Yorgun Milliyetçiler
Cezmi Bayram 01 Ocak 1970
Türk Yurdu dergisi, Ocak 2013 sayısında önemli bir tartışmanın başlamasına vesile olacak “Milliyetçilik Soruşturması Dosyası” yayımladı. Ümit ederim, mesele bu kadarla kalmaz. Yeni görüş ve fikirlerin ifadesine imkân ve fırsat addedilir. Canlı ve zengin bir Türk milliyetçiliği fikrinin ve hedeflerinin ortaya konmasına yardımcı olur. Zira buna hem ihtiyaç vardır hem de zarurettir. Esasen, Soruşturma’da kendi görüşlerimi, sorulan sorular çerçevesinde ifade etmiş olmama rağmen, verilen bütün cevapları okuduktan sonra, ayrıca ve yeni bir yazı yazmak ihtiyacı hissettim. Bundan maksadım da mesele üzerinde tartışmanın devam etmesini sağlamaktır. Böylece, ilim ve fikir adamlarımızın sorulardan bağımsız olarak fikirlerini ortaya koymalarına verdiğim önemi bir kere daha belirtmektir.
Bin Yıllık Geçmişi Olan Millet ve Milliyetçilik
Soruşturmaya cevap veren değerli ilim ve fikir adamlarının hemen tamamında, Türk milliyetçiliğinin, hangi zaruretlerle ifade edilmeye başlandığı, onun binlerce yılda, özellikle son bin yılda tekevvün etmiş bir milletin milliyetçiliği olduğu hususunda bir mutabakat vardır. Özellikle, “millet” kavramının seçilmesindeki dikkati de belirterek, onun İslâmî özelliğini vurgulamak hususu ehemmiyetle belirtilmiştir. Milliyetçilik ve ulusalcılık ayırımında bazı farklı bakışlar söz konusu olsa bile, bunun bu günkü siyasi gelişmelerin etkisiyle olduğu ve mevcut devletin “üniter yapısını korumak” noktasındaki ifade paralelliğinden kaynaklandığı, felsefî ve sosyolojik bir anlayış birlikteliği olmadığı, kolayca anlaşılabilecektir.
Burada, belki soruların tertip tarzından veya ilk okuyuşta tedaî ettirdiği duygulardan ileri gelse bile, fikir beyan eden ekseri şahsiyetlerin, miliyetçiliğin nazarî ifadesi yanında, günümüzde ve yakın gelecekte tezahür şeklinin nasıl olacağı hususunda görüşlerini belirtmemelerini önemli bir eksiklik olarak görmekteyim. Sorunun, “milliyetçilikten ne anlıyorsunuz” kısmının, böyle bir gelecek ufkunu ifade için bir zemin ve fırsat olarak değerlendirilmesi gerekirdi.
Ülkü ile İdeoloji Birbirine Karıştırılmamalı
Çünkü milliyetçilik bir ülküdür, ama bir ideoloji değildir. Onun gücü ve her dönemde tazeliğini muhafaza etmesi de kendisini ideolojinin dar kalıpları içine hapsetmemesindedir. Evet, milliyetçilik milletini sevme ve onu ebediyen var kılma gayreti ve ülküsüdür. Ama milletin her dönemde ihtiyaçları, meseleleri ve imkânları farklıdır. Milliyetçi, bu değişen şartlara göre, yeni ilgi alanları, yeni hedefler belirler ve bu yeni hedeflere ulaşmak için milletin topyekûn gayrete gelmesini sağlar.
Meselâ, Türk Ocaklarının kurulduğu yıllarda birinci mesele gittikçe küçülen vatan coğrafyası içinde âkıbeti hakkında endişe duyulan devletin bekasını ve varlığını temin idi. Bu bakımdan, milletin, bu yakın hedefi gerçekleştirmesi için yüksek bir heyecan ve iman duygusuna ihtiyaç vardı. Bu yüzden, Türk tarih ve medeniyetinin Osmanlı öncesinin bilinmesi, oradan getirilecek misallerle, içinde bulunulan durumun aşılabileceğinin gösterilmesi gerekiyordu. Aynı zamanda, sahibi oldukları Cihan devleti sona erse bile, başka ve büyük bir devlet imkân ve ihtimali daha vardı: Türk Birliği, Turan.
