İdeal Politik ve Real Politik
Durmuş Hocaoğlu 01 Ocak 1970
İdeal Politik ve Real Politik terimleri daha ziyâde hâricî, yâni milletlerarası siyâsette kullanılır ve mânâları da esas îtibâriyle ‘ideal’ ve ‘real’ ayrımında mündemiç olup, hulâsaten şu merkezdedir: İdeal Politik “olması gereken” politikadır, Real Politik ise “olmakta olan”.
İdeal Politik, asıl olarak ’iyi ve doğru’ idealine yönelmiş, yeryüzünde, insanlar arasında, iyi ve doğru olanı yaşanır bir şekilde tahakkuk ettirmeyi amaç ittihaz edinmiş bir politika anlayışı olup, aynı zamanda ve öncelikle felsefenin konusudur. Tabiatiyle, bir ideal politikanın gerçekleştirilebilmesi için birçok şeye kesinkes şart mertebesinde gerek vardır ki bunların en başında geleni de hiç şüphesiz - siyâsetin öznesi de nesnesi de insan olduğuna binâen - “ideal insan” dır ve İdeal Politik’in en büyük zaafı da burada ortaya çıkmaktadır: Çünkü, ‘ideal’ kelimesinin bir kavram olarak, bâni’i Platon tarafından yapılan târifine bakacak olursak, umûmiyetle sanıldığının aksine, ‘en iyi’, ‘en mükemmel’ değil, bilakis, ‘yeryüzünde gerçekleştirilemeyecek kadar iyi ve mükemmel’ demek olduğunu görürüz. Bu, ‘ideal’in platonik târifi; ancak, onun da platonik olmayan - daha açıkçası ‘real’ olan - versiyonu, “mümkün olduğu kadar iyiye ve doğruya yaklaşan” siyâset anlamında olup, bu anlamıyla bizzat Platon tarafından da savunulan bir idedir.
Real Politik ise, siyâsette “olması gereken”e, yâni ‘ideal’e değil, “olması mümkün olan”a, yâni ‘real’e yönelmeyi ifâde etmektedir ve teknik bir terim olarak da ilk defa August Ludwig von Rochau (1810-1873) tarafından 1853 yılında kullanılmıştır.
İmdi bu iki siyaset türü bütün tarih boyunca çatışıp durmuştur ve işin en dikkat çekici yanı da şudur ki, her ne kadar teknik bir terim olarak mâzisi bu kadarcık kısa olsa bile, felsefe olarak olmasa da, tatbîkat olarak kökenleri muhtemelen İdeal Politik’ten daha da eskiye dayanmakta olan Real Politik, bütün tarih boyunca fiilen tatbîkatta ve mer’iyyette kalmış olan ve hâlen de olmaya devam eden tek siyâset türü olmuştur.
Nasıl ki İdeal Politik’in en büyük fikir üstâdı Platon (Eflâtun) ise, Real Politik’in de - bu kelimeyi hiç kullanmamış olmakla berâber - en büyük fikir üstâdı da, kanâatimce, Makyavel’dir (Niccolo Machiavelli; 1469-1520). Aslında insanlar Makyavel’i “siyâsî ahlâksızlığın filozofu” olmakla itham ederlerse de bence bu bühtandır; O, sâdece, “insanın insan üzerine oynadığı en büyük oyun” olan siyâsetin en acı, en merhametsiz kurallarını büyük bir açıkyüreklilikle dile getirmiştir, mes’ele bundan ibârettir.
İmdi: İdeal Politik’in - her ne kadar ‘ideal’in içinde mündemiç olan iyi ve mükemmel kavramlarının muhtevâları hakkında tam bir mutâbakat hâsıl olamayabilirse de - elbet de, prensip olarak daha iyi ve daha insânî olduğu şüphe götürmez; ancak, mükemmele yönelmek, dikkatli davranılmayacak - yâni realitenin katı prensipleri hafifsenecek olursa - bu defa kör bir romantizme yol açarak bir zaafa düşülmesine ve bu ise, mükemmele giden yolda gayret sarfedenler için, tam aksine, kendi kendisini imhâ eden birtakım sonuçlara sebebiyet verebilir.
