinse uzunca bir süredir bir ucuyla bize dokunmayan bir uluslararası krizin ortaya çıkması belki bir teselli. Olan biten yeni kolonyalizm karşıtı mücadele midir, yoksa bölgedeki kırılgan demokrasilerden birine kıyan generallerin marifeti midir konforlu koltuklarımızdan ahkam kesmeye devam edebiliriz.