Bu gayretlerin neticesinde, yarım asra yakın harbeden ve mecalsiz kalmış millet dirilmiş, millî mücadeleyi yapmış, devletin devamını, yeni bir rejim ve yeni bir adla sağlamıştır.
Ziya Gökalp, bu yeni dönemde yazdığı Türkçülüğün Esasları adlı eserini iki bölüme ayırmıştır. Nazarî Türkçülük, Amelî Türkçülük. Milliyetçiler bu ayırıma pek dikkat etmemektedirler. Hâlbuki devletin devamı sağlandıktan sonra, milliyetçiliğin veya milliyetçilerin yeni alâka alanları, bu amelî sahalardır, olmalıdır. Gökalp’in bu bölümde ileri sürdüğü görüşlerin tamamına iştirak edilmeyebilir. Hatta birçoğu, bugünkü bilgi, şart ve imkânlarımızla tenkit edilebilir, reddedilebilir. Mesele burada teferruat değil, bakış açısıdır. Kastedilen şey şudur: Milliyetçi, milletinin her hal ve meselesiyle meşgul olmalıdır. Milliyetçilik, sadece tarih ve dili bilmek değildir. Elbette, bu alanlar milliyetçinin beslenme kaynaklarıdır. Ancak, bunları bilmek veya araştırmak, Türk Milliyetçisi olmak için yeterli olsa o zaman en büyük milliyetçiler, şarkiyatçıların Türkiyat alanında çalışanları olurdu. O halde milliyetçinin şarkiyatçıdan farkı, sözlerinin fiil haline gelmesidir. Yâni milliyetçiliğinin şahsında tezahür etmesidir.
Şikâyet Çok, Çözüm Teklifleri Yok
Ancak ilimlerini amel haline getirmiş milliyetçiler, millette büyük heyecan meydana getirirler. Kahraman ve mürşit de onlardır. Milliyetçiliğin cemiyeti etkilemesi ve orada bir heyecan dalgası meydana getirmesi de böyle mümkündür. Cemiyetin halinden, meselelerinden kopuk, gelecekleri hakkında bir şey söylemeyen ifadelerin, orada mâkes bulması, yankılanması ve kitleleri birlikte büyük işler yapmaya sevk etmesi ve en önemlisi birlikte olmayı ve geleceği beraber tasavvur etme ve gerçekleştirmeye çalışma ve gayret etme iradesinin ortaya konması mümkün değildir.
İşte, Türk Yurdu’nun Ocak-2013 sayısında yayımlanan cevaplarda en eksik olan yan budur. Milliyetçilik bir bilgiden çok, bir tezahür olduğuna göre, onun bugünkü tezahür şeklini ifade etmek gerekir. Bugün, Türkiye’nin “Dünya Devleti” olması, en azından bölgesel güç olması iradesi, gayreti böyle bir tezahürdür. Türk Dünyası ile bütünleşme gayretleri de öyledir.
Yazıların umumî değerlendirmesini yaptığımda, vardığım sonuç, milliyetçilerde bir iman ve heyecan eksikliği görülmesidir. Bir yorgunluk ve bezginlik vardır. Gelecek ümitleri hayli kaybolmuştur. Elbette, bunda memleketimizde cereyan eden olayların, bölücü terör ve onun karşısında devletin, hükûmetlerin sergilediği kararsız ve tutarsız davranışların etkisi vardır. Ancak, şikâyetçi olduğumuz hallerin düzelmesi bile milliyetçilere bağlıdır. Sadece dert yanan değil, milleti meselelerine ve varlığına sahip çıkmasını sağlayacak şekilde ateşleyen bir tavır gerekir. Görünen odur ki, bugün Türk milliyetçileri büyük ekseriyetle “Yorgun Savaşçı”dır.