Nitekim, Real Politik’in lânetlenmiş filozofu Makyavel, ‘mükemmel’in, ‘iyi’nin düşmânı olduğunun bilincinde olarak, “insan insanın kurdudur” prensibini ciddiye almadan, mükemmele, yâni romantik iyiye yönelenlerin nasıl realite tarafından cezâlandırılabileceğini îkaz etmek üzere şu tarihî öğüdünde bulunmaktadıur [Hükümdar., Bab: XV]:
“Birçok kimseler öyle hükümdarlıklar, öyle cumhuriyetler tasavvur etmişlerdir ki, böyle şeyler ne görülmüş, ne de işitilmiştir. Çünkü insanların yaşadıkları tarz ile yaşamaları lâzım gelen (arzu ettikleri - D.H.) tarz arasında büyük bir mesafe vardır ki, yapılan şeyleri bırakıp da yapılması lâzım gelen şeyleri takip etmek tahaffuzdan ziyade inkiraza yaklaşmak demek olur.”
Yâni, Makyavel demek ister ki, yapabileceğinden daha fazlasını zorlama.
Cumhurbaşkanlığı seçimi için dikakte alınmasında fayda bulunan bir prensip olduğunu düşünüyorum.
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yazi-arsivi-350270h.htm
Her ülkenin aynı kürre-i arz üzerinde mukîm ve aynı fizikî kanunlara tâbi’olmakla berâber, coğrâfî iklim şartları farklı olduğu gibi, psikolojik ve siyâsî iklim şartları da farklıdır - aksi vârid olaydı, umum insanlığın bir tek millet olması iktizâ edeceğini unutmamalıyız; ülkelerin ve milletlerin tarihî gelişimlerinden ve karakter ve niteliklerinden bağımsız olarak ele alınması mümkün olmayan bu şartlar gözönünde tutulmaksızın yürütülecek siyâsetler ekseriyetle vâki’olduğu üzere, kayıpları kazançlarından, götürüleri getirilerinden daha fazla olan hazîn netîcelere sebebiyet verebilmektedirler. İşte, Real Politik denen şeyin dâhilî siyâsetteki versiyonunun önemi burada kendisini bâriz bir şekilde göstermekte ve bu noktada, Makyavel’in, bir önceki yazımızda aktardığımız aforizması çok mânidar bir ehemmiyet kazanmaktadır: “Elde edebileceğinden fazlasına tamah edenler, mâkul olanı da elden kaçırabilirler.” Bu, “deveyi yardan uçuran bir tutam ottur” şeklindeki Türk atasözünün bir başka formudur ki daha bir başka formu da Bouterweck tarafından dile getirilmiştir: “Bir kamışı aşırı derecede bükerseniz kırılır; çok isteyen azı da bulamaz.”
İmdi nedir Türkiye’nin nevi şahsına münhasır real politiki?
Dilerseniz bunu da bir başka teorisyenden, Gellner’den aktaralım[*]:
Türk eliti açık biçimde çok ilginç bir seçimle karşı karşı-yaydı. Batılılaşma yolundaki Kemalist miras hem demokra-siyi hem de sekülerliği içeriyordu. Bunun altında yatan tümevarım şöyleydi: Batı seküler ve demokratiktir. Batı güç-lüdür. Biz de güçlü olmalıyız. Öyleyse biz de seküler ve de-mokratik olmak zorundayız. Güçlü olmak için demokratik olmak zorundayız (çünkü demokratik Batı güçlü). Bundan ötürü, ulusal gücün bekçisi ve garantörü olan ordu, bu gü-cün önkoşullarını gözetmelidir. Bu önkoşullar, askerî ve hiyerarşik örgütlenmeye uymayan, karşıt unsurlar içerse bile, ordu o kendine has sadakat ve disipliniyle bu unsurların tümünü fark gözetmeden desteklemelidir.