Milliyetçiliğimizin Diri Dönemleri
Milliyetçilik tarihimizin iki diri dönemi vardır. Birincisi, Balkan Faciası’ndan sonraki dönemdir. Türk Ocaklarının kuruluşundan Cumhuriyetin ilânına kadar olan bu ilk yıllar, devletin en sıkıntılı, cemiyetin en buhranlı dönemi olmasına rağmen; edebiyatta, sanatta, mimarîde, ilim ve fikir sahalarında ortaya konulan görüşler, en önemlisi ümitli bir gelecek vaad eden tavrıyla vatan sathında heyecanın doğmasını, büyük bir gerilimin ortaya çıkmasını sağlamış ve neticede bütün millet münevverlerini, asker-sivil, etkilemiş ve meydana getirilen enerji Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasını temin etmiştir.
İkinci dönem, 1960’lardan sonra esen sosyalizm rüzgârı ile Türkiye’yi Sovyetleştirme faaliyeti karşısında aldığı tavırla, ortaya koyduğu cehd ve gayret dönemidir. Bu dönemde, sadece bir karşı tez olmamış, aynı zamanda devletin, cemiyet hayatının yeniden tanzimi hakkında fikirler geliştirerek yeni yetişen Türk gençliğinin toplanma yeri, cazibe merkezi hâline gelmiştir. Nazarî olarak devlet “millî devlet” olmasına rağmen, fiiliyatta bunun böyle olmadığını ifade ile devletin” millî-İslamî” esaslara oturmasını sağlamak için “Millî Devlet-Güçlü İktidar” iradesini otaya koymuştur. Sovyetlerin çökeceği, esir Türklerin bağımsız olacağı ve yeniden Türk birliğinin yolunun açılacağı rüyası, büyük heyecan meydana getirmiştir. Bu heyecan 12 Eylül’ün tankları altında ezilmiştir. 12 Eylül’ün tahribatı o kadar büyük olmuştur ki, milliyetçiler aradan geçen zaman içinde yeni bir diriliş hamlesini yapamamışlarıdır.
Gelişen Bölücü Hareket Doğru Değerlendirilemedi
Buna karşılık, dış güçlerin tahrik ve desteği ile çevrede meydana gelen olaylar sonunda, Türkiye’nin de basiretsiz tutumu neticesinde, Kuzey Irak’ta “Özerk Kürdistan İdaresi”nin teşekkülü bölücü Kürt milliyetçiliğini “Büyük Kürdistan” hayalinin yakın olduğu düşüncesiyle diri hâle getirmiştir. Türkiye’yi bölmeyi hedefleyen PKK hareketinin Kuzey Irak’ta yuvalanması, PKK militanları arasına Suriye ve İran vatandaşlarının dâhil edilerek eğitilmesi hususu bile yıllardır doğru değerlendirilememiştir. Meseleyi içeride, “Bakın Türkiye’ye düşmanlık edenlerin önemli bir bölümü Türk vatandaşı değil” denilerek PKK aleyhine bir propaganda malzemesi olarak kullanılmış ve hattâ bununla avunulmuştur. Ancak, Suriye olayları çıkınca görüldü ki, yıllardır Türk Devletine silâh çekerek eğitilen ve tecrübe kazanan PKK’lıların bir bölümü, hemen Suriye’deki şartları değerlendirerek, Esad’ın da yardımıyla, orada da Kuzey Irak’takine benzer bir yapılanmayı gerçekleştirmeye başladılar. Türkiye’ye, durumdan sadece endişe etmek kaldı. Diri milliyetçilikler böyledir. Uzak hedefleri vardır. Ortaya çıkan her hali bunun tahakkuku için değerlendirirler.
Elbetteki, dışarıda cereyan eden bu gelişmeler içeride de heyecanlar uyandırmıştır. “Büyük Kürdistan”ın kurulması hayalinin gerçekleşme ümidini artırmıştır. Hükûmetin gösterdiği onca gayrete ve “açılıma” rağmen, her seferinde verilenle iktifa etmeyip çıtayı daha da yükseltmeleri de bu sebebtendir.