Buraya kadar çok iyi. Ancak, ya söz konusu ülkenin özel koşulları içinde hem demokratik hem de seküler olunamıyorsa, ne olacak? Ya adil seçimler sonucunda, oyların bü-yük çoğunluğu dinsel yönü ağır basan bir partiye giderse ve bunu müteakip, zaferi kazanan parti Kemalist mirası tehli-keye atacak işler yaparsa ne olacak? Kısaca, Kemalist demokrasi demokratik biçimde kendi kendini sona erdirecek olursa, o zaman ne yapılacak?
Açıkça görülüyor ki, işin başında bu Batılılaşma gelene-ğine biçim verenler sözünü ettiğimiz türden bir sorunu kestirememişler ve soruna iyi bir yanıt oluşturamamışlar. Bazı entellektüellerin çabasına karşın, çok iyi bir teorik çözüm mevcut değil. Ancak, politik pratikte bir tür çözü-me ulaşılmış görünüyordu. Çözümün ne olduğunu farkettim: hiç şüphe yok ki, ayrımlardan ve nüanslardan habersiz olduğum için gerçeği basite indirgemiş ve değiştirmiş olabilirim.
İşin özünde bu pratik çözüm şu şekilde işliyordu: Adil seçimleri yapacağız- Eğer sonuç aleyhimize olursa, yani dinsel oportünistlerin ya da onlara yamanmaya çalışanların zaferi onaylanırsa, bu kararı demokrasiye olan sadakatimiz-le kabulleneceğiz. En azından bir süre için. Ama zaferi ka-zananlar fazla ileri giderlerse, Kemalist Sünnetin bekçisi olan ordu araya girerek Geleneğe ihanet edenleri cezalandı-racaktır. Ancak, geleneğe olan bağlılığımız yine sağlam ka-lacak ve bir süre sonra yeniden sivil düzeni ve demokratik seçimleri inşa edeceğiz. Eğer önceki senaryo tekrarlanırsa, biz de müdahalemizi tekrarlayacağız. Hiç kimsenin bundan kuşkusu olmasın. Ankara’da dev bir süngülü asker anıtı vardır: Eğer bu anıtın simgesel dilini iyi anlayabildiysem, sanırım yüksek sesle ve açıkça şöyle diyor: Eğer reaya ve/veya onun seçilmiş temsilcileri çok ileri giderlerse, araya gireriz ve ne yapacağımızı da herkes kesin olarak biliyor. Aşırı uçlar, ister dinî ister solcu ya da her ikisi birden ol-sun, eğer çizmeyi aşarlarsa sonucuna karışmayız. Bunu da-ha önce de yaptık, bundan sonra da yaparız. Sizi uyarıyo-ruz. Biz Geleneğin Bekçileriyiz.
Sonuçta ortaya çıkan şey, İbni Haldun’un eski ünlü teorisindekinden oldukça farklı da olsa, döngüsel politikanın yeni bir versiyonu gibi görünüyor. Ne zaman geleneğe kar-şı popüler bir sırt çevirme kabul edilebilir sınırları aşsa, ulusal geleneğin koruyucuları tarafından yukarıdan aşağı bir Kemalist saflaştırma uygulanıyor. Bu sahnenin her iki ana oyuncusunun da içsel itkilerle hareket ettikleri düşünülürse, bu sarkacın sonsuza kadar sallanmaması için pek bir sebep yok gibi.
Öyle sanıyorum mesaj alınmış olsa gerek: AKP -İdeal Politik’ten bahsetmiyorum-, Real Politik’i göz ardı ediyor ve siyâset kamışını çok fazla büküyor gibi.