Yine de Çare Türk Milliyetçiğidir
Bu diri milliyetçiliğin sebeb olduğu bölünme endişesinin panzehiri, yine canlı ve ortaya çıkaracağı enerjiyle milleti kavrayacak ve birlikte yaşama arzu ve iradesini güçlendirecek olan Türk milliyetçiliğidir. Bilge Kağanın “titre” hitabının birinci muhatabı milliyetçilerdir.
Rahmetli, Galip Erdem Ağabey, 1986’da Türk Ocakları tekrar faaliyete geçtiğinde Ankara Ocağı’nın tertip ettiği “Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri” başlıklı konferansta verdiği hükmün, halen geçerli olduğu, maalesef görülmektedir. Galip Erdem kürsüye çıkmış ve “Türk Milliyetçiliğinin meselesi Türk Milliyetçileridir” demiş ve hayret ve şaşkınlık bakışları arasında kürsüden inmiştir. Bu bir cümlelik konferansın hala bir gerçeğin ifadesi olması ne hazindir?
Türkiye’nin önemli meseleleri vardır. Dış güçlerin tahrik ve teşvik ettiği bölücülük faaliyeti bunların en başında gelmektedir. Ancak, büyük imkânları vardır. Bütün aksamalara rağmen demokratik yapısı, çevresi için gıpta edilen hâlidir. Kabuğunu kırmıştır. Gözünü ülke dışına çevirmiştir. Türk işadamlarının ayak basmadığı yeryüzü parçası kalmamıştır. On binlerce öğrenci yurt dışında okumakta, Türkiye’de tahsil gören yabancı öğrenci sayısı elli binlere yaklaşmıştır. İnsanî yardım faaliyetlerinde kısa zaman önce adımız okunmazken, bugün ilk 5-10 ülke arasında yer almaktayız. Henüz arzu edilen seviyede olmasa da ilmî ve teknolojik araştırmalar hızla artmaktadır. Ekonomimiz, bütün problemlerini çözmese de büyümeye devam etmekte ve on yıl sonra, dünyanın ilk on ülkesi arasında yer almak önde gelen hedeflerimizdendir.
Yeni Bir Milliyetçilik Anlayışı İhtiyacı
İşte, milliyetçilerin, Türkiye’nin bu meselelerini, hedeflerini, imkânlarını göz önünde bulundurarak, milletimizin “cihan hâkimiyeti” mefkûresini yeniden canlandırmaları gerekmektedir. Türk milletinin, bütün insanlığın mesuliyetini taşıma tecrübesini ve insanlığın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak milliyetçiliğimizin esaslarını ifade etme zarureti vardır. Biz, bu yeni hedefi, bu yeni “Kızıl Elma”yı yeni bir medeniyet tasavvurunun vazedilerek insanlığa sunulması olarak belirtiyoruz.
Şimdi mesele, böyle büyük bir hedefin heyecanının önce Türkiye’de yaşayan herkes tarafından duyulması, insanlığa hizmet yarışına herkesin katılmasının sağlanması gerekir. Burada kastımız, sadece miliyetçilerin değil, her düşünce ve görüşteki ilim, fikir, sanat adamlarının bu heyecanı hissetmeleridir. Böyle bir tasavvurun insanlığı sarması için sadece milliyetçilerin gayreti yeterli olamaz. Ancak, milliyetçiler ateşi tutuştururlar ve hedefi gösterirler, sapmaları önlerler milliyetçilerin öncü olmak mükellefiyetleri vardır.
Unutulmamalıdır ki, büyük hedeflerin heyecanı, küçük menfaatleri önemsiz kılar.
Türkiye içinde belli bir merhaleye ulaşılınca, Türk Dünyası, İslâm Dünyası, tarih ve kültür coğrafyamızın meseleye dâhil edilmesi, her bölgenin tecrübe ve imkânlarından istifade edilmesi gerekir.